• bedri baykam'ın piyano çalan versiyonu
  • şimdiiiii. şöyle:
    tuluyhan uğurlu pek dinlememiş olsam da haydarpaşa garında konserinin olduğunu görünce, bir de akdeniz temalı olduğunu görünce; hadi bilet alalım deyip kelle başı 30 gaymeden sevdiceğimle biletlerimizi satın alıp gittik.

    ben x ülkede y yıldır z kadar konser izledim (ki buna abaza halk dansları gösterisi de dahildi) böyle rezalet görmedim. bu kadar popülist, bu kadar sığ, bu kadar kokoş hedef kitlesine hitap etmeyi amaçlamış ve entellüektellikten uzak bir gösteri de.

    hikaye şu: uğurlu bey kardeşim piyanosunu, grubundaki diğer müzisyenler de kendi enstrümanlarını çalarken 2 adet büyücek perdeye akdeniz hakkında slaytlar yansıtılacak. e mantık güzel. sorun ne?
    başlayayım.

    - öncelikle slaytları görmeniz lazımdı. hepsi google resim ara'dan bulunmuş, ki aralarında neredeyse windows wallpaperları kadar alışkın olduğumuz wallpaperlar bile dahil. hatta ucuz ramazan eşantiyonu boktan photoshoplu fotoğraflar. misal cami üzerine martı oturtmaca vs.

    - bu dehşetengiz slaytlar dönerkene de arkada afedersiniz times new roman mı desem, arial black mi desem, hiç alakasız bir fontta yazılar da dönmekte. bu yazılar akdeniz'i övüyor, yok işte akdeniz bir tanedir, medeniyetlerin beşiğidir, kıldır tüydür gibi. tamam bunda da mantık güzel. ama o dili bir görseydiniz. sanki resim sergilerine gidip, en boktan resme bile aaa ne güzelmiş deyip, empresyonist bir resimle ekspresyonist bir resmin farkını bile bilmeyip oturup evde dizi izleyen düz-kokoş teyzeler hedef alınmış. birkaç örnek:

    mitolojiden bahsederken tanrı mı dersin allah mı dersin. yahu sen orada hiçbir dinin temsilciliğini yapmıyorsun yahu. ülkemiz, dinimiz, dilimiz, kültürümüz. bir dur ya ben sağ kanat bir gösteri izlemeye gelmedim ki

    yağız bir at koşuyor fotoğrafta. yazı: akdeniz'in atları da pek meşhurdur.

    galileo'dan bahsederken cümle: canı pahasına felsefesinden vazgeçmedi.

    gel gelelim bu slaytlar müzikten uzak tuttu insanları. ve evet en özet cümle şudur ki: konser aslında turizm bakanlığının hazırladığı bir akdeniz tanıtım slaytları ve fon müziği gibiydi. bir de tuluyhan uğurlu ekstra sevecen, şirin olmaya çalışmaz mı! klarnet solosunda seyircilere dönüp parmaklarıyla üflemeli bir çalgı çalıyor gibi yapıp da sanki bir sihirmiş gibi insanların üzerine o sihri atıyor gibi hareketlerden tutun da, "bu şarkıdan sonra tüm mütevaziliğimizle buradan ayrılacağız" demesi mi, ve en sinir bozucu olanı her şarkıdan sonra orkestraya hadi kalkın selam verin demesi, bunu derken de iğrenç itici ve diktatörce bir el hareketiyle yapması.

    müziğe gelmek gerekirse, evet dinleyicisi çıkar muhakkak. ama o kadar ney'e ve sağlam bas'a rağmen bu kadar duygusuz olamazdı. her parçanın sonu gaz bir bitiş, her parça ayrı bir şov. yahu ben the wall mu izliyorum, michael jackson konseri mi izliyorum.

    ha bir de konserin başında en başında, perdede tuluyhan uğurlu facebook grubu reklamı çıktı. ne feysbuku lan?

    ha bir daha bir de yemin ediyorum saçlarını savurmak için uzatmış o bak şuraya yazıyorum.

    "akdeniz'in dünyaya kattığı en güzel şey çok sesliliktir, demokrasidir" gibi yorumlar yapıyor ara ara. ya evet öyle. arkamdaki kokoş teyzenin buna tepkisi: "çok doğru!" işte orada ben dışlandım. çünkü ben de dünya barışı istiyorum. insanlar ölmesin istiyorum. insanlar ölümsüz olsun.

    sonuç olarak ortaokulda, lisede kızları etkilemek için yaptığım yorumları, o tiyatral havayı yaşadım. valla o toplam 60 lirayla ne güzel rakı sofrası kurulurdu, telvine gidilirdi, sushi yenirdi, yapılıroğlu yapılırdı. tüh
  • http://www.tuluyhanugurlu.com/'da fazil say - tuluyhan ugurlu kapi$masi yapilmi$ti bir ara. bu adamin "bach benim idolum. beethoven, mozart ve rachmaninoff palavra. hicbir ozellikleri yok." cumlesi, gozumde sifir olmasini sagladi. ayrica acikhava konserlerinden birinde "mozart zaten delinin tekiydi, niye onun eserlerini calayim?" tarzi yakla$imi tiksindirmeye yetti de artti.
  • sanatkar, piyanist.
    tanım bu evet.

    web sitesine girdim ben tuluyhan uğurlu'nun. (hayır, kimse tuluyhan uğurlu'yu cümle içinde kullan demedi bana) tutkuları diye bir link vardı, tıkladım, başka bir sayfa açıldı. copy paste marifetiyle aşağıya yapıştırdığım uzun metin çıktı. zamanınız ve sabrınız varsa gerçekten okuyun. hayır bu yazıyı kendiniz yazmışsınız sayın uğurlu, belli, ama n'olur azıcık tevazu ya, biraz samimiyet, biraz doğallık ya..

    ************************

    "biz sanatçılar gökten zembille inmedik. halkın içinden çıktık." der.
    özel yaşamında o da sıradan bir istanbullu'nun yaşamını sürer.
    halkın içinde yaşamak ona ve müziğine gerçeklik ve sadelik katar.
    tuluyhan'ın yaşamı da müziği gibi her türlü yapaylıktan ve abartıdan uzaktır.

    tuluyhan için sabah genellikle öğle saatlerinde başlar. gece onun için çok değerlidir. günün ilk ışıklarını görmeden uyumamaya gayret eder. geceleri onun ürettiği, düşündüğü saatlerdir. alkolle arası iyi olmadığı için sabaha kadar elinde çay bardağı evin içinde dolaşır. bazen sabahın ilk ışıklarıyla uyanan insanların arasına karışmak için hiç uyumadan sabahı karşılar. sabah fırından çıkan ilk ekmekle kahvaltı etmekten, gece boyu çalışan şoförler, polislerle sohbet edip, sabahçı kahvelerinin çaycılarıyla muhabbet etmekten ayrı bir enerji alır. zamanını sıradan görünen ama duygu ve fikirleriyle zengin insanların arasında geçirir. eğer erken saatte bir randevusu varsa hiç uyumamayı tercih eder. çünkü birkaç saat uyuduktan sonra kalkmak onun için en ağır işkencedir. eğer onu uykusunu almadan kaldırırsanız korkunç olabilir. kendi uyandığı zamansa uykusunu almış bir bebeğin neşesi içindedir.

    övgüler tuluyhan için güzeldir ama, hiç ummadığı bir yerde, mesela bir takside, ya da bir büfede tost yerken (en iyi tostu büfelerin yaptığına inanır) gerçek türkiye'nin insanlarından biri tarafından tanınmak ona en büyük mutluluğu verir... hayvanlar, özellikle kediler ve sokak köpekleri yakın arkadaşlarıdır. sokak köpeklerinin insana sevgi ile baktıklarını söyler. dev kangalların inceliklerini uzun uzun anlatır. profesyonellere taş çıkartan köpek taklitleri yapar... evinin çevresindeki kedilerin hepsinin isimleri vardır ve kapı önünde uzun uzun onlarla ilgilenir. tuluyhan, yıllarca yoğun konser programları nedeniyle iyi bakamama endişesi ile eve hayvan almak istemedi ama 2004 mayıs ayı içinde dayanamayıp bir minik kedinin sorumluluğunu üslendi. kedinin adı bebiş konuldu.

    kadınlar ve aşk onun vazgeçemediği tutkularıdır. aşık olduğunu inkar etse de zaman zaman onu tutkulu bir aşık olarak görebilirsiniz. sevdiği kadının sürekli yanında olmasını ister. eğer kadının işi biraz ön plana geçerse hemen kırılır, ilişkiyi bitirir. aldatılmaya ve yapmacığa asla tahammülü yoktur. beraber olduğu kadınlarla ilişkisi bittiği zaman onların arkasından asla kötü sözler söylemez. birisi kötü konuştuğu zaman da buna çok kızar. yaşadığı güzelliklerin arılarına her zaman sahip çıkar.

    tuluyhan'ın hayatında detaylar, küçük aksesuarlar çok önemlidir. bulunduğu mekanı hemen kendine has bir ortam haline getirir. küçük biblolar, irili ufaklı mumlar, afişler ve özel koleksiyonlardan alınmış resimler... resim konusunda çok bilgilidir ve pek çok ressam arkadaşının orijinal eserleri evinin duvarlarını süsler...

    evine habersiz gelinmesinden, uyandırılmaktan nefret eder. komşu ziyaretlerini sever, tüm komşuları ile eski türk geleneklerine uygun ilişkiler içindedir. sık sık konuk ağırlar. bu insanlar bazen türkiye'nin önemli isimleri, bazen bir öğrenci ya da bir mahallelidir. hepsini sevgi ile karşılar... evinde yiyecek türünden bir şey bulunmadığı gibi içeceğiniz şeyi de seçmenize imkan tanımaz. kendisi sadece çay içtiği için konuklarına da istisnasız çay ikram eder.

    evde yemek pişirilmesinden hoşlanmaz. uzun uzun kurulan sofraları sevmez. önüne getirilen tepsi içindeki kahvaltı sofrası hiç bıkmayacağı en muhteşem yemektir onun için. gündüz mutlaka dışarıda evinin yakınındaki pastanelerde, kafelerde oturup karnını doyurur, bu mekanlarda saatlerce oturup büyük bardaklarla çay içer. gün boyu burada dostlarıyla, yeni insanlarla sohbet etmekten ayrı bir zevk duyar. akşamları eğer dışarıda yemek yememişse eve pizza, pide, hamburger gibi rahat yenilecek bir şeyler getirtir.

    atatürk'e tutkundur. fikirlerinin ötesinde onun yalnızlığı ile kendi yalnızlığı arasında yakınlık kurar.

    tarih ve dinler üzerine okumaktan hoşlanır. televizyonlarda belgeselleri, zaman zaman tartışma programlarını izler. elindeki kumanda aletini müthiş bir hızla çevirirken hiçbir şeyi kaçırmaz. pop müzik kliplerini oturup izlemez ama, şarkıcıların çoğunu tanır. kendi müziği dışındaki müziklere eleştiri getirmez, diğer klasik müzik eğitimliler gibi popüler müzik sanatçılarını küçümsemez, hatta bazılarını sever de... ancak türk halk müziği'nin ustalarına saygısı sonsuzdur.

    müzik olarak her zaman enstrümantal olanı sever. bunu açıklarken müziğin görevinin söz desteği olmadan dinleyiciye ulaşmak olduğunu savunur.

    genellikle ciddi konulardan konuşmaktan hoşlanmaz. çocuksu sohbetleri sever, gününe göre müthiş esprilidir. kendini ilgilendirmeyen konularda ortaya fikir atmaktan hiç hoşlanmaz. güncel konulardan çok kainatsal konulardan konuşmayı sever. bu derin konuları paylaştığı çok ender dostları vardır. bu dostları arasında bile fazlaca konuşmaz, onları dinlemeyi tercih eder. kendi fikirlerini ise genellikle kitlelerle paylaşmaktan hoşlanır. basın, televizyon röportajlarında ve sahnede farklı yorumlarıyla fikirlerini belirtmeyi tercih eder.

    dünyanın neresine giderse gitsin dönüşünde "işte dünya başkenti istanbul'a geldim" diyerek özlemle ve sevinçle evine koşar. ciddi bir istanbul fanatiğidir. istanbul'u sadece güzelliği nedeniyle değil, kültürleri en iyi biçimde kucaklayan kent olarak sever. istanbul hoşgörüsüne tutkundur.

    bir yanıyla yedi yaşındaki harika çocuk, bir yanıyla 150 yaşındaki bilge kimlikleri...

    bu iki kimlik tuluyhan'da sürekli çatışır.

    belki de onu herkesten farklı kılan özellikler bunlardır...
  • spinal tap'te aynısı var, hem de klavyeci rolünde.

    http://starringthecomputer.com/…spinal_tap_coco.jpg
  • vatan borcunu harbiye orduevi asansorunde odeyen richard clayderman degerli sanatcimiz tuluyhan ugurlu icin buyurmus

    "onun piyanosunu dinlemek, agustosta ibiza sahillerinde mevlid okumaya benziyor."
  • az önce facebook hesabında aşağıdaki sözleri yazmış sanatçı;

    "(çok soruluyor onun icin yaziyorum)...genc sanatci arkadaslarima:...sanatçi her an sifirla yaşamaya hazir olmali. çünkü sanatkar, hiçbir maddi menfaat gözetmeksizin üreten yaratici ruhtur. dünyevi hayatin siradan menfaatlerini kenara atarak sadece yaratmiş olduğu kendi dünyasinin estetiğini eserlerine yansitmayi amaçlar. yaratici ruhlar tarihin bir çok döneminde de rastlandiği gibi sistemi yönlendiren çevrelerle ters düşebilir. sistemi yönlendiren çevreler gerçek yaratici ruhu, sanatçiyi yok sayabilir, göz ardi edebilirler. bunun için sanatci her an sifirla yaşamayi bilen kişidir. bunun riskini almayan sanatla uğraşmasin. gitsin başka seyler yapsin . ama şu bilinsin:sistemi yönlendirmek isteyenlerin saltanati öldükleri gün biter. sanatçinin saltanati öldüğü gün başlar. çünkü yaratici ruh ölümsüzdür..."
  • bir süre önce yazdığım ama nedense kenarda beklettiğim bu entry'i hatırladım bugün bana gönderdiği gösteri daveti sebebiyle. kısmet bugüneymiş:

    "piyano aşkı anlatıyor" adlı, semazen destekli konserine katıldım sirkeci'de. bir piyano konserine gidip sinirleneceğim hiç aklıma gelmezdi.

    --- spoiler ---

    iki dev ekran arasına kurulmuş bir sahne hayal ediniz ve dev ekranlarda sürekli dönen bir powerpoint sunumu. sunum internetten indirilmiş fotoğraflar üzerine özensiz bir biçimde yazılmış yazılarla ve kimisinin kaynağı şüpheli alıntılarla donatılmış. aşkı anlatmak için kalbi incelemek gibi bir fikirle başlanıyor. edebiyatta, sanatta, inanışlarda vs. kalp nasıl ifade edilmiş inceleniyor. sonra iş çığırından çıkıyor. kalbin hacmi, aort damarlarının fonksiyonu, pompalama gücü gibi bilgiler lise ders kitabı açıklaması tadında akmaya başlıyor slaytlarda. bununla da yetinilmiyor, kalp beyinden daha hayati ve önemlidir fikri dayatılıyor. bunu yaparken bilime çok kulak asılmaması tavsiye edildikten çok kısa süre sonra bir üniversitenin yaptığı bir araştırma örnek gösteriliyor. sonra dostlar alışverişte görsün şeklinde bir sema gösterisi ve yeniden slayt gösterisi. slayt gösterisinin ikinci kısmı istanbul'un ne kadar güzel olduğu temasıyla başlıyor. ordan, anlaşılabilecek biçimde, mimar sinan'a geçiyor. sonra işler yine sarpa sarmaya başlıyor. vatanını çok seven anadolu insanı başlığı altında truva'ya, ordan toroslar'da toplu intihar eden bir kavme geçiliyor. tam bunlar nerden çıktı derken, ekranda atatürk ve latife hanım beliriyor. çok hassas! seyirci hemen histerik bir alkış koparıyor. sonra da latife hanımın atatürk tarafından terk edilmesine ve büyük sıkıntılara katlanmasına rağmen nasıl dik duruşunu bozmadığı konusuna geçiliyor. nevhibe inönü'ye yazıdığı bir mektupta nasıl "vatandaşlık haklarının yerelere saçıldığını" anlattığı da yine ekleniyor slaytlara. dönüp demin alkış koparan seyirciye bakıyorum, tık yok. bütün bunlar nasıl aşka bağlandı, bana verilen mesaj neydi acaba diye düşünüyorum. bana anlamlı gelen bir cevap yok.

    --- spoiler ---

    özetle, özensizlik, kaos ve çelişkilerle dolu bir gösteri. bir daha kendisiyle karşılaşmamak dileğiyle.
  • bir konserinde piyanonun tuşlarından birini kırıp konseri erken bitirişine şahit olmuştum. hala düşünürüm nasıl becerdiğini.
  • piyano çalan furkan bölükbaşı'dır kendisi.
hesabın var mı? giriş yap