• biri ingiliz biri amerikan iki distopyanin karsilastirilmasi. aslinda cok da elzem bir kiyaslama degil cunku benim reyim acik ara 1984'den yana. kurgusu ve yayin yili itibariyle acik, daha orijinal. ray bradbury'nin hemen hemen tum eserlerinde kendini bir baska yazara yamamacilik ve bir kac eserinde fahrenheit 451deki ayni temayi islemeye calismasi onu yaraticilik acisindan geriye dusuruyor. ayrica fahrenheit 451de 1984 izleri gormek de cok zor degil. olayin guzel yani ise hem 1984un hem de fahrenheitin filmlerinde john hurt abimizin (hani su gandalfa benzeyen adam) oynamis olmasi.

    eserlerden birini digerinin devami gibi kabul etmek de pek mumkun gorunmuyor bana. cunku 1984'un kapkaranlik ve kuvvetli dunyasi ile fahrenheit 451'in dunyasinin hissettirdikleri ayni etkiye sahip degil ancak ayni seytanilikten pay almislar denebilir.

    not: edebi eserlerin degerinin birbirleriyle kiyaslanarak tayin edilecegine inanmam ancak bu iki eserin kiyasi meraklilarini onlari okumaya tesvik edebilir.
  • bizim bir nevi içinde yaşadığımız iki kitabın karşılaştırmasıdir.
  • ikisi de yazıldıkları dönemin distopik romanlarıydı ki aslında ikisinin de esas kaynağı (bkz: mıy)(bkz: yevgeni zamyatin). bu dönem için romanları distopik olarak kabul eder miyiz yoksa realizm akımı altında incelenir mi tartışılır. 1984 roman olarak çok fazla emek, algı gücü, hayal gücü, bilgi, ayrıntıcılık ve analiz sonucunda ortaya çıkmış intibası uyandırıyor. fahrenheit 451'de ilginç ögeler barındırsa da önce film, sonra romanı okuduğum için o itfaiye arabasının hızını hissederek, bir telaş ve gerilim içerisinde okudum romanı da. çok zekice kurgulanmış, insanlar ruhsuz, iyice robotlaşmış, donuklaşmış, aptallaşmış ve kabullenişi hissettiriyordu ancak her türlü farklılık tavizsiz imha edilirken distopya etkisini yitiriyordu. psikolojik işkence, sistemin baskısı, insanlardaki dönüşüm, olay örgüsü, karakter analizleri (bkz: 1984)'de çok daha çarpıcıydı.
  • bir göl ile okyanusun kıyaslanmasıdır.

    görünüşte ikisi de su birikintisidir ama birinin muazzam derinliği, zenginliği, ihtişamı ve bilinmezlikleri varken öteki sığ ve basittir. işte 1984 ile fahrenheit 451'in kıyaslaması budur.

    yüzeysel olarak incelediğinizde iki eser de distopyadır. ikisinin kahramanı da otoriter yönetim altında çalışan memurdur. ikisi de sistemi destekleyen işler yaparken sistemin gerçek yüzünü görürler ve karşı savaş başlar. her iki sistemde de gerçeklerin saklanması, beyin yıkaması ve ağır cezalandırma bulunmaktadır. bu iki eserin en belirgin farkı ise sonlarıdır. fahrenheit 451'in guy montag'i sistemden kaçma şansı bulup kendini kurtarmayı başarırken 1984 evreni winston smith'e bu şansı vermez. beyni yıkanır ve sisteme teslim olur

    bu kabaca görünen özet. derinlere girdiğinizde ise fanrenheit 451'in aslında young adult türüne ait olması gereken ve genellikle gençlere hitap eden bir bilim kurgu romanı iken 1984'ün gerçek bir klasik olduğunu fark edersiniz. bunun ilk nedeni inşa ettikleri evrenlerin ideolojik derinlikleridir. ray bradbury, fahrenheit 451'de sizi o görünmez sulara çekmez. yarattığı evrenin çok derin bir ideolojik boyutu yoktur. onun için olay basittir. televizyon ya da görsel medya insanların beynini yıkamak için kullanılır ve uyanmamaları için kitaplar yasaklanır. oysa george orwell sizi bir dizi ideolojik tartışmanın içine sürükler. faşizm ve sosyalizm gibi aşırı yönetimlerin temellerini verir. kitabın olay örgüsü buzdağının görünen yüzüdür, düşünsel boyutu ise o altta kalan görünmeyen kısmıdır. hatta bu konuda şu notu da düşmek gerekir. bildiğiniz gibi fahrenheit 451 birçok eleştirmen ve okuyucu tarafından mccarthycilik ile özdeşleştirilmesine rağmen bizzat bradbury bunu reddederek kitabın yanlış yorumlandığını belirtti. belki kitabın evrenini destekleyecek olan tek ideoloji de yazar tarafından reddedildi böylece.

    bir diğer fark ana karakterlerin zekası ve kişiliği. guy montag sahip olduğu zeka düzeyiyle winston smith'in çıraklığını bile yapamaz. smith, big brother'ın her yerde olduğu, tele ekranların göz açtırmadığı ve izinsiz nefes bile alamadığın bir evrende kendi kişiliğini korumak için mücadele etti. hatta aşkı bile buldu. bundan çok daha hafif bir ortamda, sadece yetkililerin birkaç köpekle denetim yaptığı bir sistemde guy montag iki kitabı saklamayı dahi başaramadı. iletişimde olduğu kişileri koruyamadığı gibi karısının depresyonda olduğunu bile anlayamadı.

    inşa edilen evrenlerin derinliği bir diğer mesele. 1984 yüz odalı bir saray ise fahrenheit 451 o sarayın bir odası. george orwell her ayrıntıyı düşünmüş ve global bir evren kurmuş. iç parti, dış parti, bakanlıklar, politika araçları ve propaganda, big brother ve birçok küçük ayrıntı. oysa fahrenheit 451'de bizim muhatap olduğumuz birkaç itfaiyeci ve montag'in sıkıcı karısı. kitabın çoğunluğunda o otoriter devletin nefesini ensemizde hissetmiyoruz bile. 1984 ise ilk sayfadan itibaren sizi baskı altına alıyor. sadece yazarın tasvirlerinden o klostrofobik ortamın içine dalıyorsunuz ve içinizde bir huzursuzlukla kitabı okuyorsunuz. "distopya" kavramı sözde kalmıyor, onu gerçekten hissediyorsunuz.

    tabii dil farkı da önemli. yanlış anlaşılmasın, bradbury'nin birçok hikayesini severek okumuş biri olarak dilini severim ama george orwell başka bir boyut. edebi açıdan fahrenheit 451 gerçekten de 1984'ün yanında gençlik romanı gibi kalıyor.

    kitapların nasıl bittiği de aralarındaki derinliği kanıtlar nitelikte. 1984'te winston'ın sınırları delmesi inanılmaz zor ve sonunda sisteme yenik süşüyor. sistem o kadar iyi kurgulanmış ki kaçmak ya da direnmek mümkün değil. açık kapısı yok. fahrenheit 451'de ise bir polis kovalamasından sonra şehrin dışına çıkarak bütün bu kabustan kurtuluyor. çok kolayca sıyrılabiliyor sistemden. winston böyle kolay kurtulmayı rüyasında bile göremezdi.

    son olarak, fahrenheit 451'in amerikan yazara ait olmasını etkisi de var. amerikan medyası ve hollywood'un da pohpohlamasıyla biraz gündeme gelmiş bir eser. kültürel farklılıkların da önemi var tabii ki. 1984'deki evren bize yabancı değil. kitabın birçok yerini okurken yaşıyoruz. oysa fahrenheit 451'de montag'in kendinden geçerek okuduğu shakespeare dizeleri biz türk halkında o kadar da büyük etki bırakmıyor. hele ki çeviri hali. "bu mu yani dünyasını sarsan şey?" demeden edemiyoruz.
  • ikisinin toplamına cesur yeni dünya yı eklerseniz bile bir yevgeni zamyatin biz edemeyecektir.
  • 1984'ün çok rahat alacağı versustur. üstte birisi detaylı bir karşılaştırma yapmış hemen hemen hepsine katılıyorum fakat bir kaç bir şey eklemek, bazılarını detaylandırmak isterim naçizane.

    birincisi 1984'ün öngörüleri fahrenheit 451'den çok daha başarılıdır. (kutuplu dünya, insanların izlenmesi vs)

    ikincisi gerçekten orwell'ın dünyası çok daha derinliklidir. özellikle dil konusunda. örneğin savaş bakanlığının adının barış olması çok daha önemlisi insan düşüncelerini kısıtlayabilmek adına dilden çoğu sözcüğü çıkarmaları çok başarılı bir düşüncedir.

    entrye başlarken daha yazacağım şeyler vardı ama unuttum onları. biraz güdük kaldı.
hesabın var mı? giriş yap