• yky'den 2013 yılında çıkan, 59 yazardan hayatta olmayan yazarlara yazılmış mektuplardan oluşmuş, editörlüğünü de murat yalçın'ın yaptığı bir kitap.

    fikir çok güzel. lakin okurken biraz, gönderilmemiş mektuplar tadı alıyor insan; yani ben kendi adıma, tümünde olmasa da zaman zaman o tadı aldım. ama örneğin, yazarların, tanınmış kişilerin birbirleriyle yazışmalarını içeren ve ölümlerinden sonra yayınlanan bazı kitaplara göre çok daha samimi. dedim ya, fikir güzel, hatta insanın sevdiği bütün yazarlara mektup yazası geliyor.

    yalnız benim gözüm sait faik ve halikarnas balıkçısı'nı aradı; kimsenin mi aklına gelmemiş onlara yazmak, anlamadım.
  • yeni rastladım bu kitaba. açıkçası kitapla ilgili evvelâ, acep ben kime, hangi yazara mektup yazardım, diye düşündüm. şimşek gibi çakan ilk isim sait faik oldu... meğer 59 yazar içinde kimse yazmamış ona. bir yandan hazin, şu açıdan güzel: bencağıza bırakmışlar demek ki... daha vakit var ama ustacığım, azcık bekle...

    sait faik'le aramızda bir istanbulluluk meselesi var. rindlik, adalılık, balıklarla ve balıkçılarla ülfet, istanbul avareliği var... sait faik, 63 sene evvel bugün, 11 mayıs 1954'de rahmetli oldu. tuhaf, daha geçenlerde şu döküldü ağzımızdan: bereket, 1955 6-7 eylülünü görmedi ve 1956'da başlayan menderes yıkımlarını görmedi (ki bu tarihte istanbul'a musallat olan yıkma hastalığı artık kronikleşmiş, güzelim vücudun her yanını sarmıştır), bu iki meşum vaka arasındaki olası münasebeti de hissetmedi. hakikaten isabet... âlemde her şey yerli yerince...

    sait faik, 1954'de ölürken yerine birini bıraktı. o vakit 6 yaşında olan bu birini kendisi tanımadı ama, hamdüsenalar olsun ben tanıdım. sait faik'le benzer bir ruh ikliminin müptelâsı olmuş ve bu ikisi olmasaydı ihtimal ağyara gizli kalacak orijinal bir istanbul'u yaşamış biri... üzerine, sait faik'in görse dayanamayacağı şeyleri; boğaz'ın ümüğü sıkılmış silüetini, marmara'nın su kütlesi hâline gelişini, burgazada'yı da türedilerin basışını ve bu türedilerin ilk işinin bir yeri önce açıkhava meyhanesine** benzetmek, sonra da kendilerine benzetmek olduğunu; yassıada'daki vinçleri, istanbul'daki toplam vinç sayısının çınar sayısıyla rekâbetini, balığın tükenişini, istanbul'un sakinlerinin, ağaçlarının, kuşlarının birer ikişer sahneden çekilişini de yaşamış ve yaşamakta olan biri...

    ** [ben sana içme demiyorum, hobi olarak yine iç --mesen daha iyi olur tabii (gülücük). hem sait faik öyle mi içiyordu evlâdım mustafa'nın meyhanesi'nde? istanbul'da meyhanelerin adı bile insancaydı o zamanlar. mustafa'nın, agop'un, cemal'in, lambo'nundu meyhaneler ve hepsi işinin ehli, kime tek verilir, kime 70'lik açılır, kim içeri alınmaz, bilirlerdi. zamanın bekrileri de, anzarotun yanına haydari yerine beyin yedikleri için yol yordamı henüz yitirmemişlerdi.]

    sait faik'in istanbul'unu eskiden kitaplardan bilirdim. artık insandan biliyorum, yaşamış bir insandan... [hayat dersi: bir şeyin bilenini, okuyanını, söyleyenini, yazanını değil yaşayanını arayınız.] hatta kimi zaman bilfiil o oluyorum, tarifsiz bir itkiyle vapur düdüklerinde, filbahri gölgelerinde, andız diplerinde hep o istanbul'u, istanbul'un son kuşlarını arıyorum -istanbulluluk, hep bir istanbul aramak demek değil mi ustacığım...

    ey cânım istanbul, şimdi söyle
    sait faik'e bu fakir mektup yazmasın da kim yazsın...
    arzuhâlimdir.
    (bkz: istanbul /@atlantisten gelen zekiye)
    (bkz: son kuşlar/@atlantisten gelen zekiye)
    (bkz: son kuşlar/@fortuneteller 657)
    (bkz: istanbul'un kuşçuları/@atlantisten gelen zekiye)
    (bkz: balık/@atlantisten gelen zekiye)
hesabın var mı? giriş yap