• irvine welsh'in kendi cümlesi ile hem uyuşturucu konusunu hem de bu eseri özetlemek istiyorum;

    ''boku başkası yerken felsefe yapmak hep kolaydır.''
  • sinema tarihinin en güzel giriş sahnelerinden birine sahip olan film.britanya'da geçen ve kötü olan bir film yok sanırım.
  • biraz spoiler olabilir.

    bu zamana kadar nasıl izlememiş olduğuma hayret ettiğim film. o ne güzel sahneler, o ne güzel planlar öyle. insanın canki olası geliyo. şaka şaka bebeğin öldüğü sahnede alkolü bırakmayı bile düşündüm. ya ilerde çocuğum olur da çok içtiğim bi gece ağladığını duymam ölür diye şimdiden vicdan yaptım.

    biraz spoiler oldu.
  • soundtrack'ini murattı içerek dinliyorum. oroin etkisi yaratıyor.
  • fazla numarası olmayan bir film. insanların toplumsal esaretlerinden kurtulmak için başka bir esareti tercih edişini anlatıyor -en azından ben öyle anlıyorum- bu da salaklık oluyor.
  • önümüzdeki yıl yeni versiyonu çıkacak olan film. işte budur! * 20. yılı imiş.
  • ingilizlerin adını sinema tarihine altın harflerle yazdıran efsane film.
    tuvalete dalıp fitil çıkarma sahnesine bitmiştim.(bkz: choose life)
  • kimse beni dövmeyecekse, gerçi dövse de fikrim değişmez, hiç hazzetmediğim film. bilmem kaç yıl önce bilmem hangi kanalda rastlayıp bir parça izleyip adını bile merak etmeden kapatmıştım, film izleme niyetim yoktu o zaman. bu aralar da ewan mcgregor aşkım depreşince izleyeyim dedim. dedim ama demez olaydım.

    bu filmi neden herkes beğenirken ben beğenmedim? belki anlatmak istediği şeyi güzel anlattı, belki zaten izleyeni rahatsız etmekti amacı ama ben amaçlarının ötesinde rahatsız oldum. öncelikle filmin zerafeti eksik. tamam, işte aradığım kelime buydu, "zerafet". baştan sona pis ve bohem bir hava, sevimsiz ve itici karakterler, yorucu müzikler. zarif, naif, masal gibi, rüya gibi filmleri severim. müzikleri sahnelerinin önüne geçmeyen, hiçbir unsuru sırıtmayan, yormayan, zorlamayan filmler daha muteberdir nezdimde. yoruldum ve bu yüzden sevmedim sanırsam. suç bende, sen bu kadar buhran bir film neden izlersin ki?
  • defalarca izlenilesi film. bu filmi uyuşturucu filmi diye kategorilendirmek yanlış olur çünkü o dönemin gençleri için bir nevi kurtuluş, kaçış. buradan sonrası biraz spoiler içeriyor:
    filmin başında:
    kanepenizde oturun, televizyonun beyninizi yıkamasına izin verin, ruhunuzu o salak yarışmalara satın ve bir şeyler tıkının. tüm bunları yaptıktan sonra intihar edin. sırf neslinizi devam ettirebilmek için… ürettiğiniz o sersem bebelerin ortalığa işemesini izleyin. geleceğinizi seçin. hayatı seçin. ama neden böyle bir şey yapayım ki? ben hayatı seçmemeyi seçtim. ben başka bir şey seçtim. neden mi? hiçbir nedeni yok. kim eroin bulabildiği sürece nedenleri düşünür ki? diye bir replik vardır ki tam o an uyuşturucuya başlamayı istersiniz. bu replik hayatımızın özeti işte. bir şeyler seçersiniz meslek, arkadaş, eş, fiyakalı bir koltuk takımı... aslında sadece kendinizden uzaklaşmayı seçersiniz. bu film bunu seçmek yerine buyur bak uyuşturucu der. filmde bu heriflerin toplandığı bir yer var. uyuşturucu kullanıp, uçuyorlar. ihtiyaç duydukları tek şey uyuşturucuyu karşılayabilecek meblada para. sonra boktan hayatlarına devam ediyorlar. filmin asıl kahramanı renton, bana göre en zekisi. defalarca uyuşturucuyu bırakmaya çalışır, bütün hazırlıklarını tamamlar ''annemin istediği gibi toplum tarafından kabul görmeye hazır biriydim ve ayrıca bunu da istiyordum. artık hazırdım.'' der ama değildir. ta ki kendisini neredeyse öldürecek altın vuruşa kadar. sick boy var bir de en sempatiği. bebek sahnesinden sonra kendisinden garip bir şekilde nefret ediyorsunuz orası ayrı. begbie karakterini görünce kesin türk bu tepkisini verebilirsiniz, ben verdim. filmin ortalarına kadar uyuşturucu aslında ne güzel şeymiş lan diyorsunuz en iyi orgazmınızı 10 ile çarpın sözünü kendinize hatırlatarak. sonra bebeğin ölümü, kimsenin günlerce fark edememesi, mosmor olmuş minik bir beden, sözde annenin çığlıkları... filmin en etkileyici sahnesi bu sahnedir bana göre. alın uyuşturucunuzu ben gidiyorum diyebilirsiniz. tommy'nin toxoplasmosis yüzünden ölmesi diğer bir etkileyici yanıdır filmin. mesela renton'un odaya kapatıldığı bölümde tavanda gezen bebek günlerce aklınızdan çıkmaz, çıkamaz. öyle garip etkisi olan bir filmdir trainspotting. requiem for a dream ile kıyaslamak da anlamsız olur o yüzden. filmin sonunda paraları alıp kaçan renton'a helal be ama spud'a yazık oldu dersiniz ki bunu dedikten bir süre sonra renton paranın bir kısmını spud'a bırakır.
    her sahnesiyle efsane bir filmdir. sürekli hareketlilik vardır, sıkılmazsınız.
    (bkz: perfect day)
  • izlemeyeli bir 10 yıl rahat olmuştu. defalarca izlediğim bu filmi bir de 1080p kalitesinde izledim dün akşam. yine mıhlandım koltuğa, yine ellerimi yumruk yapıp dudaklarımı yoldum bazı sahnelerde taaa ilk izleyişlerimdeki gibi...

    gerçekten müzikle sahne nasıl birbirine geçer? nasıl sarılır? birbiriyle nasıl sevişir ve tek olur? bir şey bir şeyden insanı nasıl deli gibi nefret ettirirken aynı anda o şeyi manyak gibi arzulatır?

    son kararım bu bir film değil sadece, başka bir şey çoook başka bir şey...
hesabın var mı? giriş yap