• tanrı kavramını, gerçekliği ve akabinde sanal gerçekliği sorgulayan, izleyiciyi düşünmye iten keyifli ve akıllı bir film. dvd'si bulunup izlenmeli. ama eğer alt yazıları orijinal değilse mutlaka kapayın ya da ingilizcesi olanlar ingilizce alt yazı ile takip etmeye çalışsın. zira berbat türkçe çeviriler filmin felsefi kısımlarındaki karmaşıklığın üstüne tuz biber oluyor...
  • film gibi film. 2 saatlik tokat.
  • bu sene itibariyle izledigim en iyi film diyebilirim, hatta dedim bile. 9 ya da 13 ne farkeder, sayılar adamı maymun eder.
  • (bkz: iki film birden)
    amaçsız bireylere izletilmesinin hiç bir fayda sağlamayacağını anlamak için üzerine veya öncesine stranger than fiction ekleştirmekte fayda var. iki filmde birden yaratıcılarıyla karşılaşan insan modellerini izlemek ve kendinizi koala gibi hissetmek mümkün.

    --- spoiler ---

    düpedüz varoluşçu pornografi.

    --- spoiler ---
  • değişik bir film izlemek isteyenlere birebir.
  • hem two guys, a girl and a pizza place hem de gilmore girls dizilerinin hayranı olduğumdan oyuncu seçiminin yanısıra çok katmanlı ve her türlü kuramla okumaya elverişli senaryosu ile kendine hayran bırakan 2007 yapımı bir film.

    --- spoiler ---

    tek cümlelik bir özetle, film aslen bir dokuz olan g.'nin kendi yarattığı ve içinde bizzat kendisinin de yer aldığı evren(ler)e çok daldığından esas kimliğini unutması üzerine, üç başka dokuzun (look for the nines) onu bulup götürmek için, onun yarattığı evren(ler)e müdahale etmesini ve g'nin vereceği yarattığı evren(ler)i ve karakterleri/insanları terkedip terketmeme kararını anlatıyor.

    filmde, dokuzun çarpanı ve karekökü olan üç rakamı da sıkça karşımıza çıkıyor. g'yi bulup götürmeye gelen üç dokuz, filmin açılış jeneriği akarken g.'nin bileklik örmek için kullandığı üç yeşil ip... roland barthes metin ile dokuma arasındaki benzerliğe dikkat çeker. metin ve dokuma kelimelerinin etimolojik kökenleri de benzeşir. tıpkı kumaş dokur gibi yazar da metnini kelimeler kullanarak, onları kendine göre dizerek oluşturur. hatta yazara ve daha genel anlamda sanatçıya tanrı sıfatı da yüklenir yaratıcı gücünden dolayı.

    benzer şekilde, yarattığı farklı evrenlerde gary/gavin/gabriel kendine genelde yaratıcı/tanrı rolü biçiyor. (bkz. god mode.) g. bilekliğini örerken görebildiğimiz tek şey o ve bilekliktir. örme işlemi bitince, g. bilekliği bileğine dolayıp düğümlerken bir ışık belirir ve gözümüzü alır. incil'de de tanrı'nın evreni yartırken kullandığı bir repliktir "let there be light." ayrıca, yine incil'de tanrı'nın ilk önce kelimeyi yarattığı ve kelimeden diğer herşeyin yaratıldığı söylenir. bu da g.'nin senarist kimliğiyle örtüşüyor. ancak ilk öyküde g. oyuncudur. bu da asıl (yaratıcı) kimliğini reddedip, kendine yarattığı evrende bir insan/oyuncu rolü yazmasından sonra gerçek kimliğini unutmasının altını çiziyor. (bkz. oblivio accebit.) bu arada isimler değişse de baş harf aynı kalıyor. hatta buna dikkat çekmek için bulmaya gelen dokuzardan biri ona g. diye sesleniyor. çünkü g harfi daha doğrusu küçük g harfi dokuz rakamına benziyor.

    daha sonra öykülerin daha doğrusu yaratılan evrenlerin üst üste bindiği ortaya çıkıyor. en sonunda yarattığı ama kendisinin yer almadığı dünya, daha önce yarattıklarının en iyilerinden bir kolaj. aslında ütopik bir dünya. bunu da en iyi anlatan şey diğer alternatiflerde dilsiz olan ancak gary/gavin/gabriel'in kaybolmasının esarını çözecek kilit kişi olduğundan sadece "he's not coming back" repliğini söyleyen küçük kız çocuğunun hiçbir fiziksel sorunun olmaması. öte yandan bu bir film. ve ana çerçevenin kendisi de kurmaca. yani kurmaca içinde kurmaca içinde kurmaca için de kurmaca...

    başyapıt!

    --- spoiler ---
  • böyle güzel bir filmin böyle kötü bir fragmanı olsun. hayrette birşey.
  • filmin bir yerlerinde sanırım ikinci bölümde pink martini nin hang on little tomato sunu duymak mümkün..

    (bkz: gereksiz bilgiler)
  • ryan reynoldsun basrolunde oynadıgı 3 farklı senaryo iceren son bolumunde iyice kafaları karıstırıp kisiye beyin amcıklaması gecirten gayet guzel bir film.
  • the nines'ı, lynch ile kıyaslamak, mantı ile kıyma doldurulmış makarnanın haysiyetini kıyaslamak kadar talihsiz bir durum. ki lynch'ten hiç mi hiç hazzetmem (michael bay seviyorum ben en çok),.. bu bakımdan keşke ilk bölümdeki paranormal gerilim sularında devam etseydi, o kısım sular boyunu pek aşmıyordu, izlerken gary ile gavin karşılaştığında "ananı" deyip zıplatıyordu filan en azından,..

    sahi, gary-gavin interaksiyonunun esprisi tekrarlanmadı sonra, oysa araba kazasından önce arka koltukta ikisinin de oturmasına istinaden bir gary-gabriel sahnesi de bekledim ben,..
hesabın var mı? giriş yap