• --ağır spoiler--

    --- spoiler ---

    -seni peronun kenarına getiren bu muydu? kişisel bir şey değil miydi?

    -kişiseldi. eğitimin yaptığı şey budur. dünyayı kişiselleştirir. eğitim dünyayı kişiselleştirir.

    --- spoiler ---

    --ağır spoiler--
  • herkesin beğenemeyeceği bir başyapıt...

    --- spoiler ---

    film genel anlamda "çok bilip de işin içinden çıkamamak" ile "gerektiği kadar bilip kabullenmek" fikirlerinin felsefi bir atışması olarak göründü bana. profesörün içerisinde kaybolduğu labirent, diğeri için girmeye gerek görmediği bir yer. ona göre cahillik mutluluktur; tabii buradaki cahillik, körkütük cahillik değil, gerektiği kadar bilmek gerisini sorgulamamak manasında... zaten asıl sorun da burada patlak veriyor: bir insana mutlu olması için ne kadar bilgi gerekir, çok bilmek mutluluk getirir mi, bilginin değeri neye göre ölçülür...vs. şeklinde pek çok soru üretilebilir bu düşünceden. profesör, diğer adama göre oldukça bilgili birisi ama ona kıyasla daha mutsuz. ya da içerisinde bulunduğu duruma mutsuzluk değil de sinirlilik hali diyelim. çünkü mutlu olup olmadığını tam manasıyla anlayamıyoruz. lakin her ne kadar sakinmiş gibi görünse de cümlelerinden kızgınlığı anlaşılıyor. onu en çok sinirlendiren şey ise neye ve kime kızdığını tam manası ile bilememesi. bu dünyaya gelmeyi kendisi istememiş ama bir şekilde doğmuş ve yaşıyor. peki neden yaşamak zorunda? tamam, bu dünyaya gelmek istemsiz bir olay ama kendi canını istediği zaman alabilir. kendisini tutan ne? yaşaması için bir sebep var mı? o trenin önüne atlamaktan kendisini alı koyan ne? profesör bu sorulara cevap veremediği için intihara kalkışıyor. aslında derdi tanrıya inanmak ya da inanmamak değil, derdi cevap bulamamak. “adam tanrıya inanmadığı için boşlukta o yüzden intihar etmek istiyor” sonucu pek de sağlıklı bir sonuç olmaz, çünkü tanrıya inanmayıp da gayet mutlu bir şekilde yaşayan milyonlarca insan var. sorun, “ben neden yaşıyorum?” sorusuna verdiğin cevabın seni ne kadar tatmin ettiği… profesörün tartıştığı zenci, bu sorulara, kendisini oldukça tatmin eden cevaplar verebildiği için yaşıyor ve mutlu. onun bu hayatta yaşamak için bir sebebi var: tanrının eli olmak ve insanlara onun sözlerini aktarmak… bu yüzden çok bilgili olmasına gerek yok, masasındaki incil onun için yeterli. çok fazla sorgulamıyor, kendi inandıklarının doğruluğundan son derece emin… fakat profesörün, filmin sonlarına doğru kendisine yönelttiği sorular, yıllardır kendisi için çizdiği “tatminkar” sınırı aşmaya başladığında huzurlu hali giderek bozuluyor ve kafasında soru işaretleri belirmeye başlıyor. filmin sonunda, profesör odadan ayrıldıktan sonra zenci adamın tanrıyla konuşması ve kendisini rahatlatmaya çalışması da, içinde bulunduğu huzurlu alanın sınırlarını onarmaktan başka bir şey değil.

    filmin en çok takdir ettiğim yanı ise sonunda net bir mesaj vermekten kaçınması. ortada gayet lezzetli bir felsefi tartışma olmuş, pek çok şey konuşulmuş, pek çok soru ortaya atılmış ama cevaplar izleyicinin kendisine bırakılmış. bu sebeple defalarca izlenilebilecek ve her defasında içerisinden farklı sorular, farklı cevaplar çıkarılabilecek bir film olmuş… çok da iyi olmuş…

    --- spoiler ---
  • bir hbo şaheseridir. isimsiz siyah ve beyazı temsil eden iki karakter samuel l. jackson ve tommy lee jones'un performansları nefes kesicidir. insana işte oyunculuk bu dedirtmektedir. konusundan biraz bahsedecek olursak beyaz karakteri tam kendini trenin önüne atacakken siyah'ın kucağında bulur kendini. siyah bunun bir sınama olduğunu düşünüp beyaz'ı evine götür. hikâyenin neredeyse tamamı siyah'ın dairesinde geçmektedir. yani tek bir mekânda çekilmiş bir filmden bahsediyoruz. siyah eski bir hükümlü olmakla beraber dindar bir hıristiyan’dır, beyaz ise ateist bir profesördür. beraber dertleşirler, tanrının varlığı üzerine sohbet ederler ve beyaz'ın ölme arzusunda haklı olup olmadığını tartışırlar.
  • bir "versus" filmi.

    siyah - beyaz.
    umut - umutsuzluk.
    akılcılık - din.
    cahil - eğitimli.
    iyimser - kötümser.
    yaşam - ölüm.
    sorgu- kabul.

    şeklinde devam ettirilebilecek karşıtlıklar, aslen inanç - inançsızlık ekseninde dönen sonsuz bir muhabbet.

    sağlam kafayla başlamak lazım çünkü upuzun cümlelerden, yer yer tiradlardan oluşuyor film. ipin ucunu kaçırınca da kopuyorsunuz haliyle. o yüzden ona göre bir modda olmak, dikkatle takip edecek sakin bir kafa gerek.

    izlerken "bu bir tiyatro oyunu lan bildiğin" deyip durdum, filmden ziyade tiyatro oyunu izliyormuşum gibi hissettirdi, öyleymiş zaten aslen.

    her şeyi geçtim bana geride şöyle bir fikir bıraktı film: adamlar yaşlanmış lan. net.
  • - hayır, hayır, isimsiz alkoliklerden değilim. sadece bıraktım. içen bir sürü arkadaşım vardı ama. hatta çoğu içerdi. çoğu bu yüzden öldü.
    - içki yüzünden mi?
    - içmekten ya da ona bağlı sebeplerden. kısa süre önce bir arkadaşım taksi tarafından ezildi. kafası bir dünya nereye gidiyordu sence?
    - bilmem. nereye gidiyordu?
    - biraz daha viski almaya. evinde bayağı viski vardı ama alkolikler hep bitecek diye korkarlar.
    - öldü mü?
    - umarım. çünkü adamı gömdük.
  • ağbiler filmi.

    --- spoiler ---

    the sunset limited’i izledim. hayatım değil, ama ölümüm değişti.

    beyaz ve siyah’ın uçsuz bucaksız kafa kasması bu filmde. üst düzey algıcıya ve izleyiciye hitap eden bu filmde, sabırlı olanlar kazanıyor. ne mi kazanıyor, tabii ki kaybolan çorabının tekini değil! film sürekli ağbiler moduna dönüyor, ama fazla takılmayın din temalı repliklere. aslında daha çok kurak bir yerde su kuyusu açmaya çalışan katranlı bir siyah izliyoruz. beyaz ise hiç mi hiç beyaz değil! düello başlasın!

    beyaz: “kültürel şeylere inanırım. kitap, müzik, sanat, böyle şeylere… bunlar benim için değerli olan şeylerdir. medeniyetin temel taşlarıdır. benim için değerleri vardı. artık o kadar da değerli değiller galiba. çünkü insanlar değer vermeyi bıraktı. belirli bir noktaya kadar ben de. nedenini tam olarak söyleyemem. o dünyanın büyük bir kısmı yok oldu. yakında tamamı yok olur. yani, sevdiğim şeyler çok narin ve çok kırılgandı. bunu bilmiyordum. yıkılmaz olduklarını sanıyordum. ama değillermiş.”

    siyah hep karna ve kasıklara çalışıyor.

    siyah bizi şaşırtmaya devam ediyor. bi’ anda katil olduğunu öğreniyoruz, lakin isa’dan başka inandığı kimse de yok.

    siyah: “doğru insanlarla takılırsan dünyevi arzularından arınırsın.”

    siyah: “hayatında hiç acı olmazsa mutlu olduğunu nasıl anlayacaksın?”

    siyah: “sarhoş, içkiden ölmeyi dert etmez, ki o yüzden ölecektir, ama ölmeye fırsatı olmadan viskinin bitmesini dert eder.”

    siyah: “incil’in hepsine inanmıyorum. meselam, ilk günah fikrine. hani havva elmayı yer de herkes kötü olur ya. ben insanları o açıdan görmem. bence çoğunlukla insanlar işin en başında iyiydi. bence insan kötülüğü kendi başına, kendisi getirir. çoğunlukla da hak etmediği şeyleri istediği için. ama böylece dikilip bana kafir olduğumu söylemene izin vermem. hele ki seni kafirlikten vazgeçirmeye çalışırken.”

    beyaz: “bence dini diyalektik her zaman temelin kötü olduğunu var sayar. yani, incil eğitici öykülerle dolu. hatta tüm edebiyat öyle. bize dikkatli olmamızı söylüyorlar. neye karşı dikkatli? yanlış sapakta dönmek, yanlış yola girmek konusunda. kaç yanlış yol var? sayılamayacak kadar çok. kaç doğru yol var? sadece bir tane. bahsettiğin dengesizliğin nedeni bu.”

    siyah: “nefes almayı bıraktığında artık ona yardım edemezsin.”

    meydana okuma olayı filmde birden, ikiden, üçten fazla geçiyor, yani insanı bezdirecek derecede meydan okuma var. bir zamanlar meydan diye bir gazetenin de olduğunu farzedersek, ki hâlâ var mı öyle bir gazete bilmem, çok da gerilmememiz gerekiyor biz türkler.

    beyaz: “daha karanlık olan resim her zaman doğru olanıdır. dünya tarihini okuduğunda; bir kan, hırs ve aptallık efsanesi okursun. bunun önemini inkâr etmek imkânsızdır. ama yine de bizler geleceğin her nasılsa fark olacağını hayal ederiz. neden hâlâ varız, onu bile bilmiyorum. muhtemelen çok uzun sürmez.”

    bu sefer de beyaz bombalamaya devam ediyor.

    beyaz: “dünya aslında bir çalışma kampı. tamamen masum olan işçilerden birkaçı her gün piyango yoluyla idam edilmeye götürülüyor. bence bu sadece benim bakış açım değil. gerçeğin ta kendisi. alternatif bakış açıları var mı? evet. dikkatli bir incelemede ayakta kalabilirler mi? hayır.”

    beyaz: “insanlar dünyayı gerçek haliyle görebilse, hayatlarını gerçek haliyle görebilseler, hayalle ve yanılsamalar olmadan yani, bence mümkün olduğunca çabuk ölmemek için ortaya bir tek neden bile süremezlerdi. ben tanrı’ya inanmıyorum. bunu anlayabiliyor musun? çevrene baksana yahu. göremiyor musun? işkence görenlerin yaygara ve gürültüsü onun kulaklarına müzik gibi geliyordur. ve bu tür konuşmalardan da iğrenirim aslında. tek tutkusu, daha en başından var olduğunu inkâr ettiği şeye durmadan hakaret etmek olan köy ateistinin iddialarından yani. sizin kardeşliğiniz sadece bir acı kardeşliği, başka bir şey değil. ve bu acı tekrarlanan bir acı değil, kolektif bir acı olsaydı, ağırlığı dünyayı evrenin duvarlarından söker ve neden olabildiği en büyük gecenin içine atar, geride kül bile kalmayana dek alev alev yakardı. ve kardeşlik, adalet, sonsuz hayat mı? hey ulu tanrım. bana insanı hiçlik ve ölüme hazırlayan bir tek din göster. bak, o kilisenin cemaatine katılabilirim işte. sizinki insanı sadece daha çok hayata hazırlıyor. hayallere, yanılsamalara ve yalanlara. insanın kalbindeki ölüm korkusunu yok edersen bir gün bile yaşayamaz. bir sonrakinin korkusu olmasa kim bu kabusu ister ki? tüm neşelerin üstüne baltanın gölgesi düşüyor. her yol ölümle bitiyor. her dostluk ve aşk da öyle. işkence, kayıp, ihanet, acı, elem, yaş, aşağılanma, korkunç geçmek bilmeyen hastalıklar… ve hepsi aynı nihayete eriyor. senin için, değer vermeyi seçtiğin herkes ve her şey için. gerçek kardeşlik bu işte. gerçek bağ. ve herkes hayat boyu üye.”

    evet, sayın izleyici. hoşça kal.

    --- spoiler ---
  • film bir baş yapıt değildir fakat insanın en büyük trajedisini konu aldığı için izlenesidir. konuşmalar, mekan ve büyüleyici oyunculuk sayesinde insanlığımıza dokunan bir film ortaya çıkmış.

    --- spoiler ---
    filmde bana göre en can alıcı sahne: profesör intihar etme nedeni olarak, verdiği büyük emek sonunda istediği tek şeyin, her şeyden vazgeçmek olduğunu, vazgeçmeyeceği tek bir şey varsa onunda vazgeçmek olduğunu anladığını söylüyor, bu noktaya gelmiş birinin intihar etmemek için neye değer vereceğini, neye tutunacağını sorduğunda;
    samuel: bunu sana söyleyecek kelimelerime sahip değilim, kalbine kelimelerle ulaşmaya çalışıyorum ama kalbine ulaşacak kelimeleri bilmiyorum diyor, sonra
    profesör son daireden çıkma girişiminde, hayata olan isyanını haykırıyor, söylediği sözler esnasında bir fon sesi var ki onunla beraber söylenenlerle sanki yanınızda bir bomba patlamış da inandığınız dünya başınıza yıkılıyor gibi hissediyorsunuz.fakat profesör daireden çıktıktan sonra samuel jackson bu patlamanın yıkıcı etkisinden etkilenmemiş bir şekilde tanrıyla konuşuyor ve dediği sadece
    ona yardım etmemi istediysen neden kelimeleri vermedin bana?
    ona vermişsin. ya ben?
    olsun sorun değil!
    --- spoiler ---
  • şahsen iki sevmediğim oyuncu tommy lee jones ile samuel l. jackson'ın gayet döktürdüğü film olmuş. tek mekanda geçmesine rağmen karakterlerin doyurucu felsefesi ve dünya görüşlerinin çarpışması ve bunun üzerine tatlı bi' sohbet gerçekleştirmeleri filmi güzel yapan yegane etken. yani, gerçekten o kadar güzel sohbet ediyorlar ki, mesela tommy lee jones'un karakteri sürekli gitmek istediğini söylüyor ama sürekli gitmeye yeltenip oturuyor ve muhabbete devam ediyor, muhabbet ona da tatlı geliyor, kopamıyor. yani tam anlamıyla öyle bi' film, filmdeki muhabbete ortak olmak isteyebileceğiniz bi' film. dekorlar, oyuncuların hareketleri, diyaloglar ve belli ki text sayesinde filmin tiyatro modunda geçmesi izleyiciye ayrı bi' zevk veriyor. aslında bunun dışında da gayet tehlikeli bi' film, çünkü film insanın düşüncelerini, fikirlerini, inançlarını, felsefelerini etkileyip değiştirebilecek diyaloglara sahip. ama gerçekten, daha önce hem tommy lee jones'u, hem de samuel l. jackson'ı bu kadar etkileyici bi' performans sergilerken görmemiştim. jones, ölmek için can atan, hatta muhabbetini ederken dahi yerinde duramayan ama can kulağıyla da dini savunanı dinleyen karakteri çok iyi oynamış, karşısındaki jackson ise onun fiziksel olarak hayatını kurtarmasının yanı sıra mental açıdan da hayatını kurtarmak için kendini hırpalayan karakteri son derece gerçekçi canlandırmış. özellikle filmin sonundaki -aşağıya da yazacağım- feryadı süper etkileyiciydi. kısacası, izlenmesi gereken bi' hbo yapımı efendim.

    "if you wanted me to help him, why didn't you give me the words? why did you give him the words and not me? why couldn't you give me the words?"
  • the man from earth'le olan tek ortak noktası, ikisinin de tek bir mekanda geçmiş olmasıdır. o nedenle bir the man from earth değil tarzı karşılaştırmaları saçma buluyorum.

    filmde tommy lee jones white'ı samuel l. jackson black'i canlandırıyor. neden isimler böyle verilmiş anlamadım. karakterlere bakınca tam tersi olmalıydı sanki. ayrıca ironik de olurdu.

    gerçi;

    --- spoiler ---

    filmin sonunda senarist white'ın tarafını tutmuş gibiydi biraz.
    onu da anlamadım adam film boyunca dinledi. sonradan coşup atarlandı, bastı gitti.

    --- spoiler ---

    aslında güzel bir konu bulunmuş masa başına iki güçlü karakter oturtulmuşken, diyalogların ufak zirve noktaları hariç pek çarpıcı olmaması bende biraz hayal kırıklığı yarattı.

    senaristi no country for old men'deki akıl dolu diyalogların sahibi olunca beklenti biraz artıyo tabii...

    7.3/10
  • bir tiyatro tadında izledim filmi. sanki büyük oyuncular sahnede karşıma geçmiş oynuyorlardı ve ben de onları sahnede izleyebilecek kadar şanslı insanlardan bir tanesiydim. o yüzden size etkileyici, güzel bir oyundu demek istiyorum. ancak sağlam kafayla izlemeniz gerekir. hiçbir şeye kafa yormayıp, boş bir şeyler izlemeye ihtiyacınız varsa kesinlikle uzak durun, harcamayın bu harika filmi.
hesabın var mı? giriş yap