• kalabalık bir grupla yolda yürüyorsunuz, siz arkada kalırsınız ve bunu kimse fark etmez.
  • topçular eskihisar feribotlarının tuvaletleri.

    insanların refakatçileriyle gittiğini gözlemlediğim tuvaletlerdi bunlar. kapıları alttan mantarlanarak çürümüş ve açılmış; tahtası şiştiği ve menteşesi çöktüğü için asla tam kapanamayan, kapatılmaya çalışıldığında mutlaka açıklık kalan; kapı kolunun yerinde kocaman bir delik bulunan tuvaletler...
    eğer yolculuk öncesi ihtiyaçlarınızı giderecek kadar vaktiniz olmadıysa, ilk otobüse atladıysanız, yaz sıcağında su içtiyseniz ve yanınızda kimse yoksa yandınız yani...

    annesi, babası, bir arkadaşı, bir akrabası, eşi, sevgilisi veya çocuğu kapı nöbetinde bekleyen "normal" insanları kıskanırken bulursunuz kendinizi...
  • istinyeden emirgana doğru şöyle bir yürüyüp bir banka oturmuştum.bir adam vardı bir kadın kolkola volta durumunda,sakin ve güleç yüzleri...bir cocuk,annesi elinden tutmuş,sevimli...başlarını omuzlarına yaslayan sevgiler vardı,aşk vardı anlayacağınız...balık tutan bir kaç adam...herkes genç,yaşlı,çocuk,kadın bir yerden tutunuyorlardı,birilerine tutunuyorardı,birilerini tutuyorlardı ya da ne derseniz artık..."birbirlerini,birbirlerine..."
    adamın kadını vardı kadının adamı...
    kızın başını yaslayacağı bir omuz vardı,oğlanın okşayacağı saçlar...
    çocuğun annesi vardı,annenin evladı...
    balık tutanların oltaları vardı balıkları vardı...
    balıkların bile kendilerini tutacak insanları vardı...
    oturuyordum bankta...
    diyordum atlasam şu denize ya,karşıda ışıldayan fenere ulaşsam,iyi bir ıslansam...
    ya diyordum sen nesin bu şehirde?kimsin? kime tutundun kim sana tutundu ey bozguncu ?
    ben bunları derken,kendime sorarken ya istanbul dile gelse? sen yalnızsın...banada tutunamassın...
    ben sana tutundum istanbul yinede yalnızlığın en güzel oldugu yersin işte sana inat...
  • (bkz: eksi sozluk)
  • sualtinda, o mavi ortamin sessizliginde gercekten yalnizligi yasayabilirsiniz veya yarı-karanlik bir sokakta, gidip gelen bir sokak lambasinin isiginda da korkuyla kol kola bir yalnizlik hissedebilirsiniz, bunlardan ayri olarak günesin dogusunu seyrederken gune dogan gunesle birlikte yalnizligi da görebilirsiniz.
  • ev tasirken. ulan 1 kisi de ucundan tutsun.
  • içi buz dolu mavi cam bardaklarmış gibi görünen ayakları ve büyük larousse'un 3 numaralı cildi (cad-eta..., laciverttir kapağı, üzerinde yaldızla büyük larousse yazar) gibi tabla kısmı olan tam önümdeki masanın ( hani mis gibi tutkal kokar ortasını koklarsanız -hayır bağımlı değilim- tıpkı sayfaların orta yeri gibi) üzerinde yaklaşik otuz yıllık tahta bir sandalye var. bir zamanlar beyazmış ya da beyaza boyanmış geçmişte ama şimdi doğal rengi hakim. oturulup kalkılmaktan değil tutulup sağa sola çekilmekten, taşınmaktan yıpranmış. gıcırdıyor her yeri rüzgar estiğinde, üstündeki yükün ağırlığı ve dengesizliğinden. ayak uçları ıslandığından hep yıpranmış. her iki ayağının arasında kavis çizen bir bağlantı parçası var. dört adet çubuktan oluşan sırt bölümünün eğimi halen çok düzgün.

    oturak kısmının iç boşluğunda tahtadan bir kutu duruyor, kapalı bir kutu. doğal görünümlü, ceviz olabilir malzemesi. üstü dolu olduğu için ve ön tarafındaki asma kilit yüzünden açılıp içine bakılması imkansız. neredeyse tam bir küp şeklinde. kutunun üstünde 33lük plaklar var. uzunçalar, lp ya da longplay derlermiş bunlara. nini rosso'nun "non dimenticare"si, the immortal walker brothers'ın "dancing in the street"i, james brown'un "reality"si, elton john'un "a single man"i var kenarlarından okuyabildiğim kadarıyla. yirmi-otuz plak var böyle üstüste duran. üstlerinde de marionette marka portatif bir pikap, dedeminkinin aynısı. tahta bir kutu şeklinde ama sağındaki ve solundaki mandalları açarsanız kutunun yarısı kutudan ayrılarak iki hoparlöre dönüşüyor. kutunun geri kalanı da pikabın kendisi zaten. üç-dört tane düğmesi var çevirilebilir gibi duran.

    pikabın üstünde iki tane plaj havlusu var çok tanıdık ve geçmişe ait. biri lacivert biri kırmızı ağırlıklı. lacivertin üzerinde sıcak hava balonlarının resmi var dokuma teknolojisi ile yaratılmış. dört tane balon çeşitli uzaklıklarda, tuhaf bir şekilde aynı hizadaki yerleri aynı renklere boyanmış. kırmızı havluda bir dün batımı ("gün batımı" yazmak isterken yanlışlıkla oldu, ama daha güzel olduğu için düzeltmedim) resmi var yine dokunarak ortaya çıkartılmış. balonlu havludan daha tuhaf bir şey de güneşin aynı balonlar gibi renklendirilmiş olması. sanırım dokuma teknolojisinin bir hatası bu (bug). yumuşak havlular içine yumurtlanmak için bir kuş -çok büyük olmayan ama epey büyük olan gri, beyaz, siyah renkler ağırlıklı olmak üzere havada belli belirsiz görebildiğim kuşun gölgesi önümden geçti az önce- tarafından hazırlanmış bir yuvası gibi, üstlerine yığılmış olan misketleri kavramışlar. üç boy misket var normal misketler, büyük "baş" misketler ve oynanmayacak büyüklükteki iki adet küçük misket. ikisinin içinde de bütün misketlerde olan o şekil var. rüzgarda uçan bir yaprağın görüntüsüne hayran mı kalmış cam ustası, bu yüzden mi bütün renklerle elindeki bütün misketlerinin içine birer sonbahar yaprağı saklamış? yoksa kümesin etrafından geçenlere saldırıp ortalığı ayağa kaldıran bir horozun ışıkta rengarenk parlayan tüyleri mi yine havada uçuşanlar? bu iki misketin birinin içinde kırmızı birinin içinde yeşil bir yaprak var. bir diğerinin içindeki şekil belli belirsiz gri-mavi renkte. sigara dumanı gibi. misketlerin üzerinde bir sağa bir sola giden düşmek üzereyken içindeki suyun hareketi ve etrafa saçılmasından mıdır nedir bir türlü düşmeyen bir akvaryum ve içinde bir sürü balık. tetralar, neonlar, japonlar, pangarsuslar, melek balıkları, black mollyler, ay mollyler, lepistes var bir iki tane. kahverengi alüminyum kapağın üzerinde tabanı ve lamba bölümü turuncuya boyanmış sacdan, gövdesinin yarısı parlatılmış paslanmaz bir malzemeden yarısı da büyükçe bir yaya sarılmış siyah kumaştan yapılmış bir masa lambası var. turuncu bir açma-kapatma anahtarı paslanmaz kısmın tabanla birleştiği yere yakın bir şekilde konumlandırılmış. yanan lambanın kenarına asılmış zarfın arkasından vuran ışık zarfın içindeki küçük anahtarın seçilmesini sağlıyor...ışığı kapatıyorum.

    bu kadar detayı hatırlayacak ve hatta ezberleyecek kadar yalnız kalabiliyor insan, bazı yerler bunu ispatlıyor. oysa birkaç kiş daha olsa o an yanında, üzerinde eski eşyalar olan bir masa olarak bile hatırlanmayacaktı hiçbiri. kısaca insan yalnızsa, her "yer" bunu yüzüne vuruyor.
  • hastane odasi.
    en cok sevdikleriniz bir an bile yaninizdan ayrilmak istememesine ragmen hisseder insan yalnizligi burda, bi de herkes gittiginde gecenin karanliginda isil isil duran sehr i istanbulu seyrederken dank eder yalnizlik nedense...
  • -aldatıldığını öğrendiğin anda bulunduğun mekan
    -üniversiteye ilk başladığında yurt odası
    -terkedildiğin anda bulunduğun yer
    -ıssız adaya düşen biri için adanın heryeri
hesabın var mı? giriş yap