• hemen hemen herkesin bunu hissetiğine, yaşadığına takılma. bildiğin zavallılıktır bunu yaşamak. ki çoğunluğun yaptığı doğrudur diye bir gerçek olsaydı eğer, milyonlarca sineğin boka konmasını da tamamıyla aydınlatmış olurduk.
  • burjuva tribidir. derin düşünen insanlarda değil, kolej çocuklarında ve cemiyet hayatında görülür.

    avam kültürdeki karşılığı güce tapmaktır.
  • alain de botton'ın malum kitabının * neden eskimediğine dair bir t24 yazısı

    --- spoiler ---

    adam smith 1759 yılında kaleme aldığı the theory of moral sentiments kitabında: “dünyadaki bütün bu hırgür, bu keşmekeş neye hizmet ediyor? para hırsıyla canımızı dişimize takmış, zenginlik, iktidar ve mükemmellik peşinde koşuyoruz; bu koşunun sonunda ne bekliyor bizi? doğanın gereklerini mi yerine getirmeye uğraşıyoruz? en yoksul işçinin yevmiyesi bile doğanın gereklerini karşılamaya yeter. öyleyse “daha iyi şartlarda yaşamak” adını verdiğimiz o yüce amacın nasıl bir yararı var bize?” sorusunu yöneltir ve cevabı yine kendisi verir. “bütün bu koşuşturmanın sonucunda gözlemlendiğimizi, ilgilenildiğimizi, bize sempatiyle, beğeniyle ve takdirle bakıldığını hissederiz.”

    --- spoiler ---
  • yazarın felsefe çalışıyor olması, başlangıçta kitabın üslubunun zorlayıcı olabileceğini düşündürse de tam aksine anlaşılır,akıcı ve çok sade gündelik bir dile sahip.

    ilk çağlardan günümüze kadar ‘statü‘ kelime anlamının neler ifade ettiğini ve nasıl değiştiğini zengin bir literatürle ve çeşitli görsellerle birlikte açıklıyor olması bir hayli bilgilendirici ve okumaya teşvik edici olmuş.

    yazar, statü endişelerini sebepleri ve çözümleri olarak iki bölümde incelemiş olsa da kitabın sonunda bizi mutlak bir çözüm beklemiyor. daha çok kişinin bakış açısını değiştirmek üzerine sunduğu çözümlerden bahsediyor. bu da herkes için genel bir kür olmaktan ziyade daha çok kişilerin kendi yaşantılarından yola çıkarak bulabilecekleri çözüm yolları.

    beni etkileyen, rousseau’nun fikirlerine de atıfta bulunan, bir bölümden kısa bir alıntı;

    “modern dünyada geçmişe göre gelirimiz daha fazlaymış gibi görünebilir; ancak modernitenin getirdiği zenginlik yalnızca görüntüdedir. aslında artık daha fakiriz; çünkü beklentilerimiz fena halde tetiklenmiş,paramızın yettiğiyle elde edebildiklerimiz arasında derin bir uçurum oluşmuştur. olduğumuzla, “aslında olabileceğimiz” kişi arasında dağlar kadar fark vardır artık. modern toplumlar,yabanıl bir insana göre çok daha güçlü bir mahrumiyet hissiyle baş başa bırakır bizi. rousseau’nun savı da şöyle devam eder : “ilkel ve yabanıl işçi en azından başını sokacak bir yuvası varsa, yiyecek birkaç elma bulabiliyorsa, akşamlarını ilkel bir enstrümanla müzik yaparak ya da keskin taşlarla bir balıkçı kanosu yontarak geçirebiliyorsa,bu dünyada hiçbir şeyinin eksik olmadığını düşünebilirdi pekala.” … atalarımızın sahip olduğundan çok daha fazlasına sahip olabileceğimiz beklentisinin ağır bir bedeli olmuştur: olabileceğimizle o anda olduğumuz arasındaki aşılamaz mesafenin doğurduğu sonu gelmez bir endişe yakamızı bırakmaz olmuştur artık.”
  • yaşayan en sevdiğim ve doğru zamanda keşfettiğim yazarlardan alain de botton'un kitabı.
    --- spoiler ---

    ...chamfort meseleye çok basit bir yerden bakmıştır: "halkın görüşü, görüşlerin en beteridir." halkın görüşünün bu derece kusurlu olmasının nedeni, halkın, görüşlerini akılcı düşüncenin dikenli ellerine teslim etmekten kaçınması ve bunun yerine sezgilere, duygulara ve geleneklere bel bağlamasıdır. "emin olun ki genel olarak kabul gören her fikir ve toplumun onayladığı her kavram eninde sonunda salaklığın daniskasıdır; çünkü çoğunluğun ilgisini çekmeyi başarmıştır" diye bir gözlemde bulunuyordu chamfort. insanların öve öve bitiremedikleri toplumsal yargılarınsa aslında toplumsal saçmalıklar olduğunu da sözlerine ekliyordu.. toplumsal yargılar; aşırı basitleştirmenin, mantıksızlığın, önyargıların ve sığlığın elinde kurban olmuş düşüncelerden oluşuyordu: "en absürt gelenekler ve en komik törenler şu cümlenin söylenmesiyle bir anda maruz görülüyor: ne yapalım, gelenek böyle."
    --- spoiler ---
  • bir alain de botton kitabı.
  • kitaptan alıntıdır.

    "merdivendeki konumumuz bizim için çok önemlidir çünkü benlik imgemiz (kendimizi nasıl algıladığımız) başkalarının bizi nasıl algıladığıyla birebir alakalıdır. nadir istisnalar dışında (sokrates ve isa gibi) hepimiz kendimize tahammül edebilmek için dünyanın bize saygı duyduğuna dair birtakım işaretler arar, onlara bel bağlarız".

    ''kişinin insanlardan uzak durmaya karar vermiş olması, illa ki yanında hiç arkadaş istemediği anlamına gelmemelidir. insanlardan uzak durma kararı, kişinin elinde olanlarla tatmin olamadığını ima eder aslında. kinikler, tuhaf denebilecek ölçüde yüksek standartları olan insanlardır. chamfort'un sözleriyle ifade edecek olursak: "yalnız yaşayan bir adamın toplumdan nefret ettiği söylenir çoğu kez. oysa haydutların gezdiği bir ormanda yürümeyi sevmeyen bir adamın yürümekten hiç mi hiç hoşlanmadığını söylemek gibi bir şeydir bu."

    çokça etkisinde kalınırsa yavaşça sosyal hayattan kopma ve hayatın anlamsızlığına dair bilinç oluşturabilir ama alain de bottom diğer kitaplarında olduğu gibi olayları sade, esprili bir bakış açısı ile ele alıp, herkesin ulaşmak istediği mutluluk nirvanasına elindekilerle ulaşmayı felsefe edinip, salık vermekte.
    statü endişemizi başkalarının değer yargılarına bakmadan iç değerlerimiz ile çözebiliriz. bu da sağlam bir karakter ve güçlü bir irade gerektiriyor sanırım.
  • bu ülkede, özellikle toplumun baskısını hisseden her birey olamamışın okumasını tavsiye ettiğim kitap.
  • insanların(!1) sebepsizce etrafınızdan uzaklaşmasına sebep oluyor(muş).

    inananlar için allah; yarattığı her varlığı kendi katında eşit olduğunu kutsal kitabında bildirmiş..hesap gününde dünya üzerinde konumu ve statüsü ne olursa olsun her varlığın karşısında aynı düzlem üzerinde bulunacağını da eklemiştir.. fakat bazı varlıklar gerek tırnakları ile kazıyarak ulaştığı gerekse şansının yaver gitmesi sonucuğu ismine eklediği ünvanın şımarıklığı ile, üzerinde barındırdığı insanlıktan uzaklaşmış, etrafında bulunan varlıkları sadece konumuna göre değerlendirmeye başlamış görüyorum şu sıralarda...

    hayatımı sürdürebilmek için yaptığım işimde ismimin önünde sadece işçi sıfatından başka bir ek bulunmuyor..uzaktan uzağa yaptığı işi hayranlıkla izlediğim ve işimle ilgili olmamasına rağmen, mesleğine ilgi duyup saygı ile önümü iliklediğim bir varlık ile, tesadüfi bir şekilde iletişime geçiyorum..üst levelimde bulunduğu için ve işletme içerisinde kesinlikle bağımız olmamasına rağmen kendisine "x hanım" diye hitab ediyorum..gel zaman git zaman "siz nerede çalışıyorsunuz?" sorusundan sonra verdiğim "aa, ben şu bölümün elemanıyım" cevabından sonra tüm ipler ve iletişim bir anda kopuyor.. ya hani eşittik ya? siz yukarıda, ben aşağıda çalışıyorum..bakın çalışıyoruz diyorum..aramızdaki bağ sadece bundan ibaret..ben size "insan" olduğunuz için ve işinizle uzaktan uzağa ilgim olduğu için yaklaşıyorum..hiç bir talebim, hiç bir beklentim olmadan.. peki neden bu şekilde davranır ki insanoğlu?

    yapmayın canım kardeşim, insanlara ne konumda olursanız olun en azından bir parça tanıyana kadar "insan" gibi davranın, davranın ki örnekte görüldüğü üzere diğerleri de insanlığından soğumasın.. etrafınızda gezdirdikleriniz gibi herkes size konumunuz ve isminizin ön ekinde bulunan sıfatınız için yaklaşmıyor..bilesiniz.
  • aylar önce büyük bir hevesle alıp, sabırsızlıkla sıradaki kitapların bitmesini bekledikten sonra nihayet bugün başladığım alain de botton kitabı. ilk yüz sayfa nasıl geçti anlamadım, inanılmaz akıcı bir dile ve kapsamlı bir kaynağa sahip. kalan kısmı da yarın biter diye düşünmekle birlikte, bu kadar çabuk bitmesi de üzüntü vermiyor değil.
hesabın var mı? giriş yap