• aslına bakılırsa, yüz yüze konuşulduğunda bu belli olmuyor. belki internet olmasaydı, anonimlik olmasaydı asla belli olmayacaktı.

    birisi youtube'a müziğini koyuyor altında bir sürü küfür. şimdi epic fail bir icra olsa tiye alırsın ama sıradan bir iş işte. beğenmeyebilirsin, hatta berbat bulabilirsin. ama bunu kişiselleştirip ağız dolusu nefret kusmak da nedir?! periscope'a giriyorsun; yayıncı bizdense yine aynı kin, nefret. gerçi bunun karşıtı olan vıcık vıcık yağlama da kötü. işte insani bir duruş sergileyemiyoruz; normal değiliz nickler ardında, monitör başındayken. her bulunduğumuz yerde, ilk fırsatta düşük profil sergiliyoruz.

    sokaklar, trafik, iş ortamı da böyle aslında. kişilerin; buraya dikkat çekmek istiyorum; bizi bağlamayan; kendi hayatlarına dair iş ve uğraşları nedense bizi de geriyor ve herkes birbirinin arkasından ölümüne konuşuyor. yüz yüze iken yine bir şey yok. bir kere insanlar niye başka hayatlara bu kadar müdahil; niye bu kadar kafaya takıyor ve niye çekemiyor; bunları anlamak da mümkün değil.

    türkiye'de insanlar mutsuz ve sevgisiz; sokakta öpüşenlere, mutlu olup gülenlere bu yüzden bozuluyorlar. bir değil de iki şey sorduğu için, müşterisine küfür ediyor esnaf, adamcağız kapıdan çıktıktan sonra. nasıl canım sıkılıyor anlatamam. birader ağzın mı eskidi; iki soruya cevap verdin diye?! dediğim gibi cevabı tam kestirilemeyen, acayip bir eğlencesizlik, monotonluk, sinir stres bu.
  • nurdan gürbilek'in kötü çocuk türk'te ağlayan çocuk resmi ile ilgili bir saptaması vardı. bu kitsch resmin 80'lerden itibaren bu kadar çok "trend" olmasında çok temel bir neden var: hepimizin içi çok buruk. içine doğduğumuz ailenin reisi olan baba, şefkatten ve merhametten oldukça yoksun bir profile sahip. genelde kızar, bağırır, döver, aşağılar, ortalıkta görünmez, başına buyruk yaşar, "karıya" gider, çocuklarının rızkını sigaraya, alkole harcar, ortalıktan kaybolur, annemizi gözümüzün önünde aşağılar, döver. babalarımız bizi sevmiyor; bırakın babalar günü şatafatlarını. babası tarafından gerçekten müşfik bir temasa "layık" görülmüş o kadar az çocukluk var ki... baba saldırgan, ruhsuz, sefil bir yabani gibi dolanıyor duruyor. türkiye'nin "paternalist" bir toplum yapısına sahip olduğu düşünülecek olursa, bu babanın gökten zembille inmediği, bizatihi "devlet baba"nın bu özelliklere haiz olduğu görülecektir. biz tepeden tırnağa gudubet bir babaya batmış durumdayız. 2017 senesindeyiz ve hala "acı çekme" bir numaralı trend konusu. instagram'da "yarine kavuşamayan delikanlı"lar için sigaralar yakılıyor, garibanlık öyküleri hot topic oluyor, efkar dolu bitirim ağız tabloid edebiyat dergilerine hit kazandırıyor. mazlumluk, bitkinlik, tepetaklak olmak hala fiyakalı gözüküyor. e bu kadar "patolojik" bir atmosferde sevgi değil, hep intikam, rövanş, meydan okuma konuşuluyor.
  • star wars fanlarının hazırladığı bir öykü vardı. darth vader'ı sevmeyen dark side hizmetkarları, bir yolunu bulup darth maul'u hayata döndürür ve palpatine'in sesini taklit ederek maul'un onu beklediği bir gezegene gelmesini sağlar. bir düello olur ve darth vader, darth maul'u öldürür. oraya toplanan dark side hizmetkarları, "ama nasıl olur? darth maul herkesten ve her şeyden nefret ediyordu, onun öfkesini nasıl yenebilirsin?" diye sorar şaşkınlık içinde. darth vader, "ben kendimden nefret ediyorum, öfkemin kaynağı bu" der.

    star wars fanı olmadığım için öyküyü tam aktaramamış olabilirim, ama özü bu şekildeydi. türkiye'de çoğu insanın sorunu da bu: işinden, eşinden, arkadaşlarından, çocuklarından, arabasından ve bunları değiştiremediği, mahkum olduğu için de en çok kendisinden nefret ediyor.

    hiçbir nefret, insanın kendisine duyduğu nefret kadar büyük değil. eğitim seviyesi arttıkça da değişmiyor sevgisizlik ve zorbalık. bu kadar büyük bir sorun nasıl çözülebilir, bilmiyorum.
  • kimse kendini sevmiyor.

    o kadar eleştirilmişiz, o kadar yaptığımıza karışılmış ki; sevmiyoruz kendimizi. kendini sevmeyen başkasını nasıl sevsin? başkalarını nasıl mutlu görmek istesin? bu yüzden vuruyoruz yumuşak karnına çevremizdekilerin, hunharca biz de eleştiriyoruz, kusuyoruz nefretimizi...

    milletçe bir karar alsak; kimse kimseyi sahip olduğu kimlikten dolayı eleştirmese. 1-2-3 tıp desek bu konuya. bize olan oldu, belki sonraki nesiller yargılanmamayı / yargılamamayı öğrenir, daha mutlu olur.
  • bir ya da iki nesil öncesi toprakla uğraşan insanların şehir hayatına adapte olmaması.

    kısacası, sonradan görmelik.
  • güzelliğin yok denecek kadar az olmasının sonuçlarından biridir.

    sevgisizlik ve nefret, çirkinliklerden beslenir. türkiye, pek çok bakımdan çirkinlik içinde. istanbul, ankara, izmir gibi büyük şehirler başta olmak üzere genel olarak şehirler düzgün, estetik değeri yüksek yapılara sahip değil. genel olarak bozuk şehirleşme, estetikten yoksun ve yayılmacı eğilimli gecekondulaşma, yol ağlarının kullanışsızlığı ve bozukluğu, son yeni nesil 'bilmem ne şehirlerin', 'bilmem ne evlerinin' dahi zevksizlik anıtı gibi yükselmesi, insanların hayatından güzelliği alıp götürmekte.

    sanatın ilk izleri, mö. yaklaşık 40.000-35.000 yıl öncesine dayanıyor. yani yontma taş devrine. bu da homosapiens'in ortaya çıkmasıyla ilgili. mağara yazıları homosapiens'in sanattaki ustalığını kanıtlıyor. homosapiens ortaya çıktığında, az gelişmiş neandertal insanlar da var; ancak homosapiens'in sanattaki ustalığına karşın neandertal insan, varlığını sürdüremiyor ve kesin olarak soyu tükeniyor; çünkü sanatın varlığı, aynı zamanda daha yüksek zekâ anlamına geliyor. homosapiens sanatla uğraşıyor. dünyanın pek çok yerindeki mağaralarda, yontma taş devri'nden kalma sanat eseri değeri taşıyan kalıntılar bulunuyor. homosapiens, neandertal insanları gibi yok olmamıştı; çünkü o güzelliği yorumlama araçlarından biri olarak sanatı keşfemişti. mağaralarda - ki insanlık buzul çağını mağaralara sığınarak atlatmıştı - hayvan tasvirleri, erkek yüzleri ve kadın görüntüleri vb. çiziliyor ki resimlerin yanında soyut işaretler de bulunuyor. uzmanlar, bu soyut işaretlerin "imza" olduğuna karar veriyor. yalnızca mağara duvarı resimleri değil, kemikten veya taştan ev süslemek amacıyla yapılmış küçük eşyalar da bulunuyor ve kadın süsü olduğu düşünülen takı değerinde eserler de.

    homosapiens, başarıyor. küçük eşyalar ve duvar resimleri yerini, zamanla görkemli yapılara, gösterişli şehirlere bırakıyor ve birbirinden ilham alınarak mimari harikası eserler veriliyor. örneğin: venedik'teki san marco bazilikası, bizanslı mimarlar tarafından havariyyun kilisesinden(on iki havari kilisesi) esinlenerek tasarlanmış. bizanslı mimarlara ilham veren havariyyun kilisesi, ne yazık ki istanbul'un fethi ile korunmuyor ve harap durumda olduğu gerekçesiyle yıkılıp yerine fatih camisi ve külliyesi yapılıyor.

    san marco'da kendini belli eden gotik mimari ise sonrasında daha da gelişerek güzelliği kavranabilir kıldı. o zaman avrupa'da krallar, papa, kent halkı, rahipler sınıfı kısaca hemen herkes, kendi olanakları dahilinde adeta "güzelliği keşfettik, koşun gelin." diyerek inşaat coşkusuna katıldı. yaratıcı atılım durdulamıyor ve bu bir yükselme. böylece güzelliğin doruk noktası olan rönesansın da temelleri atılıyor.

    şehirler güzelleştiğinde yalnızca şehirler güzelleşmez. kadınlar da erkekler de çocuklar da hayvanlar da güzelleşir. herkes ve her şey güzelleşir. güzellik ise ilham verir. bütün o gotik yapılar inşa edilirken eminim, kadınlar daha güzel giyinmeye ve güzelleşmeye başlamıştı. erkekler de belirli bir stil sahibi olmuştu. evler ve insanın uğradığı her yer de güzelliğe adanmıştı. güzel kıyafetler, güzel parfümler, güzel evler, güzel ev eşyaları... insanlar, sanatla birlikte güzelliğin değmediği bir tek yer kalsın istememiştir. sonunda ise güzel müzikler, güzel edebiyat eserleri, güzel tablolar, anıtlar ve hepsinin birbiriyle ahenkli etkileşimi gerçekleşmiştir. tabi bütün bu güzelliklerin içinde insan da güzel olacaktır. sevgi dolu, kendini seven insanlar.

    sanat ve güzellik bir taşın üzerinde de kavranabilmeli. bir kaldırım taşında bile ifade edilebilmeli. türkiye'de insanlar, baktığı her yerde, en kalitesizinden yapılar görüyor ve göz okşayıcı yapılardan mahrum. çirkin apartmanlar, daracık ve pek de temiz tutulmayan sokaklar her yerde. ağaçlar ise vahşileşmiş şekilde kesiliyor ve kimsenin sesi çıkmıyor. istiklâl caddesi'nin eski halini beğeniyorduk; çünkü hem tarihi yapılar ve binalar hem de ağaçlar vardı. bunlar gözlerimizden beynimize ve sonra kalbimize uzanıyordu ve bu da aslında bir ruhtu, ruhu olanlar için.

    güzellik, homosapiens'in neandertal insana karşı kazanmasını sağlamıştı. biri, var olmuş ve bugüne kadar gelmiş; diğeri ise tamamen ortadan kalkmıştı.

    özellikle büyük şehirlere bakmak gerekir. insanlar bir yerden başlamalı. mimari yoksa hiç olmazsa kendinden ve kendi evinden başlamalı.

    çoğu kadın ve erkek, güzelliği istiyor; ancak güzellikte 'hazıra konmak' da istiyor, yani güzelliğin zenginlikle mümkün olabileceğini ya da doğuştan geldiğini düşünüyor. güzellik, evet, doğuştan geliyorsa da sonradan da kısmen elde edilebilir. güzel giyinmek ve stil sahibi olmak için ille de çok para gerekmez. oysa insanlar, güzel ve stil sahibi olarak giyinmenin çok para gerektirdiğini düşünür. aslında bu yalnızca tüketmeye adanmışlıktan kaynaklanan bir başka zevksizlik örneği. yaşadığımız şehirler görsel bakımdan çirkin olunca insanlar neredeyse pijamayla sokağa çıkacak hale geliyor. hemen herkes, özel bir kıyafet aramaksızın mağazalarda bulabildiklerini üzerine geçiriveriyor. bir stil oluşturulamamış; çünkü sanat yok, güzellik yok ve ilham yok. insanların yaşadığı evler daha da içler acısı. ev mobilyaları, o sene hangi mobilyalar modaysa o. sanat zevki ise koltuğun kolluğuna dantel bir örtü sermek ya da kütüphane olarak kullanılacak alanı biblolarla dolduracak kadar. deli s.ki gibi evler... bu devirde hâlâ balkona asılan çamaşırları saymıyorum bile.

    insanların hayatında güzellik olmadığı için, elde edilebilecek güzellik paranın varlığına bağlandığı için sevgisizlik de nefret de giderek artmakta. hemen her gün, spor yaparken piknik veya mangal yakmak için deniz kenarına koşan insanlar görüyorum. kadınların da erkeklerin de ellerinde bim veya bakkal poşetleri. gerekli malzemeler, hazırlanan yiyecek-içecekler bu poşetlere doldurulmuş. poşetin içinden belli olan veya görünen küçük tüpler. bu insanlar, güzel bir piknik çantası almayı akıl edemiyorsa güzellik yok demektir. o zaman piknik niye var? onu da anlamak zor. anlıyorum da yazmayayım şimdi.

    skinny jeansleri ve pantolonları ise herkes giyiyor. evet, moda ve çok da çirkin bir moda; ancak kimse ilk gördüğü mağazaya girmek zorunda değil. güzel ve özgün kıyafetler arayınca bulunuyor. herkes birbirine baksa, aynı pantolonları görür. yani siyah skinny pantolonlar. güzellik paranın varlığına bağlanınca kadınlar ancak daha çok parayla daha güzel olacağını düşünüyor, bu nedenle zengin koca avına çıkıyor; erkekler de ancak zengin olunca güzel kadınları elde edebileceğini düşünüyor ve o zaman da içi kadınlara karşı nefretle doluyor. emek vermeden "hazıra konmak" da böyle bir şey. sonuç ise kaos, sevgisizlik ve nefret.

    bütün bunların nedeni de güzellik ve sanatın olmaması. aksine türkiye'de yükselen arap hayranlığı eğilimi ve islam dininin de pek çok bakımdan yetersizliği ile her türlü güzellikten de estetikten de hatta ve hatta zekâdan da giderek uzaklaşılması. e, tabi sakalı, cübbeli, kokan adamlara bakıp mı ilham alacaksınız yoksa pardösülü ve tesettürlü kadınlara mı? ya da kilim desenli bilmem ne oğulları apartmanı? yerlerdeki çöpler ve ağızdan, burundan çıkmış şeyler? sokak ağzıyla konuşan siyasetçiler? piknikçilerin, mangalcıların taşıdıkları bakkal poşetleri? sahillere her türlü estetikten yoksun olarak yayılmış insanlar? estetikten yoksun arabalar ve akıllı telefonlar? sosyal medya ağlarında küfürler? birbirinin aynısı giyinen ve aynısı yaşayan insanlar? davul - zurnalı düğünler? bele kırmızı kurdele bağlanarak içine edilmiş gelinlikler? arabesk müzik? kalitesiz televizyon programları? zevksiz ve tıpkı insanların giyimi gibi stilden yoksun evler?

    insanlar yüzlerinde daha fazlasını isteyen mutsuzlukla dolaşıyor. bu arada o "daha fazla" her şey olabilir. en iyisinden en kötüsüne.
  • çekememezlik, bastırılmış duygular, ötekileştirme ve incinmiş gururlar başını çeken sebeplerdendir.
  • 2000'li yıllar sonrası daha da belirgin şekilde halkın ayrıştırılması şuan 80 öncesinden daha beter bi durum var. şimdi sağ görüşlüler bile kendi içinde farklı gruplarla birbirinden nefret ediyor.
  • küçük yaştan hep kendinden olmayanı kötülemedir.

    aman evladım o alevi konuşma aman yavrum o kürt arkadaşlık etme aman çocuğum onların ailesi alkol kullanıyor uzak dur aman yavrum onlar tutucu görüşme.
    o dinsiz bu şerefsiz şu vatan haini şu tarikatci..
    yeter ya sen gibi olmayan insanları karalamayin artık. kimsenin iç dünyasını bilmeden yargilamayin kötülemeyin ve çocukları böyle yetistirmeyin. o temiz beyinleri yikamayin.
  • vedat türkali'nin anlatımı ile

    "çıkarlarımızdan, hem de günlük çıkarlarımızdan başka ölçü yok ki elimizde, vermemişler ki..."

    (bir gün tek başına)
hesabın var mı? giriş yap