• tarık tufan'ın birçok kitabını okudum ve genel olarak da sevdiğim bir yazar ama kitaplarında ve tuhaf dergisi'ndeki öykülerinde de sıkça karşılaştığım ve rahatsız olduğum bir özelliği var ki o da gereksiz yere lafı uzattıkça uzatması. bazen hiç gereği yokken sırf güzel dursun diye veya yazdıkları daha göşterişli görünsün diye sanıyorum, çok fazla benzetme kullanıyor. "bir yazar kullanabileceği en az kelimeyi kullanarak anlatmak istediğini anlatmalıdır." görüşüne katılıyorum. son romanı düşerken'i okurken genel olarak kitabı ve içinde yer alan tasvirleri, tespitleri beğenmeme rağmen bazı yerlerde gereksiz yere, uzun uzun kurduğu cümlelerden o kadar sıkıldım ki bazen cümleyi anlamadan geçmeyi bile düşünmeye başladım. umarım ilerleyen zamanlarda bu konuya dikkat eder.
  • ‘’kör oldum. içime bakarken gözlerim karardı, başım döndü ve tutunacak bir şey bulamadım. başımı kaldırıp karşımdaki kadına baktım, ona tutundum son bir hamleyle, sonra da içimdeki hiçbir şeyi görmez oldum. derin bir kuyuya düşmemek için bir kadına tutundum ama asıl kuyu oradaymış, bilememişim. o an düşsem sadece ölecektim, şimdi hala düşüyorum ve bu sonrasızlık düşüncesi ölmekten daha çok acı veriyor.’’
    (bkz: şanzelize düğün salonu)
  • akp döneminin; medyamızı yarattık, zenginimizi yarattık, sanayicimizi yarattık hadi bi de muhafazakar yazar-entellektüelimizi yaratalım operasyonu içinde yer alan, süreç içersinde yine akp yazılı / görsel medyasında sürekli yer bularak ve sponsorlarla desteklenerek özellikle yeni ve genç nesile dayatılan, yeni hiç bir şey söylemeyen vs. ama samimi ve dili yalın yazar.
  • ''yalnızlık, insanı ve evi sessizleştiriyor. hayatı da. dışarıdan gelen hiçbir gürültünün şiddeti, yalnızlığın uçsuz bucaksız sessizliğini bozmaya yetmiyor. annem benim için mutfaktan gelen tabak çanak sesleridir; mutfaktaki su sesi, pencereyi açma sesi, namaz kılarken duyulan fısıltı sesidir. ev sesleri annemdir, annem biraz da ev sesleridir. bir anda mutfak kapısından kafamı içeriye uzatsam annemi göreceğim sandım. annem mutfak tezgahının başında arkaya dönüp yüzüme bakıp sevgiyle gülümseyecek sandım.'' şanzelize düğün salonu
  • geçtiğimiz yıl 2. modern türkiye sosyal bilimler gençlik kongresine beraber kabul aldığım, tercihimi istanbul üniversitesi'nden yana kullandığım için tanışamadığım yazar

    (bkz: tuhaf dergi)'nin mayıs sayısında;
    "sevdiği adam giderken, kapıda kalan kadınların yüzü. eşikte kalmış¸. ne içeride ne dışarıda. eşikte. evin, hayatın, aşkın, öfkenin, özlemenin, hep beklemenin eşiğinde.
    kapının eşiğinde durmuş¸ bakarken senin gittiğini sanıyor. sen de öyle sanıyorsun. bindiğin vapur hareket edince git gide görünmez olan kıyıdaki evlerin ölgün ışıklarına bakarak uzaklaşıyorsun. uzaklaşıyorsun fakat gidemiyorsun. kalbin orada, aklın orada, kazağa sinmiş¸ kokun orada, birlikte söylediğiniz şarkılardan kalan sesler orada, içtiğiniz sigaraların dumanı orada. gidemiyorsun. çünkü aynasında yüzün var. çünkü hala bir fotoğrafın saklı kitaplığın arasında bir yerde. çünkü sen... çünkü gitmek..."
    satırlarıyla hemen o saniyede filmden bir bölüm izliyormuşsun hissi yaratan yazar.
  • arada bir ağlatan yazar.
  • "dinleyin çocuklar!
    müfredata girmemiş şeyler anlatacağım size. hazır okullar da açılıyorken bilmeniz gerektiğini düşündüğüm konular…
    milli eğitim bakanlığı’nın tavsiye kararı almadığı, ders kitaplarına girmeyen, öğretmenlerin anlatmadığı konular.
    öncelikle şunu bilin ki hayat dediğimiz, ders kitaplarından öğrenilebilir bir şey değildir. iyi vatandaş olmakla iyi insan olmak arasında, söylenmemiş, üstü örtülmüş bir fark vardır. uygar ve uysal olmak adına anlatılan şeyler, hayatın derin anlamına nüfuz edemezler. bu yüzden hayat çoğu zaman gayrı resmi bir yolculuktur. çok zaman kaçak kalırsın yaşamak kompartımanında.
    sana hayat bilgisi diye yutturulan konular gerçekte seni sıkıştıracakları dar bir elbisedir. ve asla elbiseyi sana uyduracak değiller bunu unutma.

    sana yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağmurlu bir coğrafyada yaşadığımızı söyleyecekler. gerçek olan senin mevsimindir oysa. o günün nasıl geçeceğini anlayabilmek için gökyüzüne bakman gerekmez. dönüp yüreğine bak. yağmurlar ve güneş yüreğinden süzülür. gerçek olan yüreğinin mevsimidir, senin mevsimindir. her sabah uyandığında gözlerinden dünyaya saçılandır mevsim. güneş senden doğar ve yağmur senin gözlerinden düşer yeryüzüne.
    sana atlaslar, haritalar gösterecekler. adına sınır dedikleri bazı çizgilerle çevrildiğini göreceksin yaşadığın yerlerin. bütün bunlar kurmaca. gerçekte tüm yeryüzü allah’ındır ve gerçekte yürüyebildiğin kadar senindir tüm coğrafyalar.

    haritalar da gerçeği söylemez. kuzey amerika’yı afrika’dan büyük gösterecekler sana. doğru değil. afrika altı milyon kilometrekare daha büyüktür. avrupa’ya kıta deyip duracaklar. doğru değil. asya’nın uzantısından başka bir şey değil avrupa dedikleri.

    bazı şehirlerin uzakta olduğunu anlatacaklar sana.
    uzaklık ve yakınlık aslı astarı olmayan ölçütlerdir.
    kudüs’ü öğren mesela. saraybosna’yı, şam’ı, bağdat’ı, mekke’yi, medine’yi, hicaz’ı, caharkale’yi…
    öğren buralarda ne yetişir, insanlar ne yer ne içer, denizleri nasıldır, tarihte neler yaşamışlar, çocukları hangi oyunları oynar, anneler hangi ninnileri söyler, genç kızlar ne işler, erkekler ne işe koşar.
    öğren hangi şarkıları söyler buraların halkları. neye ağlar, neye gülerler.
    öğren bu şehirler, ne zamandır senden uzakta.
    öğren bu şehirler senden niye uzakta.

    okuduğun yazıların, şiirlerin sonunda yabancı olduğunu söyledikleri kelimeleri sıralayacaklar. dikkatli oku bu kelimeleri. bil ki çoğu senindir bu kelimelerin. bir hayata, bir medeniyete yabancılaşmış insanların, yeryüzüne yabancılaşmış insanların bir kenara bıraktığı kelimelerdir bunlar.
    senin kelimelerin…
    bir hayatı, bir düşünüşü, bir duyumsamayı, bir hayali, bir rüyayı anlatabileceğin kelimeler var bunların içinde. kendi yabancılaşmalarını gizleyebilmek için bizim kelimelerimizi çalan insanlar göreceksin.

    kitaplara girmemiş adamlar var bir de.
    şiirlerini, öykülerini, romanlarını, piyeslerini müfredatlarda göremeyeceğin iyi ve sıkı adamlar. gelecek güzel günlerin habercileri…
    onları itinayla okumalısın. yedi güzel adamı tanıyıp, hızır’la kırk saatin nasıl geçtiğini öğrenmelisin. derviş hüneri nasıl olurmuş onlardan öğreneceksin. bir de kalem kalesini inşa etmeyi…
    okumaya nasıl başlayacağını kitap’tan öğrenebilirsin ancak.

    yaradan rabbin adıyla oku!
    böyle okursan varlığının anlamı kalın harflerle yazılır yeryüzünde. böyle okursan insan olmanın ne demek olduğunu bilirsin.
    böyle okursan anlarsın hasan ve hüseyin’in dedesi neden omuzlamış ağır bir yükü…

    tarık tufan
  • betimlemeleri aşırı uzun bir yazar. karakter yataktan kalkıp kapıyı açana kadar 3-4 sayfa okuyorsunuz. ama" şanzelize düğün salonu" kitabını okumanızı öneririm.
  • gereksiz söz kullanımı üzerine master yapmış yazar... herhangi bir konuyu öylesine uzatarak anlatıyor ki artık hangi konudan bahsediyor onu bile unutuyorsunuz... ama çay romantizmine meyilli genç kızlar tarafından oldukça tutuluyor. okurlarını çok önemli şeyler anlattığına inandirmiş ama pek bişey anlatmayan anlattığını da kelimelere bogup sıkan biri bence. tabi bunlar bir okur olarak benim fikirlerim. siz seviyorsaniz ne güzel...
  • insanları iyi ve güzel yönleri ile hatırlamayı seviyorum. şimdiki romanlarını okumadığım için bir şey diyemiyorum. ama o zamanlar için kekeme çocuklar korosu, düş vakitleri programı, meksika sınırı falan güzel şeylerdi bizim için.
    radyo programında da böyleydi. sözü uzatması beni rahatsız etmiyordu. bilakis felsefe yapması hoşuma gidiyordu. loş ışıkta o programı beklemek güzel bir duyguydu. keşke yine olsa.
hesabın var mı? giriş yap