• tayyip erdoğan'a göre seçime iki ay kala dağıtılan kömür ve pirinç çuvallarıdır. birisinin sosyal yardımla seçim sadakası arasındaki farkı başbakana izah etmesi lazım. sosyal yardımın planı-programı olur. rastgele gerçekleştirilmez. eger yapılan sosyal yardım değil de başka bir şeyse zaten, kömürleri alan birçok kişinin bunları satması ya da suyu olmayan eve çamaşır makinesinin ulaşması gibi absürd durumlar ortaya çıkar. bu da gösterir ki yapılan sosyal yardım falan değildir.

    sosyal yardımmış, kimi yiyorsun sen recep bey?
  • debeye giren girdinin (bkz: #156997806) tetiklemesi ile ifade etmek isterim ki başta annem ve babam olmak üzere yakın ailem, on yıllardır, yaşadığımız bölgede gönüllü olarak sosyal yardım faaliyetleri yürütmekteler. ben de küçüklüğümden beri işlerin bir ucundan tutma imkanı buldum. bereketinden, manevi olarak nasiplendim.

    insan doğası, çıkar ya da kazanç karşısında doğrudan erişilebilir olarak belirdiğinde gerçek yüzünü ortaya koyuyor. gerçek ihtiyaç sahibini bulmak, bir meziyet, bir zanaat, inanın.

    onlarca yıllık tecrübeye dayanarak kesin olarak söyleyebilirim ki rakatlıkla el açan, rahatlıkla size ulaşıp taleplerini çoğu zaman "çatır çatır" sıralayanlar gerçekten ihtiyaç sahibi değil. sadece o yolla geçinen kimseler. inanın gerçekten ihtiyaç sahibi olanın zaten çoğu zaman sizin ayağınıza gelecek ya da bu ifadeyi işin içinden gelenler anlayacaktır, kapıya bile çıkacak mecali yok. mecali olsa bile el açmak için haysiyetine galebe çalacak gücü yok. çünkü çoğu içlerinde bulundukları durumdan kendilerini mesül görüyorlar ve çok ciddi birtakım ihtiyaçları olsa da başkalarından bunu istemeyi ayıp sayıyorlar. o kadar ağır bir şey ki bu onlar için...

    bunu bir analoji ile ifade etmek isterim aslında. bir iş yerinde insanlar işlerini olması gerektiği gibi yapmıyorsa yani hem işin kalitesi düşükse hem de insanlar mesailerini istismar ediyorlarsa idareciler verimi arttırmak adına ilk olarak motivasyon araçlarına başvururlar. bunları pozitif ve negatif motive ediciler olarak ayırabiliriz. öncelikli olarak pozitif motive ediciler denendiğinde istismarcılar bunları alır ve aynen, hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ederler. diğerleri, biz onlara olması gerektiği gibiler diyelim, bundan, değer görmekten hoşnut olurlar ama diğerlerinin durumunu görüyor olmak, bu mutluluğu onlar için süreli kılar. zira aslında istismarcılar onların arasında, onlarla aynı iş yerini paylaşır ve onlarla aynı ortamda olmak, zaten yeterince rahatsız edici bir durumdur.

    birinci aşamada arzu edilen sonuç elde edilemeyince (bu arada medeni bir ortamda, değişim ve dönüşüm gayretleri için bu adımların sırayla geçilmesi her ne olursa olsun elzemdir) ikinci aşamaya geçilerek negatif motive ediciler devreye sokulur. bu aşamada beklenen şey, "kusurlu"nun, bulunduğu pozisyon gereği, negatif motive ediciden etkilenerek pozitife yönelmesi iken; ve aslında bu onlar için ayrıştırıcı bir motivasyon kaynağı olarak tasarlanmış iken daha en başta, bunlar istismarcının umrunda bile olmaz*. tam tersine, amaçlananın aksine, olması gerektiği gibiler bundan negatif etkilenir. çünkü birincilerdeki çürüme, onlarda ne bir ruh ne de bir hassasiyet bırakmıştır. yüzlerine bile haykırsanız durumlarını, hiçbir şey umurlarında olmaz. ölü toprağı ruhların en derinine kadar işlemiştir. lakin içlerinde hala ışık olanlar, hap onları hedeflemiyor da olsa tesir eder. kendisini suçlar, istismarcılara engel olamadığı için. görevi, o olmasa da. dolayısı ile beklenin tam tersi bir etki olur. olması gerektiği gibiler, negatif etkilenir.

    son olarak idareci, tüm bu deneyim üzerine, listelerini hazırlar ve istirmacıları gücü yettiğince tasfiye eder. ve inanın, bunlar giderken bile, ruhsuzdur. elde kalanla, baştan aşağı yıpranmış ve örselenmiş bir organizasyonla yola devam edilir. ta ki zamanla yaralar sarılana kadar.

    konumuza dönersek, gerçek ihtiyaç sahibi, zaten hasasiyeti olduğu için ihtiyaca mugayir bir durumda değildir! dolayısı ile ihtiyaç sahibi olmak ile rahat bir şekilde el açabilmek, el açabilmenin kendisi (tabii çok zor durumlarda artık çok çok zor bir durum varsa asil bir şekilde konu aktarılır bir yerlere ve yardım istenir) oksimorondur.

    meziyet, gerçek ihtiyaç sahibini bulabilmektedir. bu da devlet, belediye eliyle olmaz. çünkü devlet, vatandaş ona gelsin ister. lakin gerçek ihtiyaç sahibi sana gelmez. sen onu bulursun. bu da gönüllüyle olur. gönülle olur. nitekim (bkz: #44539377) ve buna uyulmadığında ise tabii sonuç tekrar (bkz: #156997806) olur.

    şimdi bu ülkede, gönüllülerin yolları ustaca kapatıldı. insanlar gönüllülere destek olmaktan korkar, çekinir hale getirildi metodolojik bir şekilde. gönüllüleri işlevsel hale getiren bin küsur yıllık kurumlar sistematik olarak önce zehirlendi ve yollarından saptırıldı, sonra ise "aforoz" edildi. lakin bu başlı başına ayrı bir konu, mesele... aslında olması gereken en merkezde.

    bugün gerek kamu görevi yapanlar gerekse özel imkanları ile bu faaliyetlere destek olanlar şunu unutmalıdır ki

    "cömertlik, ihtiyacı olanın ihtiyacını, ihtiyaç duyduğunda gidermektir. ihtiyaç olunmayanı hak edilmeden veren kişi düşmanını kendisine karşı donatmış olur*".

    bu düsturu şiar edinerek hareket etmek gerekir. unutma ki

    iyi insanları tanırsın; zayıfken vakur, güçlüyken merhametli olurlar.
    kötü insanları tanırsın; zayıfken haysiyyetsiz, güçlüyken zalim olurlar.

    *aristoteles'ten iskendere nasihatler diye geçen bu kitap açıktır ki aristoteles ve iskender arasındaki gerçek yazışmalar değildir. anonimdir. lakin bu, ders alınacak bir tekst olmadığı anlamına da gelmez, gelmemelidir.
  • mansur yavaş ve ekrem imamoğlu gibi belediye başkanlarınjn yaptıkları değildir. akp'nin laciverti hareketlerle biri gider fakirlere et dağıtır, diğeri gider çpcuklu annelere toplu taşımayı beleş yapar. benim paramı siz kime dağıttıpını sanıyorsunuz? yeter ulan yeter. orta kesimin vergileriyle çalışmahan asalakları doyurmanızdan bıktık. akp'yi seçiyprlar ve cezalarını bize çektiriyorsunuz. ben vergi veriyorum hizmet almak için. paran fazla geliyorsa faturayı ucuzlat, toplu taşımayı ucuzlat, çevreci hareketleri artır enerji üretimine yoğunlaş, su arıtımı yap ne bileyim bir şeyler yap. bundan 50 sene sonra susuzluk çektiğimizde neler yaşanacağını planla ve ona yönelik hareketlerde bulun. yapamıyorsan başka bir yere kullan. yeter artık benim paramı vicdanınızı rahatlatmak ve 3 kuruşluk insanların oyunu almak için harcama. yeter.
  • karşı olanların niyeti iyi ise öncelikle vergi bilincine dikkat çekerler. sonra ucuz faizle bedavadan satılan trilyonlarca liramıza. sonra gelir belediye eleştirirler. o zaman ben de onlara katılırım. doğrudan mansur ve ekrem üzerinden eleştirenler psikolojik operasyon yapan ve liberal maskeli aktroller. istiyorlar ki benim gibiler küssün , oy bölünsündjdjdlkd

    tanım : para basma, vergi toplama, borç alma (yani hepsi vergi aslında) ile birlikte mahşerin 4 atlısını oluşturan şey.

    bazen papyonlu şişmanın fransız ihtilaline laf atmasına hak veriyor gibi oluyorum. ah papyonlu şişman ah. keşke para-altın-devrim üstünden anlatsan şu olayı. ha ha ha ha demi johnycim desen ve fakir kısmını görünce de neden fransız ihtilali ya da sosyal yardım eleştirdin amcık desen. ben de sana papyonlu ve şişman olduğun için liberal taklidi yapan aktrollerden haberdar olmadığını söylesem. sen de balık avlamaktan girsen overthinking'i kavramlaştıran psikiyatristlerin tarihinden çıksan.
  • maddi geliri olmayan ya da düşük olan kişilere devletin, özel kuruluşların yaptığı yardımlardır. dün akşam cumhurbaşkanımızın yaptığı çağrıdan sonra; "hiç bir geliri olmayan kişilere sosyal yardım verilmiyor muymuş" diye düşünen kişilerden biriyim.
    hatırlarsanız ilk açıklanan "2 milyon kişiye 1000 tl yardım" paketi için, zehra zümrüt selçuk; " herhangi bir başvuruya gerek yok, zaten bizim sosyal yardım verdiğimiz kişilerin listesi elimizde var" demişti. dün akşamki başvuru çağrışından sonra kafalar biraz karıştı. günlük yevmiye ile çalışan, sosyal güvencesi olmayan kişilerin de başvurusu isteniyor. şahsen iki emekli maaşı alıp bir de kendine bakan kişinin devletten maaş aldığı yaşlı kişileri biliyorum. demek ki bu güne kadar sosyal yardımlar ihtiyacı olan kişilere yeterince ulaşamamış. umarım bundan sonra sosyal yardım konusunda devletimiz daha özenli davranır.
  • devlet, belediyeler ve vakıfların ihtiyaç sahiplerine dağıttığı nakti ve maddi desteğe verilen isim.

    fakir aylığı 2000tl civarındaydı en son.

    bir şekilde belediyenin parti teşkilatı vs ile uğraşıp oradan da bir o kadar alabildiklerinde zaten asgari ücrete yakın bir rakamı çıkarıyor insanlar.

    yani sadece sosyal yardım ile hiç çalışmadan asgari ücrete yakın para alan insanlar var.

    sosyal yardımın şartı "belli bir miktardan az aylık geliri olmak" tabi bu kayıtlı olan gelirleri kapsıyor.

    sigortasız işte çalışınca doğal olarak devletin bilgisi sizin hiç para kazanmıyor olduğunuz şeklinde zaten.

    hal böyle olunca insanlar gündelik işler ve yevmiye ile çalışarak orta seviye yönetici birinin aldığı maaşlara ulaşabiliyorlar.

    sen mesela çalışıyorsun, sgk primi, gelir vergisi ödüyorsun ya oradan gelen para ile devlet/belediyeler bu insanlara "yardım" ediyor. e bir de devlet eli ile beslenen semirtilen vakıflar var, oradan da geliyor. sonra fakir dediğin adam yine çalışıyor ve sigortasız olduğu için gelir vergisi de sgk pirimi de ödemiyor.

    kağıt üstünde fakir olduğu için zorunlu sağlık sigortası primi de ödemeden hastanelerden seninle aynı statüde faydalanıyor.

    ve senin kadar belki de daha fazla kazanıyor.

    tek kaybı, emekli olamayacak.

    olmasına da gerek yok ki. 10,000tl maaşı olan adam emekli olunca yaklaşık 5,000tl civarında maaş alacak.

    o zaten alıyor ki bunu.

    dolayısı ile asgari ücretle çalışmaya kimse tenezzül etmiyor.

    çalışıp fakir olacağıma, çalışmadan fakir olurum diyorlar. çalışan bakar nasıl olsa.

    özetle arap kültüründen gelen tembellik, devlet eli ile çalışan, üreten insanın düşürüldüğü durum ile birleşince vasıfsız fakirler ordumuz var artık.

    gerçekten de bakınca insan hiç çalışmadan 4000tl alabilecekken neden günde 9 saat çalışıp 5500tl alayım diye uğraşsın ki.

    işin boktan yanı, gerçekten muhtaç, gerçekten fakir insanlara olması gerektiği kadar ulaşmasına da engel oluyor bu asalak tipler.
  • çağımızın sistematik istismar yöntemi. ben bundan inanılmaz bıktım, yardım mardım da yapmıyorum. en son bugün yine uluslararası bir kurum aradı, normalde çok nazik bir insanım ama istemiyorum görüşmek deyip cevabı bile duymadan kapattım. alışveriş yaparken eşkıya gibi gelip beni rahatsız ettikleri için bir kaç kuruma bir şekilde yardım yapmaya başlamıştım, az miktarda da olsa düzenli yardım yapıyorum. ama yetmiyor da yetmiyor, sürekli meblayı arttırmaya çalışıyorlar. orada çalışanın maaşı, yöneticinin gezi giderini de ödüyoruz. bu nasıl sistem amk? yapılan yardımın ne kadarı yerine gidiyor allah bilir.

    telefonum sürekli aranıyor, sokağa çıkıyorum, önüme çocuklar, kadınlar, yaşlı insanlar atlıyor. o değil hayvanlar bile bu durumda. ki onlar şu sistemdeki en masum olan grup ama bir akşam dışarıda keyifle yemek yerken yanıma dilenen bir insan veya hayvan gelmeden rahat rahat iki lokma yemek istiyorum arkadaş. sürekli duygu istismarına uğruyorum, cidden çok yoruldum. gözümün içine bakan insan hayvan her canlı limon gibi suyumu sıkmaya çalışıyor gibi geliyor. ve bu kadar istismar artık duygularımı nasırlaştırdı, zerre merhamet hissetmemeye ve "bana ne?" demeye başladım.

    cidden bu sosyal yardım olayının farklı bir şekilde düzene sokulması lazım, hatta toplumsal yapıların komple bu kalabalık düzene uygun şekilde değişmesi lazım. şu an 1800'lerin toplum yapısını yaşamaya çalışıyoruz ama hem çok daha kalabalığız, hem çok daha fazla teknolojiye sahibiz. o yapı bugüne uygun değil artık.

    veya benim telefonumu değiştirip, kartlarımı kapatıp, büyük şehirden uzaklaşmam lazım. çünkü çok bıktım.
  • devlet kasasının çeşitli adlar altında, asalak insanlara peş keş çekilmesinden başka bir şey değil.bu ülkede böyle,yoksa avrupa ülkelerinde bunun dik alası yapılır ama akp gibi her türlü "satma"yı kendine şiar edinmiş partilerin seçim yatırımı şeklinde yapılmaz.

    bunları yazıyorum ve daha yazılacak çok şey var aslında.kahrımdan kendimi türlü uyarıcılara veriyorum ve yazamıyorum.
    bugün bu gözler "cumhurbaşkanı yardımı" adı altında 7.000 tl (küsürü de var,neyse...)nin ne idüğü belirsiz bir herife ödendiğini gördü.ulan "başbakanlık yardımı"nı anlarım da, cumhurbaşkanlığı yardımı da neyin nesi.sen neyin icracısısın, örtülü ödeneği babanın malı gibi savurmaktan başka.
    ama anladım ve ardından sövdüm,başka türlüsü elimden gelmiyor çünkü.
    çok büyük çalışıyor adamlar,artık ölüm kalım savaşı.doğuda top yekun savaş ortamı yarat. bir taşla iki kuş vur; hem hdp'ye oy verenleri azalt, hem de hdp'ye oy verenleri cezalandır.
    batıda da hiç bir şey üretmeyen lümpen takımının elini güçlendir.eğitim sistemi ile önce cahil bırak, ekonomik sistemle borçlandır. ve her ikisiyle de bağımlı bir kitle yarat.sonra geriye dön, onlara seçim öncesi sadaka ver.
  • sayısı çok olmayan ve nispeten iyi para kazanan okumuş kesimi söğüşleyip, bu paraları azar azar cebinden veriyormuş gibi fakir cahil halka dağıtmak. alkol, benzin, tatil vs. yüklendikçe yüklen, bunlar zevklerinden vazgeçemez anlayışının ürünü.
  • devletin ihtişamını sergilemeye yarayan, devletin mücadele ettiğini söylediği "yoksulluk" ve "gelir eşitsizliği"ni aslında yeniden üreten pratiklerin tümüdür sosyal yardımları adı verilen hede. en azından türkiye'de bugünkü uygulanış biçimiyle.

    meramımı bir örnekle açıklayayım. biliyorsunuz bir süre önce çıkartılan bir düzenlemeyle 25 yaşını geçmiş her vatandaşın sağlık primi ödemesini zorunlu kılan bir düzenleme yapıldı akp döneminde. çalışıp çalışmamanız, öğrenci olmanız/olmamanız farketmiyor, hanenize giren gelire göre belirlenin bir sigorta pirimini her ay ödemek zorundasınız. bu zımbırtı için gelir tespiti yaptırmaya kaymakamlığa gittim. verdiğim bilgiler devlet tarafından kontrol edilip, onaylandıktan sonra konuştuğum memur aylık muhtemelen 150-160 liralık bir para ödemem gerekeceğini söyledi. ssk'ya gidebilmek için aylık 150 lira. yüksek lisans öğrencisiydim, işim yoktu. ama pek tabii devletin umrunda değildi.

    ben söylene söylene kaymakamlıktan çıkarken yanıma yaşlı sayılabilecek bir kadın geldi. oğlum fakirlere verilen bir yardım varmış ona başvuracağım ama dilekçe yazmamı istiyorlar dedi. okuması yazması olmadığı için dilekçeyi yazamıyormuş, benim yazmamı istedi. ben afalladım, teyze ben senin statünü bilmiyorum, başvurduğun yardımın adını, bilgilerini bilmiyorum, nasıl bir dilekçe yazmam gerekir hiç fikrim yok dedim. oğlum ben içerde kaç kişiyle konuşmaya çalıştım öğrenemedim, kimsenin ağzından laf alamıyorum, sen şuraya kısaca benim durumumu yaz gibi bir şeyler dedi. peki dedim. kurumun adı, ad soyad, gelir durumu vs. kısaca bir şeyler yazdım. teyze adresini ve telefon numaranı da yazmamız gerekiyor dedim sonunda. adresimi bilemiyorum dedi. telefonunu çıkardı bana verdi hem gözü görmediği hem de okumayı bilmediği için oğlunu benim aramamı istedi. aradım, adresi aldım. üzüldüm ama dürüst olayım aklımdan ilk geçen, böyle insanlar nasıl hayatlarını sürdürebiliyorlar gibi bir düşünce oldu. yanlışı kadın da aramaya hazırdım.

    sonra biraz düşündüm, bütün bu hikaye aslında bizim çok kanıksadığımız, eleştirmeye dahi ihtiyaç duymadığımız bir şeyler içeriyor. vatandaşlarına yardım sözü veriyorsun, adaletli, yoksulunu koruyan gözeten bir yapı olduğu imajını o insanın kafasında yaratmaya çalışıyorsun. ama o yoksul kimse devlet dairesine gittiğinde onun o yardımı bırakın almasını, o yardıma başvurabilmesinin dahi önüne bin tane engel çekiyorsun. diyorsun ki, okuma-yazmayı bilmiyorsan, dilekçe yazamıyorsan ben seni kaale almam. o kadın zaten okuma yazmayı bilmediği için senin vereceğin 100-200 tl'ye muhtaç, hane geliri asgari ücretin altında. aşağılama burada başlıyor ama tabii burada bitmiyor. muhtemelen o dilekçeyi o kadın bana yazdırana kadar, o devlet dairesinin içindeki memurlar tarafından bakışlarla/kelimelerle itilip kakıldı, ne kadar cahil olduğu türlü şekillerde yüzüne vuruldu, memurlar kadına neyin nasıl yapılması gerektiğini anlatarak o çok 'değerli' vakitlerini boşa harcamadılar. içinde onlarca kişinin çalıştığı bir kaymakamlık, ülkenin en büyük şehrinin en büyük semtlerinden birinin bir devlet kurumu. ama o kadın meramını ancak sokaktan geçen bir gence anlatabiliyor, dilekçeyi ona yazdırabiliyor ve kaale ondan sonra alınabiliyor.

    o gün kaymakamlıkta olduğum bir saat her dakikasıyla çok tuhaftı. yoktan var edilen bir sağlık sigortasını öğrenci/işsiz olduğum halde ödemek zorunda bırakılmam ve yine bu zorundalıktan dolayı devletin kollarına gidip "alın, ben buradayım, ailemin malı, mülkü de burada, benden aylık olarak 150 tl alabilirsiniz" demek için oraya gitmem, yoksul olduğu için yoksullara verilen yardıma başvurmaya çalışan ama okuma/yazması olmadığı için kaale alınmayan kadın. oraya bu işle ilgilenecek bir memur koymak çok mu zor? zor değil, ama devletin derdi başka, devlet açısından bütün bu yaşananlar aslında yaşanması gerekenler.

    niye mi böyle diyorum? şöyle açıklayayım: şimdi kadın şimdi ne hissediyor bilmem. öfkeli mi, yoksa yardımı alabildiyse devlete minnet mi duyuyor? bilmiyorum. ama eğer kadın yardımı alabildiyse ve minnet duyuyorsa devlet yapmak istediğini yüzde yüz başarmış demektir. o devlet dairesine onu getirmiştir, ardından okuma yazma-bilmediği ve yoksul olduğu için ona yerinin bu toplumun en aşağısı olduğunu memurları aracılığıyla tembihlemiştir, son olarak da parayı verdiği (verdiyse) için kendisine şükretmeyi öğretmiştir. buyrun size "sosyal yardımların" işlevi.

    ama eğer bunların hiçbiri olmamışsa o kadın muhtemelen devrimci olup, örgütlü mücadeleye girişmiştir. eylemlerde görüşmek üzere teyze!
hesabın var mı? giriş yap