• 2008 yapimi odullu super film. basrollerde ben kingsley ve genc oyuncu josh peck var. konusu 1994 yillarinda marijuana'nin en populer zamanlarinda bir yanda buyumeye calisan genc luke, bir yanda bir turlu buyumek istemeyen hayati erken evlilik ile yakmis, cocuk akilli psikolog doktor squires.

    son zamanlarda cikmis en guzel filmlerden biri. film sanki uzun video klip tadinda cekilmis, muziklere ayrica dikkat edilmesi gerek.

    http://www.imdb.com/title/tt1082886/
  • her ikisi de yalnız olan, bir diğer deyişle ahbapsız olan, luke shapiro (josh peck) ve dr. squires’in (sir ben kingsley) merkezde olduğu bir film, the wackness.

    genç bir çocuk olan luke, 1994 yılında (yılın özelliği, kurt cobain ’in öldüğü yıl olması), manhattan ’da yaşayan liseli bir torbacıdır. düşünülenin aksine, hiç de popüler değildir. yalnızdır ve gün geçtikçe depresifleşmektedir.

    deli doktoru, dr. squires ise yaşı kemale ermiş ama gençliğinde yaşamadıklarını yaşamak isteyen, belki sırf bu yüzden kendisinden genç ve güzel bir kadınla evlenmiş, ot karşılığı luke’a doktorluk yapan bir adamdır.

    yalnızlıklarını birbirleriyle çoğaltan bu erkekler üstünden ilerleyen film, yan roller ile renklenmiş.

    filmin yan rollerinde,
    famke janssen – çoğumuz nip/tuck ’taki tuhaf karakterle de tanırız, hide and seek, x-men gibi filmler de sert güzelliğiyle dikkatimizi çekmişti-
    olivia thirlby - ben sadece juno’dan hatırlıyorum, bu 86 doğumlu taş kızımızı. kalp kıran cinsinden-
    olsen ikizleri - tek karakteri canlandırıyor ama ilk kez kendilerine çok uygun bir roldeler. biraz aptal sarışın, biraz zamane kızı, biraz saf, biraz kurnaz-
    jane adams - kişisel olarak çok etkileyici bulduğum bir kadındır. birazdan ağlayacakmış gibi duran ama her an pılını pırtını toplayıp gidecek, umarsız bir kadın görünümü vardır. severim-

    yönetmen, jonathan levine ’in bir önceki filmi all the boys love mandy lane, oldukça başarısız bir film. orada da liseli gençlerin hayatları işlenmişti ama içine katılmaya çalışılan gerilim, yönetmenin elinde patlamış ve akıllara ziyan bir film çıkmıştı ortaya. izlerken karakterlerin hepsinin ölmesi için dua edecek kadar, (buna yönetmen ve senarist de dahil) daraltmıştı film.
    the wackness da ise daha özenli hareket edilmiş. ama en büyük kozu kesinlikle ben kingsley, o olmasa yine vasatın altında bir film olabilirmiş.

    film, erkek ve kadın aşkının farkı bakımından biraz erkek tarafını tutmuş. aşk bitince, kadın unutur, erkek büyür. ikisi de acı çeker ama erkek hep ölür.
    ben buna gülerim ama bu benim sorunum.
  • transsiberian'dan sonra izleyip "ulan yine mi ben kingsley" dediğim filmdir. film idare eder. kingsley rolü tam oturtamamış olsa da, izleyenler, zırvalayarak time square'de gezen bir diğer efsanevi karakteri anımsayacaklardır.

    e hadi kıyamadım. ve hatta iddia ediyorum bu film, karakterlerin yaşları ve tecrübesizliğe mesnet unsurlarla oynayarak bir bakıma gevşek bir biçimde midnight cowboy'dan esinlenmiştir. luusli beyst olayı yani. kingsley de bu durumda ratso olayor. gapiş?
  • yapay diyaloglar, olaylar, hep ayni seyler.. artik amerikan yasamini ve insan iliskilerini anlatan, garipsel durumlardan ve yaşlı ama içindeki o yaramaz çocuk ölmemiş ve genç başka bir karakterle ilişki kuran, bu tip durumlardan komiklikler yaratan bagimsiz amerikan sinemasi izlemek istemiyorum. enteresan ki bazilari güzel oluyor. (little miss sunshine çok güzeldi.) ama güzel olanlari yakalicam diye büsürü dandik film de arada kayniyor bunun gibi. genç arkadaşlar izlesin kötü de değil o kadar. bu olsen ikizleri sanki hep böyle leş keş rollerde mi oynuyor, weeds'de de aynı tipti sanki başka bir filmde de ben onları böyle görmüştüm gibi geldi.
  • önyargıları bırakarak, "bu ne lan cok sıkıcı" - ki aslında hiç de sıkacak bir yanı yok kanımca - deyip bırakmadan izlendiğinde sizi daha cok içine çeken bir film the wackness. özellikle son 30 dakikası daha bir iç acıtır. sonunda ise telefona sarılıp yakın arkadaşlarınızı arama isteği uyandırır.
  • ergenlik sancılarıyla boğuşan bir çocukla, yaşının olgunluğunu gösteremeyen bir adamın hikayesi. psikoterapi kıvamında yoğrulmuş. tavsiye edilir.

    --- spoiler ---
    luke shapiro birkaç defa intahara kalkışmış, psikolojik destek alan bir gençtir. yine bunalımının tavan yaptığı bir anda doktorunun üvey kızıyla tanışır. aşık olur. sever, sevilir. gün gelir tartışıp ayrılırlar. bir süre yalnız kaldıktan sonra luke pişman olur ve yavuklusunun kapısına gider. gitmesine gider ama geç kalmıştır. sevdiceğini başkasının kolları arasında görür. biz 'ahanda atlıcak en yakın köprüden' ya da kız peşinden koşturucak 'bildiğin gibi değil luke' diyecek derken; finalde, luke yeni yakmış olduğu sigarasını raya atar. suratında bir gülümsemeyle... tak! film biter.

    film, sıradan filmlerdeki mutlu sonlara inat böyle bir sonla diğerlerinden çok daha öğretici. işte hayat böyle anlatılır. zaten olgunlaşmak, sevmek ve ardından kaybetmek değil midir ?

    ayrıca bu filmle ben kingsley e olan hayranlığım biraz daha arttı. işte, kingsley in canlandırdığı dr squires den kulağımıza küpe inciler:

    ' bazen seks yapmak güzeldir, köpekler hariç. '

    ' üniversitede siyah bir kızı becermeye çalış. benim hiç böyle bir şansım olmadı. '

    ' kumsalı sevmeyen birine ve bob dylan dinlemeyen birine asla güvenme. '
  • so 90s havasını çok iyi yansıtan ve sizi de oraya götüren film. "canlı" olmak adına yapılması gerekenleri ve aynı zamanda hayata karşı görevlerini yerine getirmeye çalışırken acıları benimseyip onlarla büyümek adına yapılmış bir film.

    --- spoiler ---

    filmdeki çoğu sahnede yüzünüzde bir tebessüm oluşuyor. benim en beğendiğim ise:
    luke'un steph hakkında "she got bored" yorumundan sonra dr. squires'le aralarındaki geçen sahne.
    - like b.i.g said:
    "bitches i like em brainless.."
    - "guns i like em stainless steel."

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap