• aytuğ akdoğan'ın sunduğu ve youtube üzerinden yayınlanan program. flu tv işlerinden biri. edebiyat ve sanat üzerine eski/yeni bilgiler öğrenmek için izlenebilir.

    şahsi görüşüm: başarılı.
  • var olmak algılanmaktır isimli programını çok samimi buldum. karşımda sanki kendim konuşuyor muşum gibiydi. sürekli zihnimde yaşadığım fırtınanın özeti döküldü aytuğ'nun ağzından.
  • "kolonoskopide bir şey çıkmadıysa çıkıncaya kadar tekrar ettirin."
    [yazar burda, hastalık hastalarının kendilerine yaptığı şeyi, yekten önermiştir. sözün alıcı kitlesi hastalık hastaları.]

    (bkz: şair burada ne demek istemiş)
  • bugün son bölümü yayınlanmış olan, yazar aytuğ akdoğan'ın 33 bölümlük flu tv serisi. aytuğ akdoğan'ın her bölümde kendince seçtiği konuları yine kendisinde uyandırdığı duyguları ve sahip olduğu fikirlerle bize sunduğu fikir çorbalarından oluşan 33 bölüm, 33 farklı çorba. bir de sonda aytuğ'un seçtiği bir şiirin tanıdığımız birileri tarafından okunduğu kısımlar olurdu, çok severdim.

    son bölüme özel de daha önceden de (bkz: alper hasanoğlu)'nun dahil olduğu "arınma gecesi" ile aynı formatı tercih etmişler. formatın ilkini izlemek/dinlemek çok keyifliydi. 3 karakter muhabbet ederek herkesin ilgisini çekebilecek, arkadaşlarınızlayken sesli düşünebildiğiniz zamanlardaki gibi bir ortam ile 40 dakikaya yakın bir program olmuştu.

    yeni bölümü izlemedim henüz. başladım da dayanamadım. önceki bölümlerde ilk ben izleyeceğim heyecanı ile koşa koşa izleyen ben bu sefer doya doya izlemek istiyorum. bir anda birine/bir şeye ulaşamaz hale gelmek insanı sakat bırakabiliyor alıştıysanız.

    okunursa diye yazayım, birçok bölümünüzü keyifle izledim. izleyemediklerime de bakıp buraya en sevdiğim kısımları not düşeceğim. elinize sağlık flu tv.
  • aytuğ akdoğan'ın kendine has tarzı ve üslubuyla ürettiği içeriklerden oluşan programdır. edebiyat, felsefe, sanat ve insan psikolojine dair işlediği konularla 33 bölümün tamamını izlettirmiştir.

    özellikle program akışının dışına çıkarak seyirciyle dertleştiği 23. bölümü çok sevdiğimi söylemeliyim. michelangelo'dan ismet özel'e, şule gürbüz'den tan babür'ün “içimizden bazıları anlam istedi” şiirine kadar varoluş sancılarını iliklerimize kadar hissettirdiği bu bölüm, oldukça değerli benim için.

    hele özgür emre yıldırım'ın bölüm sonunda okuduğu bu şiiri kaç kez dinledim bilmiyorum. aşağıdaki müthiş sözleri barındıran şiiri keşfedip bizlerle buluşturan aytuğ akdoğan'a da ayrıca teşekkür ediyorum.

    “isteyerek bitmediğimiz bir kıyıda, yavaşça soğuyarak beklediğimiz anlaşıldığında, içimizden bazıları anlam istedi.”
  • flu tv youtube kanalında (bkz: aytuğ akdoğan)’ın edebiyat temasıyla zihinsel ve duygusal kayboluşlarını paylaştığı, final bölümü yayınlanmış oynatma listesi.

    youtube - yazar burada ne demek istemiş?

    "kelimeler birbirimize ulaşıyor ama anlamlar ulaşmıyor" kimsenin birbirini tam anlamıyla anlayamayacağını düşünüp üstüne bir de üzülüp o zaman niye bu anlatma/anlaşılma çabası hepsi beyhude dediğim bir konuydu..” dendi.

    özetle aytuğ akdoğan daha fazla anlatmasına gerek olmadığını, bu nedenle bitirdiğini söyledi.

    ben ikna oldum.
  • önemli not: gereksiz uzun, bi o kadar da uyduruk ve kişisel bir yazı. bünyenizde sinirlenme veya gıcık olma sebebiyle yeşillendirme ihtiyacı hasıl olacağını tahmin ediyorsanız, lütfen okumaya tenezzül dahi etmeyiniz.

    başlığa youtube'taki bir programın ismini taşıması sebebiyle ona dair entryler girilmiş. eğer mahsuru yoksa ben doğrudan sorunun üzerinde durmak istiyorum. mahsuru varsa da yapacak bir şey yok, zaten gecenin bir yarısı gireceğim için çok bir yer kaplamayacağını ümit ediyorum. hatta bu sebepten mütevellit şuursuz bir şekilde bolca saçmalama özgürlüğü tanıyorum kendime. öyleyse neden boş bir sayfaya yazıp, bir kenarda tutmuyorum? çünkü bir kişinin bile okuyacak olması ihtimalinin vereceği küçük tatmine sığınıyorum.

    girizgahta sıkışıp kaldım, bir türlü asıl konuya giremiyorum. asıl konuya girmek o kadar önemli mi, ondan da emin değilim. zaten önemli olan ne ki diyerekten biraz daha gereksiz bir şekilde uzatıp, basit bir tribe girmeyi de ihmal etmek istemiyorum. çünkü gecenin sabaha olan uzaklığının yarısında kendime basit alan açmak keyfini fazla görmemek konusunda kararlıyım, sanırım.

    sizce yazar yukarıdaki zırvalarında ne demek istemiş?

    yazar yazmış. muhtemelen ne demek istediğini yazmış. ama galiba ne demek istediğini iyi bir şekilde ifade edememiş olacak ki üzerine ne demek istediği konuşuluyor. o zaman yazar neden yazıyor?

    sanırım demek istediklerimizi dile getirmek pek de kolay değil. belki de mümkün dahi değil. mümkün olma ihtimali de söz konusu. sonuçta demek istedikleri dilin çevresinde gelişiyor, o halde demek istenenleri dilden ayrı düşünmemek mi gerekiyor? bilmiyorum.

    başlık garip bir soru cümlesi. onun içinde bütün hayatı görebiliyorum. gördüğümü sanıyor olmam çok daha mümkün. öyle olmasında bir sorun olduğunu düşünmüyorum. bu kendimi kandırma halinden memnunum. bir sonuca varacağımı olan inancımın olmamasından kaynaklı olarak, hayali sonuççuklar yaratıyorum.

    sizce yazar burada ne dediğini zannetmiş?

    zannetmek veya sanmak: bir şeyin olma veya olmama ihtimalini kabul etmekle birlikte, olabileceğine daha çok inanmak.

    her şeyi zannediyoruz. gerçek bizim için zannettiklerimizden ibaret. bu sebeple belki de keskin doğrularım olmasın diye uğraşıyorum. iyi bir türkçem de yok. her fikrimin ifadesi olan dilimde iyi değilsem, nasıl keskin doğrulara sahip olabilirim ki? kim kendi diline doruklarına kadar hakim olabilir ki? o zaman kim demek istediklerini doğru şekilde ifade edebilir ki?

    sürekli bir anlama, anlamdırma çabası içerisindeyiz. bu yüzden yazarın ne demek istediği çok önemli. hepimiz yazarız ve hepimiz bozarız. bu yüzden bozarın ne demek istediği de önemli.

    sanırım en doğrusu, ne demek istenildiği üzerine tartışmak ve en sonunda yine ne demek istenildiği konusunda bir karara varamamak ve yine, yeni, yeniden tartışmaya devam etmek, ta ki bu karara varamama hali bizi çileden çıkartıncaya dek. ancak o zaman ne demek istenildiğinin bir zırvadan ibaret olduğunu anlar ve zırvaların hayatın en saf hali olduğu gerçeğiyle yüzleşebiliriz. o zaman fikirlerimizin ne kadar değersiz ve bir o kadar da biricik olduğunu fark ederiz. biz hiçbir şeyiz ve aynı zamanda her şeyiz. biz bizden başlar ve boşlukta biter.

    peki sizce yazar burada ne demek istemiş?

    zannediyorum ki bu yazı profilime fazlasıyla yakışacak. çünkü kimsenin hoşuna gitmese de çok samimi olduğum bu saatlerde yazmış olmam sebebiyle olabildiğince beni yansıtacak. yazdıklarımı okuyan sizler de nasıl biri olduğum konusunda daha çok fikre sahip olacak ve daha fazla başınız ağrımasın diye beni engelleyeceksiniz. (keşke hayat her yerde bu fırsatı sunsa ve bazı baş ağrılarını engelleyebilsek) öyle olacaksa şimdiden sizi kendi zırvalarıma maruz bıraktığım için özür dilerim. ama bu maruz bırakma eyleminin de beni mutlu ettiğini bilmenizi isterim. bu uyduruk davranışımla kendimi (anlamlandırmaya ve adlandırmaya olan saçma açlığım sebebiyle) cahil bir şekilde sadist olarak adlandıracağım sanırım.

    peki sizce bozar burada ne demek istemiş?
hesabın var mı? giriş yap