• yılmaz güney'in 1974 tarihli filmi.

    film, içeriğinden çok biçimiyle dikkatimi çekmiştir. kurgusu, dönemin türk sineması için oldukça yenilikçidir. izleyicinin algısıyla oynamak, yönetmen için büyük kumardır. güney bu filminde, dönemi için oldukça farklı olan kurgu tekniğiyle göz doldurur. bu açıdan, türk sinema tarihinde içeriğinden çok, kurgusuyla ele alınması gerektiğine inanırım.

    toplumsal gerçekçi sinemayı ikiye ayırırım. bunlardan bir kısmı, dönemin toplumsal yapısına ışık tutarken, bir şekilde gerçeklik hissinden kopar. canım kardeşim'in finali gibi... diğer kısım ise, büyük sözler ve finallerden uzak durmayı başarır. bunlara örnek, tunç okan'ın otobüs'üdür. zavallılar da, tıpkı otobüs'te olduğu gibi, küçük insanın hayatını anlatırken büyük laflardan ve gerçekçiliğin özünü kaçıran bir finalden uzak durmayı başarıyor, ki bu gerçekten zor iştir. bu açıdan da film başarılı.

    velhasıl, başta da belirttiğim gibi, içeriğinden çok biçimiyle öne çıkan, izlerken kurgusu üzerine yoğunlaşmanın daha doyurucu olacağını düşündüğüm filmdir.
  • çıplaklık ve gerçekçiliğiyle aşmış bir yılmaz güney filmi. ayrıca yıldırım önal gibi zarif bir aktörü de tanıma fırsatı buldum.
    müzikleri de fevkalede ama gel gör ki hiçbir yerde bulunamıyor.

    --- spoiler ---

    baklava sahnesinin her anını yaşayarak oynamış yılmaz güney; kare kare, cümle cümle ve bakışlarıyla, sırf bu sahne bile alkışı hakediyor. ne diyeyim ki size..

    --- spoiler ---
  • yılmaz güney'in en sevdiğim filmlerindendir. hakkında çok az övgü olması şaşırtıcı, çünkü her türlü övgüyü fazlasıyla hakkediyor.

    zavallılar filmi, bence, özellikle isim konusunda arabesk bir çağrışım yaptığı için yeterince değer görmemiş ya da görmezlikten gelinmiş. oysa filmde anlatılan üç adamın zavallı dışında bir tanıma uymayacağı aşikâr. çünkü durumlarını değiştirmeye güçleri yetmeyenlere zavallı denir!

    filmin gerçekten çok güçlü bir hikâyesi vardır ve hikâye akarken insanın vicdanıyla oynayan ne bir sahteliğe ne de arabesk film tuzağına rastlıyoruz. hatta özet geçecek olsaydım derdim ki toplumla alakalı bir fotoğraf çekilmiş ve seyirci ile paylaşılmıştır. çünkü kameranın kullanımından kurgusuna kadar her şey çok iyidir. hatta bu konuda ciddi bir özen gösterilmiş, kare kare takip ettiğimizde bu hususta ciddi bir estetik kaygı ile filmin çekildiğini görürüz. bu yüzden benim en sevdiğim kısmı büyük laflar etmeden kameranın sokaklardan hapishanelere, fakir evlerinden yine fakir eğlencelerine, esrarkeşlerin kararmış parmaklarına ve yüzlerine, pezevenklerden yosmalara, sürü'ye selam çakan soğana, sokakları dolduran lüks arabalarla vitrinlerin etrafında kimsenin dönüp bakmak istemediği açlığa ve çocuklara, farklı ama kötü tecrübelerin birleştirdiği üç farklı adama odaklanıyor. itildikleri şartlara kendi seçimleriyle ilk adımı atmamış üç adam...

    yılmaz güney'in kendi öyküleri ya da güçlü filmleri tek bir adamın hikâyesinden ziyade birden fazla kişiye odaklanır. bunu yol filminde görmek mümkün. zavallılar da benzer bir dokuya sahip. abuzer'in hikâyesi diğer iki karaktere göre daha detaylı anlatılır. bunun bir nedeni vardır. biz onun oturuşunda, bakışında, yürüyüşünde, kıyafetinde sadece yalnız değil yapayalnız olduğunu anlarız. üç düşkün karakterin arasındaki hiyerarşik fark ise sigara ile anlatılır. sigara sahnesini daha sonra anlatırsam ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. önce izahatı yapalım:

    abu'nun(yılmaz güney) gidecek hiçbir kimsesi ve yeri yoktur yani yapayalnızdır. hacı'nın (yıldırım önal) gidecek bir kahvesi, iyi kötü kendi gibi hayali pezevenklik olan arkadaşları vardır yalnız da, umutsuz da sayılmaz. arap'ın(güven şengil) ise diğer ikisine göre durumu daha iyidir ve durumuyla alakalı, aksi filmde geçmediği için, kendisini bekleyen annesi, sevdiği kadını ve gidebileceği bir köyü vardır, yalnız veya umutsuz değildir. sigara sahnesine bu noktada dönüş yapmak gerekir:

    hapishane avlusunda abu'yu ilk gördüğümüz anda çömelmiş ve sabırsız bir şekilde tepesinde muhabbet edip sigara içen, üstü başı düzgün adamlardan arta kalan kefali(izmariti) avlayacaktır. izmariti (kefali) kapıp duvar dibine çökmüş, onu izleyen hacı ile arap'ın yanına gider. hacı, abu'nun kefalinden(izmaritinden) içer ama arap kendisine yapılan kefal (izmarit) teklifini kabul etmez. üçü her ne kadar hapishanede de olsa aralarındaki hiyerarşi bu sahneyle ortaya çıkar. abu, hayatta kalmak için gerekirse köpek gibi sahibinin artıklarını bekleyebilir. hacı'nın amacı pezevenklik olup bir başkasının sırtından geçinmektir; abu'nun izmaritinden iştahla dumanı çekmesi ve durumdan gocunmaması bundandır. arap ise kabul etmez bu durumu çünkü ona ait dışarıda bir hayat vardır ya da onun ait olduğu... umut vadeden gururlu bir hayat!

    abu'nun hikâyesini saç tıraşı olurken geriye dönüş(flashback) ile öğrenmeye başlarız. en alt sınıfa mensup üç mahkumdan diğer ikisinin film için yeterli hikâyesini hapishaneden çıkıp üçü banktan kırmızı balonlu, güvercinleri kovalayan küçük çocuğu izlerken geriye dönüşlerle öğreniriz. hapishanedeki izmaritin anlattığı şey burada şeffaflaşır. çünkü alt tabakadan üç adamın arasında bile ciddi hiyerarşik fark vardır.
    filmin sonunda dayağı yiyecek, karakola düşecek olan yine abu'dur. hatta filmin finalinde iki farklı yöne "yürüyerek" giden hacı ile arap'tan farklı olarak, abu tek başına sadece hayatta kalabilmek adına nereye gittiğini bilmeden, bilinmezliğe"koşar". hiyerarşi finalde de kendisini gösterir.

    filmin özellikle baklava sahnesi muhteşemdir. muhteşem kelimesini abartmak için yazmıyorum. çünkü gerçekten öyledir. yine filmle alakalı ya da ilerde yılmaz güney filmi çekmek isteyenlere ders olması gereken bir şey daha var. üç karakter bankta oturup kuşlarla oynayan kırmızı balonlu çocuğu izlerken abu'nun gençliğine kısa bir yolculuk yaparız. yılmaz güney'in özellikle gençliğini oynayan her kimse muhteşem oynamış. hani performansı o kadar iyi ki yılmaz güney sanki gençleşmiş de rol kesiyor. seçilen genç kim bilmiyorum ama yılmaz güney'e benzerliği bir yana, yılmaz güney'in(abu'nun) bütün mimiklerini, davranışlarını, yapayalnızlığını muhteşem oynamış. en iyi yardımcı erkek oyuncu diye bir şey varsa bu o olmalı. çünkü izlediğim türk filmlerinin hiçbirinde bu kadar iyi oynayanını görmedim. abu'nun çocukluğunu oynayan çocuk da iyidir.

    çocukluk ve gençliğe yapılan geriye dönüşlerle filmin başındaki "kefal(izmarit) avı" arasındaki bağı da yazıp bu güzelim film hakkındaki yazıya nokta koymak istiyorum. abu'nun köpeklik yapmadığı ve bir başkası tarafından kendisine bir şey verilen iki sahnesi vardır:
    çocukken hapishanede kendisi gibi mahkûm edilmiş bir avukat(adalet) ve tütün fabrikasında çalışan işçi kızın (platonik imkânsız aşkının) kendisine verdiği sigaralardır. abu her ne kadar insanoğluysa da adaletsiz bir toplumda, sevgisiz korunaksız kalan insanoğlu zavallı bir köpek olur!

    düzeltme: imlâ!
  • hayatı hapishanede geçen üç mahkumun öyküsü,
    zamanında yapılmıs en iyi turk fılmlerınden , gerek 3 hıkayenın bırbırıne baglanması gerekse konuşma dilinin halk dilini olabildiğince anlatabilmesi nedeniyle izlenesi en guzel filmlerinden biridir .basarılı oyunculuklar ise ızleyenlerın ızledıkten sonra takdırıne kalmıs cunlu anlatarak ızah edılecek gıbı deıldır ...

    (...)"zavallılar", toplumun ezdiği, horladığı, dışladığı küçük insanlardır; gerçek zavallılardır. ezilmişlikleri içinde, günümüz türk toplumunun içindeki belli yaraları deşer, belli sorunlara parmak basar, belli durumları simgelerler.(...)

    senaryocu a. yılmaz, güney'in tamamlanmış senaryosunu ustaca bütünlemiş, yönetmen yılmaz, yönetmen güney'in sanatsal üslubunu sürdürebilmiş, kenan ormanlar, gani turanlı'nın renk dünyasına girebilmiş. y. önal ve g. şengil, 3 yıl önceki rollerini bıraktıkları yerden alabilmişler. y. güney'in ismini bilmediğim yeğeni, güney'in ilk gençliğine gerçeklik katabilmiştir.

    bu küçük çaptaki mucize, kafa birliğine, gönül birliğine sahip kişilerin birbirlerini anlamakta, aynı çizgiyi sürdürmekte gösterdikleri çabanın bir sonucudur. film, hiçbirinin temeline inmemekle birlikte, birçok soruna dokunmakta, birçok durumları ve çelişkileri sergilemektedir. sayısız türk filminde en bayağı biçimlerde sömürülmüş olan melodrama yatkın çeşitli unsurlar (örneğin suçlu çocuk sorunu, hapishane içi ilişkileri, bir fahişeye aşık olma gibi) kesinlikle melodrama indirgenmeden işlenmektedir. film, ayrıca bu haliyle bile, güney'in güney mitosu'nun son kalıntılarını temizleme, ezilen, horlanan, türk insanını temsil etme çabasındaki yeni ve geçmişteki filmlerinden daha ileri bir aşamayı da ortaya koymaktadır.(...)

    ("zavallılar, mart 1975", atilla dorsay, yılmaz güney kitabı, güney yayınları, 2000)
  • pedo-arabeskin efsane filmi. dünyanın en kibar ırz düşmanı bu filmde. temizlikçiyi götürmek için pırlanta kolye alan, mum ışığında yemek tertip eden zengin bebesi hangi filmde var lan?

    şimdi flaş tvde.
  • türk sinema tarihinin iki önemli ismi, yılmaz güney ve atıf yılmaz’ın yazar ve yönetmenliğinde buluştukları zavallılar, güney’in 27 mart’ta sıkıyönetim tarafından tutuklanmasının ardından atıf yılmaz’ın 1974 yılında tamamladığı ve tamamlarken de mükemmel bir dil bütünlüğüne kavuşturduğu önemli yapıtlardan. oyuncu, senaryo yazarı ve yönetmen olarak kendi adıyla yarattığı sinemasında yaşadığı dönemin toplumsal dinamiklerini son derece keskin bir bakış açısıyla yansıtan yılmaz güney ve türk sinemasının en verimli yönetmenlerinden atıf yılmaz bu filmlerinde farklı suçlardan hapishaneye düşen, işsiz ve kimsesiz üç arkadaşın yalnızlık, sahipsizlik ve kaybolmuşluk içinde acı dolu bir öyküsünü anlatıyor. hapishaneden başka nereye gideceğini ve ne yapacağını bilemeyen abuzer (yılmaz güney), hacı (yıldırım önal) ve arap (güven şengül) tahliye günü gelip çattığında dışarı çıkmak istemezler. arkadaşlığın en temel insani ihtiyaçlarla sınandığı zavallılar, büyük bir kentin ve onca kalabalığın içinde, toplumdan dışlanmanın, yalnızlığın ve tutunacak hiçbir dalı olmamanın buruk bir öyküsü.
  • 1984 yapimi, umit efekan'in yonettigi, kadrosunda emrah ipek, oya aydogan, berhan simsek ve eray ozbal'i barindiran, butun kliseleriyle 80'ler turk filmi. hikaye standard: emrah'in babasi (berhan efendi) hapisten cikmistir. diyarbakir'da tutunamaz ve ailecek istanbul'a goc ederler. anne (kim olacak, tabii emrah'in kadrolu orospu annesi oya aydogan), gundelikci olarak evlere temizlige gitmeye baslar. gittigi evin serseri oglu (pis bakislari ile eray ozbal) anneye sarkmaya baslar, tabii karsi koyar anne, ama cok da itiraz etmez. baba, ikisini is ustunde bastirir. mermi manyagi yapar ikisini. anne yarali kurtulur, baba hapse girer tekrar. babanin burada emrah'a "anan orospu oldu emrah" demesi unutulmaz..
    bu arada nasil olmussa, emrah arabesk soyleyip unlu bir sarkici olmustur. olaylar ondan sonra acikli bir hal almaya baslar, son sahnede emrah, anneye "et tirnaktan ayrilmazmis anne" der, kucuk emrah bakisiyla, orada gozyaslarina boguluruz ailecek..
  • yılmaz güney'in zavallılar filminde bir tas kebabı sahnesi vardır. gün, saat, açlık durumu vs. fark etmeksizin o sahneyi izleyip de ağzımın sulanmadığı tek bir an hatırlamıyorum. ileride iştahsız bir çocuğum olursa mutlaka izleteceğim.

    ortaokula giderken, ev okul arası 25-30 dk çekiyordu yürüyerek. canım annem sağolsun kahvaltıyı hazırlar, beni uyandırır, sonra sarılır tekrar yatardı. harçlık da bazen bırakabiliyordu babam, ben de asla isteyemezdim eğer bırakmamışsa. kapıdan çıkarken koridordaki telefon sehpasının üzerinde 250.000 lira varsa alırdım, yoksa geçmiş olsun. allah var, olduğu günler olmadığı günlerden çok fazlaydı ama işte bazen de olmuyordu. ha olduğunda noluyordu derseniz, bir bok da olmuyordu. kantinden bir simit alınıyordu 90'ların sonunda 2000'lerin başında o paraya anca. idare ediyordu yine de, zaten hiçbir zaman çok iştahlı biri olmadım. ama o parasız gidilen günler yok mu… dönüş yolu ölüm olurdu.

    ikram bisküvisi yeni çıkmıştı galiba öyle hatırlıyorum, 2001 ya da 2002 olması lazım. aklımı almıştı ilk yediğimde. o dönem böyle bir şey vardı, yeni çıkan bisküvi olay oluyordu. büyük şehirlerde de durum aynı mıydı bilmiyorum ama anadolu'da bayağı sokakta gündemimiz olurdu. tutku mesela, haaland gibi girmişti piyasaya. yok etmişti diğerlerini, tek konu oydu bir süre. neyse…

    okuldan eve dönerken yol üstünde bir marketin vitrininde kat kat dizili dururdu ikramlar. eve de artık 5 dakika kalmış olurdu ama o altında fırın olan caminin karşısındaki yokuşu çıkmadan önce ne can verirdi o ikram ah bir alabilsem… evin yakınındaki market olsa alır hesaba yazdırırım fakat o markete gittikten sonra ikram almanın bir anlamı yoktu artık. zaten ev iki adım… ee bu bakkalı da tanımıyorum…

    bir gün dayanamadım girdim içeri. dedim “merhaba çok acıktım, yokuşun başında şu apartmanda oturuyorum, bir ikram alsam isterseniz çantamı bırakayım size, hemen evden alır getiririm parayı”. adam hızır mıydı, neydi bilmiyorum ama kalktı kendi eliyle verdi ikram'ı, bırakırsın parasını bir ara geçerken acelesi yok dedi. o bakkaldan çıkmamla paketi açıp ikramları ağzıma ikişer üçer atarak bitirmenin arasında bir dakika geçmedi. muhteşem bir andı, 20 sene geçti hala unutamıyorum.

    işte bu filmin tas kebabı sahnesini her izlediğimde, marketten çıkıp o bisküviyi ağzıma nasıl tıktığımı hatırlıyorum. hatırlamakla da kalmıyorum, izliyorum sanki. yılmaz güney açlığı ve onun yol açtığı çaresizliği inanılmaz iyi anlatan bir yönetmen. duvar'da çocukların ekmek diye koğuş koğuş dolaşması geliyor aklıma bir çırpıda. ama zavallılar'daki o sahne kendisinin de kişisel zirvesi bence.
  • -ilk suçun neydi?

    +ilk suçumuz yoksul olmaktı..

    3 mahkum arkadaşın nasıl hapishaneye düştüğünü geriye dönüşlerle anlatan yılmaz güney filmi.
  • baklava sahnesi bana göre sinema tarihinde açlığı en güzel betimleyen, her anı vurucu ve insanı sarsan, izlerken karakterlerin çaresizliğini iliklerine kadar hissettiğin bir yılmaz güney başyapıtı
hesabın var mı? giriş yap