• bir toplumsal cinsiyet kimliği olarak erkekliğin, sosyalizasyon veya kültürleme süreçleri sonucunda inşa ediliyor oluşu.

    sosyalizasyon sırasında erkeklere, bir erkek olarak, erkek olmak için nasıl davranmaları, neler yapıp neler yapmamaları, neler düşünmeleri ve hissetmeleri gerektiği öğretilir. bunlar, nasıl oturup nasıl kalkılacağı, hangi durumda neler hissedebilecekleri, nasıl kadınlardan hoşlanacakları, annelerini kollayıp karıları/sevgilileri başta olmak üzere ezcümle kadınları ezmeleri, eşcinselleri aşağılayıp eşcinsellikten korkmaları, şiddet kullanmaktan kaçınmamaları gibi konular öğretilir. bu öğrenme süreci dil, dildeki ifadeler, şiddet, dışlama, benimseme ve gruba dahil etme gibi bir çok teknik barındırır. (bkz: iyi polis kötü polis) sonucunda ise yetişkinliğe ulaşan erkekler "zaten böyle olduklarını ve başka türlü olamayacaklarını" düşünüp hisseder hale gelirler.

    alternatifi ise bu durumun farkına varıp, egemen toplumsal rollerin dışına çıkıp, hegemonyacı erkek rollerinden vaz geçmektir.

    unutulmamalıdır ki, toplumsal olarak, erkek doğulmaz, erkek olunur.

    (bu başlığı açmama vesile olan bree'ye teşekkür ederim.)
  • biiir erkek adam sırıtmaz, öle ciddi durur. ikiii tüm cinslerle barışıktır ki öle eşcinsellerden korkmak eskide kaldı modern çağın gerekleri gerekirse burda biri kadına eşcinsele en ufak bi laf ettiğinde çağdaş erkeği hemen olay mahalinde "ezilmiş" kesimleri savunmak üzere bitmesini gerektirir ki göstermelik olsa bile toplumsal imaj açısından gerekli bişeydir. yine de tüm bu modernliğe rağmen gerektiğinde içindeki hayvani kadını veyahut sahip olduklarını koruma ve savunma içgüdüsü göstermesi istenir ki burda "e hani kibar olcaktık" mınskyim denmez o iş başka bu iş başka. üüüç erkek adam yine öle ciddi durur, öküz gibi,mal gibi, önemli olan duruşudur zaten. başlığı açmama vesile olacak kişi bulamadıımdan yazacak fazla bişey de çıkmadı haliyle. burdan kendime teşekkürü borç bilirim.
  • karnı acıktığında, hayatında en değer verdiği kişi olduğunu söylediği, kıyamadığı, en ufak yorgunluğuna üzüldüğü kadına karşı bambaşka davranan erkeklerin durumu. canım cicim, el bebek gül bebek o kadına "uff feci karnım aç, çabuk bişeyler hazırla canım" der, içerdeki kanepeye uzanıp televizyonu açar. o telaşla mutfağa dalıp bişeyler yapmaya çalışan kadın da* gömüldüğü mutfaktan arada bir sohbet etmek için bir iki kelime ettiğinde "haa doğru söylüyosun da yemek ne zaman hazır olur" gibi bir cevap alır. hak hukuk gak guguk diyen erkekler aç bırakılıp yemek yapmayı bilen, sevdikleri bir kadınla başbaşa bırakılmalı, haklarında asıl yargıya o zaman varılmalıdır. "yemeği yapıyorum bari kalk da iki tabak götür" diyince yüzünü buruşturan erkek aynen yüzü gibi buruşturulsa yeridir. bu tavırları başöğretmeni annesinden öğrenir. eşşek* kadar adamın çayının şekerini bile karıştırıp veren annenin öğrettiği erkeklik bu olur, ne olacaktı**
  • ailede başlayan eğitim ve öğretim hayatlarında kanımca ilk öğrendikleri şey, her suçun, her yanlışın bir karşılığı/bedeli olduğu değil sadece "erkek" olmalarından doğuştan bir ayrıcalık sahibi olduklarıdır.
    erkek çocuk suç işler, yaramazlık yapar -suçtan/yaramazlıktan kasıt salondaki vazoyu kırmak, şekerle pirinci birbirine karıştırmak değildir- muhtemelen evin tek çocuğudur..ona her şey mübahtır. düşünün bir ilk suçunda cezasız kalmış olmasının halet-i ruhiyesini.. adalet sistemi de, toplumsal sistem de ondan yanadır artık, öyle sanıyor yoksa gerçekten öyle değil..
    onların oyuncakları silahtır, kendi adaletlerini kendileri uygulayacaktır. oyuncakları helikopter, traktör vs.dir kendi altyapı sistemlerini kurmayı, başlarının çaresine bakmayı öğrenirler. bizim gariban kızların eline de verile verile bebek verilir, minyatür mutfak malzemeleri verilir. bir kere şu oyuncak denen modern zaman baş ağrısının ortadan kaldırılması ya da standardize edilmesi gerekmektedir.

    erkekler yemek yapmasını, kadına yardım etmesini, kadına çiçek gibi davranması, "nazik" olması vs.. de öğrensin demekle pop feminizmin pratikte uygulamaya çalışılması arasında hiç bir fark göremiyorum. sorun doğuştan gelen kast sistemi gibi, bir erkek kast sisteminin olmadığının idrakine varılması gerekiyor gibi..kimsenin birinci ya da ikinci sınıf vatandaş olmamasının anlaşılması.
  • öğretilmiş ve öğrenilmiş erkeklik zaman içinde değişim göstermiştir... gamze deniz'in 2002'de bianet'te yayımlanan makalesi bunu örneklerle anlatıyor...

    "erkeklik" öldü

    ikinci kuşak feminizm dünyanın "gelişmiş" ülkelerinde bazı kavramları belirgin olarak değiştirmeyi başardı. kadınlar toplumsal hayat içinde kayda değer bir gelişme kaydettiler. kadınlar çalışma hayatına eskisinden daha fazla dahiller.

    kadın kan ter içinde evine gelir. gün boyu tam dokuz saat çalışmıştır. iş yeri servisinden indikten sonra evine ulaşmasını sağlayan o on beş dakikalık yolu yürümek bile onun için bir ezadır. kadın eve gelir, topuklu ayakkabılarından, terli gömleğinden, rahatsız eteğinden, göğüslerini sıkan sutyeninden kurtulur. kıpkırmızı kesilmiş yüzünü yıkar. yan odadan erkeğin sesi duyulur. bilgisayar oynayan erkek, ayağa kalkmaya bile gerek duymaz, malum oyunun en heyecanlı yerindedir. bir süre iş aramış, bulamamıştır. şimdi de evde zaman geçiriyordur. aslında sıkılıyordur da. temizlik yapmıyordur, hiç yapmamıştır, nereden bilsin? yemek yapmıyordur, nasıl yemek yapılacağını ona öğreten olmamıştır. çalışmasına da pek gerek yoktur. çünkü kadın çalışıyordur. ve madem ki "eşitlik" var, o da evde öyle oturabilir. madem ki eşitlik var, kadının sigarasını yakmak, kapısını açmak filan zorunda da değildir. madem ki eşitlik var, çiçeğe, güzel sözlere, kadını tavlamasına da gerek yoktur. eğer tavlamak gerekiyorsa, kadın onu tavlar. ilişki sıkıcıysa, kadın onu eğlendirir. erkeğin apartmanın yönetim toplantısına gitmesine gerek yoktur, elektrik/su faturasını dert etmesine gerek yoktur, gece uyanıp faturalar nasıl denkleşecek diye düşünmesine gerek kalmamıştır. erkek her zamankinden daha özgür, daha tasasızdır. eşitliği çok sevmektedir.

    aferin fıstık!

    günümüz erkeği ve kadını arasında gerçekten neler oluyor? bir kadın, birey olarak gösterdiği çaba ile, bir "erkek" mesleğinin zirvesine çıkabildiğinde, herkes ona "aferin, fıstık" der. "ev erkekleri" öğleden sonra yayımlanan talk show'lara konuk olmaya başlarlar. hayatımızın ne kadar zindan olduğunu ise kadınlar venüs'ten, erkekler mars'tan gelir türünden kitapları görünce fark ederiz. yani hala her şeyin en iyisini "babalar" bilmektedir. söz konusu kitaplar hala aleni bir biçimde babaannelerimize verilen öğütleri içerir. doktor bilmem kim, cinsiyetçi kitaplarla en çok satanlar listesinde tepelere çıkmayı başarır.

    hegemonyacı erkek

    hegemonyacı erkeklik fiziksel güç ve üstünlük ile tanımlanır. pişmanlık ve belirsizlik gibi hislerden yoksun, heteroseksüel, iktisadi açıdan bağımsız, kadınlar ve öteki erkekler üzerinde otorite taşıyan ve cinsel fetihlere aşırı ilgi gösteren bir kişidir hegemonyacı erkek. ne kadar çok dişiyi döllerse o kadar tatmin olacağına duyduğu inancın, doğasından kaynaklandığını, biyolojik olarak da buna mecbur olduğunu sanır. oysa günümüz kent toplumlarında erkeklerin pek çoğu bu özelliklerden en az bir kaçını taşımıyor. yine de popüler kültür, "hegemonyacı erkekliği" sonuna kadar destekliyor. hegemonyacı erkeklik, en azından bir kurum olarak kendini koruyor ve gerektiğinde kendi kurallarını ortaya koymaktan çekinmiyor.

    yuvayı dişi kuş yapar

    erkekliğin standartların kültürden kültüre değişiyor. ancak, ortak bir nokta var; o da erkekliğin her zaman kadınlıktan üstün olduğu. hegemonik erkeklik, kadın ve erkek arasındaki iş paylaşımını da belirler. bugüne kadar kadınların annelik, çocuk bakımı, ev işi gibi görevler yüklenip ücretsiz işçiler olarak çalıştırıldığı, emeklerini küçümsendiği ve cinsel açıdan sömürüldüğü çok yazılıp çizildi. toplumsal işlerin belli başlıları, erkeklerin eşlerini ev hayatında ve duygusal açıdan sömürmesiyle yürüdüğü ortaya çıktı. erkekler ev işleri ve ilişkiye dair görevleri üstlenmiyorlardı. "yuvayı dişi kuş kurar" sözünü anımsayın. ama bu ayrımcılığın bir başka yönü var. araştırmalar gösteriyor ki, bugün "kadın işi" yapan erkeklerin pek çoğu, kadınlara göre daha iyi muamele görüyor.

    hayatın içinde cengaver

    sosyolog christine williams still a man's world: men who do women's work (hala erkeklerin dünyası: kadın işi yapan erkekler) kitabında erkek hemşireleri, ilkokul öğretmenlerini, kütüphanecileri ve bağış toplayıcıları incelemiş. araştırmanın sonucunda bu erkeklerin kadınlara göre daha fazla ücret aldığını, daha fazla terfi fırsatı elde ettiğini ve erkek oldukları için daha fazla saygı gördüklerini saptamış. bir başka saptama da, ailedeki rol değişimleriyle ilgili. erkekler ev işlerine ya da babalık görevlerine standartlardan biraz fazla eğildiklerinde, takdir ve teşekkürle karşılaşıyorlar. çünkü erkeklerin bu işleri üstlenmeleri "sorumluluk", değil "karar". sonuçta, geçici bir taviz olduğu da düşünülebilir. erkeklerin kadınlarla bir hayat paylaşım koşulları, kadınlar ne kadar üniversite ve ofislere girmişlerse de henüz belirlenmiş değil. erkekler yarım asırdır maç izleyen, kahveye, birahaneye giden, dışarıda erkek arkadaşlarıyla takılan babalarını model alıyorlardı. ama şimdi bunlar değişti, çünkü evet, kadınların koşulları değişti. kent yaşantısının talepleri de eski koşulları desteklemiyor. kadınlar eskisine göre daha talepkar; erkeklerden değilse de, hayatın genelinden daha çok şey talep ediyorlar. kadınların bir kısmı boynunu büküp köşesine çekilmektense, hayatın içine cengaverler gibi atıyor kendini. üstelik elinde maddi güç ve eğitim gibi silahlar bulunuyor. bütün bu tavır karşısında da erkek bir model boşluğuna düşüyor. bu yeni kadına babasının annesine davrandığı gibi davranamıyor. bu yeni kadınla ilişki kurmak için, iletişim kurmak için hangi fikir trenine atlayacağını bilemiyor. kıvranıyor, kıvranıyor, çoğunlukla giderek mutant, ucube, tuhaf bir varlığa dönüşüyor.

    güçsüzü koru!

    erkek sözü, ataerkil toplumlarda her zaman iyiyi, doğru olanı, üstün olanı ifade etmek için kullanılır. cinsin bitip, cinsiyetin başladığı noktayı kestirmek güç ama sonuçta, bir cinsiyet olarak erkeklik, her zaman özenilecek ve doğru olana yönelik bir kavram olarak sunulur. bu nedenledir ki, tuttuğunu koparan kadınlara "erkek gibi kadın", "delikanlı kız" gibi sözler söylenir. zayıf, iki yüzlü davranan erkekler, "biraz erkek ol"sözüyle uyarılır. aşağılamak için ise "sen de erkek misin", denir. mertlik, dürüstlük, cesaret gibi kavramlar hep bu "erkeklik" fenomeninin bir parçası gibi görülür. ataerkilliğin güçlü olduğu ortamlarda, bu fenomen gerçek bir biçimde yaşanıyor mu, aslında hayır. ama bu fenomenin erkekler için çağlardır bir model oluşturmada başarı gösterdiği tartışılmaz. en azından yüzyıllardır erkekler, "yiğit, yürekli, kudretli" olana özendiler, kimliklerini bu özenme duygusuyla biçimlendirdiler. kendilerine özgü "raconlar" icat ettiler. güçsüz gördükleri için kadınları korumak ve kollamak gibi bir görevleri bulunduğuna inandılar. günümüzde araştırmalar gösteriyor ki, artık erkeklerin bir çoğu kadınları kendilerinden "güçsüz" bulmuyor. oysa ki, hala dünyanın iktidarında erkekler var ve hegemonyacı erkeklik her zamankinden güçlü.

    kafalar karışık

    kadınların kazanımları henüz bu iktidarları yıkacak toplu bilinç ve örgütlenme düzeyinde değil. yeni, endüstrileşmiş, siberleşmiş toplumların ucube erkeklerinin kafası ise her zamankinden karışık. riya, korkaklık, kazık atma kimi erkekler için bu yeni tanımlamalar içinde, artık utanılacak şeyler değil. onları iktidarda tutan, erkekliğin olumlu yakıştırmaları değildi zaten. öyleyse, bu olumlu yakıştırmalar olmadan da yaşayabilirler. ki yaşıyorlar.

    doyasıya seviş, bakireyle evlen!

    çok şey değişti diyoruz hep. ama işin gerçeği değişmedi. istanbul gece hayatının önemli mekanlarında araştırma yapan bir sosyolog, bir gecelik ilişkiler peşinde olduğunu açıklamaktan çekinmeyen 70 erkekle konuşmuş, bunların pek çoğunun konuşma boyunca "bekaretin hiç önemli olmadığını, hatta alay konusu olabileceğini" söylediğini not etmiş. konuşmanın sonlarına doğru, erkekler yine de evlilik hayatının başka bir şey olduğunu ve "günün birinde bakire bir kadınla evlenirlerse, evliliklerinin daha sağlıklı olacağına" inandıklarını söylemişler. cinsel özgürlük denilen şeyi desteklerini ifade eden bu erkek kitlesi, aslında kadın düşmanlığının en tehlikelilerinden birini içlerinde taşımayı sürdürüyor, anlaşılan.

    zengin kadın hayat kurtarır!

    bir zamanlar kadınlar "zengin bir erkek bulup evlenmek" gibi bir hayalden söz ediyorlardı. kadınların kazanımları arttıkça bu hayal haklı olarak küçümsendi, kadınları ikincil bir duruma düşürdüğü için de lanetlendi. ama günümüzde pek çok erkek açık açık "zengin bir kadın bulup evlenmek"ten söz ediyor, bunu da onların erkek mi erkek arkadaşları yadırgamıyor, "ayıplamıyor". bir zamanlar kadınlar kurduğunda aşağılayıcı bulunan bu hayal, şimdi kimi erkeklerin dilinden düşmüyor, üstelik onlar için bu "aşağılayıcı" değil, eh madem ki eşitlik var... yani kadınlar zaman içinde kendileri ve toplum hayatı için olumsuz buldukları şeylerden uzaklaşmayı başardıkça, erkekler aynı olumsuzluklara koşar adım yaklaştılar.

    istediğin zaman çek, git!

    kadın kan ter içinde evine gelir. gün boyu tam dokuz saat çalışmıştır. iş yeri servisinden indikten sonra evine ulaşmasını sağlayan o on beş dakikalık yolu yürümek bile onun için bir ezadır. kadın eve gelir, topuklu ayakkabılarından, terli gömleğinden, rahatsız eteğinden, göğüslerini sıkan sutyeninden kurtulur. kıpkırmızı kesilmiş yüzünü yıkar. yan odadan erkeğin sesi duyulur. çok sıkılıyorum, der erkek. sonra kadının yanına gelir. gördüğü şeyi beğenmez, gördüğü şeyi arzularına değer bulmaz. ben gitmek istiyorum, der. toparlanmaya başlar. en sevdiği eşyalarını, giysileri toparlar. bu toparlanma sırasında evi bol bol dağıtır. erkek her zamankinden daha bencil, daha sıkılgan, daha kifayetsiz, daha "sümsük"tür. ortak bir hayatın maddi/manevi bütün faturaları, kira borçlarını, apartman aidatlarını, bozuk kapı zilini, kalkmış duvar boyalarını, tepeleme dolmuş küllükleri, içi yosun tutmuş, boş bira şişelerini kadına bırakır ve gider. kadın nasıl olsa güçlüdür, "güçlenmiştir", nasıl olsa işi vardır, para bulabilir, nasıl olsa yalnız yaşayabilir, bir evin yükünü tek başına taşıyabilir.. bilir, bilir, bilir.

    yeni bir feminizm

    erkeklerin pek çoğu artık kadınlarla olan ilişkilerinde model ve değer yoksunluğu çekiyor. kendi modelini ve değerlerini kendisi yaratabilen erkekler, kadın hareketinin de kazanımları arasında sayılabilir. bunun dışında sokaklar da, evler de hala kadınlar için çok tehlikelidir. hegemonyacı erkeklik olumlu yakıştırmalarından kurtulunca, kendi ifadesiyle "erkeklik öldü" gibi bir noktaya da varılabilir. bütün bunların sonucunda da ortaya daha yıkıcı, daha yaralayıcı, daha aldatıcı bir erkek türü çıkmıştır, feminizmi, kadın kurtuluşunu, günümüz koşullarını yanlış anlamış, kendine göre yontmuş, oportünist bir türdür bu, bir ucube, bir mutant... şimdilerde bunun kökünü kazımak için yeni bir feminizme ihtiyacımız var.
  • albert bandura tarafından oluşturulan sosyal öğrenme kuramına göre küçük yaştan itibaren çevreyi izleyerek ve taklit ederek öğrenmeye başlayan birey yakın çevresinde kendi toplumsal rolüne uygun bireyler arar. erkekliğin fiziksel anlamı, basit bir şey değildir. boy pos ve şekli, tavır ve hareket alışkanlıklarını, belirli fiziksel becerilere sahip olmayı ve belirli becerilerin eksik kalmasını, kişinin kendi beden imajını, bunu öteki insanlara sunuş biçimini ve bu insanların buna karşılık verme biçimlerini, kişinin bedeninin çalışma ve cinsel ilişkilerdeki işleyiş biçimini içerir. bunların hiçbiri, hiçbir anlamda xy kromozomlarının sonucu değildir.
    kız çocukları için model alınacak en yakın birey annenin kendisidir. erkek çocuk için ise durum biraz daha farklıdır. babanın anneye göre nispeten daha uzak bir konumda yer alması doğumun sonrasında erkek çocuğun anneden ayrılmayı başararak kendisine uygun modellerle iletişime geçmesini zorunlu kılar.
    nancy chodorow’a göre annenin bizzat kendisi erkek çocuğunu kendinden kopması ve onun yaşına uygun olmayan bir erkek rolü edinerek farklılaşması için zorlar. erkek çocuk edineceği erkek kimliği modelini en başta babasından ve diğer yetişkin erkeklerden öğrenecektir. fakat çocuğun babası annesine göre daima daha uzakta olduğu için, bu erkek çocuk açısından zorluklar yaratacaktır. bu kimlik ’kişisel’ bir kimlik olmaktan çok ‘durumsal’ bir kimlik olacaktır. yani sadece baba imgesinin yarattığı konumsal bir kimliktir. burada gerçek ve özel bir baba-oğul ilişkisi söz konusu değildir. anne-kız ilişkisi ise baba-oğul ilişkisine göre daha gerçek ve özel bir ilişkidir. erkek çocuğun ilk doğumundan itibaren babaya karşı kıskançlık – tıpkı kız çocuğunda anneye karşı olduğu gibi – oluşur fakat kız çocuğundan farklı olarak kendisine model olarak belirlediği baba fiziksel olarak anneye göre daha uzakta yer alır.
    kandiyoti’ye göre ‘erken yaş güçsüzlüğü’ bu mücadelenin hem nedenini oluşturur hem de devamını sağlar. erkek çocuk kadınların dünyasından kopup erkeklerin dünyasına adım attığı anda kendisini adeta ‘acemi er’ veya ‘çaylak’ gibi hisseder; çünkü bu yeni dünyanın kurallarını bilmemektedir. tüm yaşamı bu yetersizliğinin hissettirilmesiyle geçer. erkek de bu yetersizliğini başkalarına dayatarak bunu hafifletmeye çalışır. bu dayatma sırasında da çok rahat sertliğe ve şiddete başvurabilir. askerlik gibi kurumlar bu durumu kendilerine temel alıp sistematikleştirerek kalıcılaştırırlar. askerlik iktidarın ve keyfi otoritenin en yoğun şekilde hissedildiği ve empoze edildiği kurumdur; erkekler kendilerini sürekli bir çaresizlik içerisinde hissederler ve her an diğer erkeklerin (üstlerin) sert davranışlarına maruz kalabilirler.
    erkek çocuğu yaşamının ilk aşamasında kısa sürede tek başına ayakta durma zorunluluğuyla karşı karşıya kalır ve bu zorunluluk sebebiyle – yaşamının ilk yıllarında - dünyaya bakış açısı kadına göre daha şüpheci ve güvensizdir
    “erkek her zaman annesiyle birlikte yaşadığı ilk birlikteliğe dönme özlemini taşıdığından” kadınlık karşısında hep savunma durumundadır. bu nedenle eşcinsel dürtüler kadın ve erkek tarafından farklı biçimde yaşanır. stollercı yaklaşıma göre “güçlü, ilk cins kadın cinsidir” ve bu yüzden eşcinsellik onlara bir avantaj bile sağlayabilir. gerçekten, ilk aylarda gelişen anne-kız ilişkisi –normal bir sembiyoz durumunda- çocukta kimlik duygusunu arttırcı etki yapar. kadınlar stoller’ın “olgunlaşma yolunda edinilen bir acting out parçası” olarak nitelediği eşcinsel ilişkiyi erkeklerden çok daha kolay yaşamaktadır. buna karşılık, erkeklerde erkeklik duygusu daha az kök saldığından, eşcinselliği kimlikleri için ölümcül bir tehdit olarak algılarlar: “özünde anaç dişilikle birleşmenin çekiciliği erkekleri hem ürkütür hem de tutsak eder.”
    kısaca ifade etmek gerekirse erkek çocuğu küçük yaşta bir yandan kendisine annesine göre daha uzakta yer alan modelle –baba ile- arasında benzerlikler kurmaya çalışırken bir yandan annesiyle ve karşı cinsle farklılığını yaratmaya çalışır.
    margareth mead ’a göre çocuğu memeye bağlayan emzirme olgusunun, her insanın psikolojik gelişmesinde belirleyici bir etki yaptığı sonucuna vardı. kız çocuğu için emzirme kendi cinsiyle özdeşleşmenin temelidir ve bu oldukça basit olayı pek fazla tepki göstermeden kabullenir. buna karşılık erkek bebek için emzirme, gelecekteki rollerin tersine dönmesi anlamına gelir. “anne memeyi verir, o ise alır. erkek olabilmesi için bu edilgenlikten kurtulmak gerekecektir.” demek ki küçük kızın ilk deneyimi kendi doğasını yakından tanıma deneyimidir. annesiyle kendisi aynı tip varlıklardır. buna karşılık oğlan çocuğu ona en yakın varlıktan farklılaşması gerektiğini, bunu başaramazsa yaşayamayacağını öğrenir. dolayısıyla yaşamın ta başında kız çocuğu kendisini olduğu gibi kabullenirken, erkekten kendi cins kimliğini edinebilmek için bir çaba göstermesi beklenmektedir. kız çocuk varolmayı öğrenirken, erkek çocuk erkeklerin dünyasına girebilmek için tepki göstermeyi öğrenmelidir. kız çocuk, cins kimliğinin doruğuna çocuk doğurmakla ulaşacağını bilir; oysa erkek çocuk böylesine kesin bir güvenden hep yoksun olacaktır. üremede erkeğin rolü tek başarılı çiftleşme edimiyle tanımlanır. ve biyoloji konusundaki tüm bilgimize karşın, babalık her zaman kuşkulu kalmaya mahkumdur.
    erkek çocuk erkekliğe atanır. atandığı yere layık olmak için çabalar, ama huzur bulur bulmaz yeniden atanacaktır – avlanmaya, evin dışına, güçlü olmaya, ayakta kalmaya, tökezlememeye, diğer erkeklerle kıyasıya rekabet etmeye, teknik erkek işlerini yapmaya, problemleri çözmeye, ketum, zalim ve kıyıcı olmaya, ya da en azından yumuşak olmamaya, sözünün eri olmaya, acı duymamaya, işin hülasası “savaşmaya” atanır – yalnızca gerçek orduda gerçek bir asker olarak savaş zamanında değil, bütün temel güdülerinde orduyu taklit eden sıradan günlük yaşamda da, gelmekte olan büyük savaşa sinsi bir hazırlıktan ibaretmiş gibi duran normal barış zamanında da…
    “yeterince erkek” olmak bir kere elde edilip sonuna kadar süren bir şey değildir. erkek topluluğu tarafından izlenerek, tartılarak ve yargılanarak verilen bir şeydir. aslında erkek “olmak”, bir erkek referans topluluğu tarafından kişinin erkekliğinin onaylanmasıdır. erkekliğin oluşması, sosyal bir süreçtir. dişiliğin tersine erkeklik, verilir. bağışlanan bir şey olduğu için geri de alınabilir.
    bir kez erkek olmayı hak ettikten sonra erkeğin “erkeklik”le işi bitmez. bir tür iğneli fıçı misali, taşıyıcısı olduğu iktidarı her daim hayata geçirmesi, hep yeniden üretmesi beklenir ondan. bu, bir yönüyle “iktidar”ın ona maruz kalanı değil, onu temsil edeni, “taşıyan”ı ezmesi durumudur.
    ait olduğu kültür hangisi olursa olsun, erkek çocuk daima üç tür korkuyla karşı karşıyadır;

    1.erillik özelliklerini yitirmek,

    2. tam bir erkek olamamak,

    3. bebekliğin edilgenliğine dönmek.

    sünnetin ve kabul töreninin amacı bu korkuları, bilinçdışının derinliklerine gömmektir. ama yetişkin erkeğin düşleri, bu korkuların hiç bir zaman tümüyle ölmediğini, çünkü güçlü çift cinsiyet özlemiyle yakından bağlı olduklarını göstermektedir…

    hiç farkında olmadan erkeklerin bedenlerine kazınan davranışlar, yaşamlarının her alanında tekrarlanır. neredeyse daha doğmadan belirlenmeye başlayan erkek birey, yavaş yavaş ve uzun bir süreçte, erkek olmanın gereklerini farkında olmadan içselleştirir. bu hareketler, yürümekten kadeh tutmaya, çeşitli hareket biçimlerinden, parmak kaldırmaya, laf atmaktan direksiyon tutmaya, konuşmaktan omuz atmaya uzanan bir aralıkta değişiklik gösterir.

    erkeklik oluşumunda sosyalizasyonun önemini vurgulayan araştırmalarda, sosyalizasyon modeli sekiz farklı noktada ele alınır:

    birinci nokta, erkekler dünyası olarak toplumsal açıdan yapılandırılan ve kadınların dünyası olan iç dünyaya kıyasla daha olumlu sıfatlarla tanımlanan “dış dünya”nın varlığıdır. bu dünyanın yarattığı modeller, güçlü, acı çekmeyen, ağlamayan ve daima rasyonel olan erkekliklerdir.

    ikinci nokta, emeğin toplumsal dağılımında, kadına, yeniden üretim alanında görev verilmesine ve erkeğin bundan faydalanmasına işaret eden “kullanma” kavramıyla açıklanır.

    üçüncü husus, erkek sosyalizasyonunda, erkeğin kendisi ve duyguları hakkında konuşamamayı ifade eden “suskunluk” olarak betimlenir.

    suskunluğa bağlı olarak gelişen dördüncü özellik ise “yalnızlık” olarak ifade edilir. buna göre, erkekler sorunlarını tek başlarına çözmek zorunda olduklarını düşünürler, zira yalnızlık, “kadınsılıktan arınmış, pozitif bir değer olarak algılanır. yalnızlığa adanmışlık, aynı zamanda, sürekli bir terk edilme korkusuyla iç içedir.

    duyguların ifade edilmesinin ve dışavurumunun negatif davranış olarak tanımlandığı pota ise, erkeklik sosyalizasyonunun belirleyici beşinci hususu olan “rasyonelliktir”.

    rasyonelliğin sonucunda oluşan “sürekli denetim pozisyonu”, altıncı husus olarak, erkeğin toplumsal alanda belirleyici olan her noktada egemenlik kurma gereksinimine işaret eder.

    bu egemenlik kurma dürtüsü ise, erkekliğin sosyalizasyonundaki yedinci husus olan “şiddetin”, toplumsal sorunların çözümünde tercih edilen bir davranış biçimine bağlı olarak ortaya çıkmasıdır.

    sekizinci nokta ise, erkeklik oluşumunda öne çıkan vücut ve beyin kopukluğunun sonucundaki “fizyolojik uzaklık” olarak ifade edilir. burada, erkeğin, kendi vücudunu, örneğin sporda olduğu gibi, işlevleştirilmesi vurgulanır.

    sadece üreme anlamında değil sosya hayatın oluşmasında ve insanlığın farklı yönlerden gelişiminde bu farklılığın uzlaşması ve çatışması etkili olmuştur.
    ‘erkeklik’, erkeklerin kültürel ve teknolojik gelişim içerisinde kurdukları hiyerarşik düzenin ve buna bağlı kültürel, ideolojik, dilsel ve siyasal olguların devamını sağlamak için oluşturdukları bir biçimlenmedir. “erkek” olmak, ‘kadınlık’ içerisinde tanımlanan insanla ilgili her türlü gerçekliğin, duygunun, davranışın toptan reddine dayanır. “kadınsı” olarak tanımlanan hiçbir harekete ve özelliğe hoşgörü ve izin yoktur; bu şekilde tanımlananlar genelde “eşcinsel” veya “efemine” kategorileri altında adlandırılırlar.

    erkekler ile ilgili çalışmaların tarihi çok eski olsa da, sosyal bilimlerde (psikoloji-psikanaliz dalı hariç) “erkeklik” ya da erkeklik ve erkek kimliği üzerindeki çalışmalar daha geç bir tarihte, toplumsal cinsiyet tartışmaları ve çalışmalarıyla başlamıştır. özellikle 1970’lerdeki ikinci dalga feminizmin yol açtığı toplumsal cinsiyet tartışmaları ve araştırmaları, önce kadınlar üzerine yoğunlaşmış, kabaca 80’lerin başından itibaren ise, erkek kimliği (erkeklik) üzerine yapılan çalışmalar artmaya başlamıştır.

    david gilmore’a göre, dünyadaki tüm erkek kimliklerine baktığımızda üç temel ölçüt vardır:

    1. bir kadını hamile bırakmak,

    2. kendisine bağımlı olanları tehlikelerden korumak,

    3. hısım ve akrabalarını geçindirebilmek.

    bu ölçütlerin önem dereceleri toplumlara göre farklılık gösterse de, erkeklik bu ölçülere cevap verebildiği ölçüde devam eder. erkeklik kimlikleri “dölleyici, koruyucu, geçindirici” özellikleri üzerine kurulur. tüm toplumlarda bu üç zorunluluk birçok mücadeleye ve tehlikeye yol açar. bu mücadelelerde tüm yakın çevresi, yeri geldiğinde de tüm toplum söz konusudur.
    ilk madde de kişi erkekliğini toplum karşısında ispatlar ve soyunun devam etmesini sağlar. ataerkil toplumlarda soy baba üzerinden yürür ve çocuk erkeğin soyunun devamını sağlar. anaerkil toplumlarda ise soy anne üzerinden yürür.
    kendisine bağımlı olanları korumak erkeğin ataerkil toplum içerisinde en büyük düşman güç olan yine erkeklere karşı mücadelesini içerir. ataerkil toplum içerisinde kadın ve çocuk korunan, erkek koruyan rolünü üstlenmiştir.
    korumanın bir uzantısı olarak erkek aynı zamanda hısım ve akrabalarını geçindirebilmek zorundadır. günümüz toplumlarında bu zorunluluk aile yapısının çekirdek aile düzenine geçmesiyle beraber ortadan kalkmaya başlamıştır.
    bu üç madde de erkekliğin toplumun beklentilerini gerçekleştirmek üzerine şekillendiği görülmektedir. kadın hareketinin kadının toplum içerisinde daha belirgin bir şekilde var olabilmesi ve kadının kendisini tanıyarak ifade edebilmesini sağlaması amacında olduğunu kabul edersek erkekler içinde benzeri bir hareketin faaliyete geçmesi gerektiğinden bahsetmek mümkündür.
  • patır patır ortalıkta biten yeni moda türk dizilerinin birinde vardı. adını bağışlayamıycağım, kanal değiştirirken rastgelmiştim. yeni açmış bir çiçek gibi güzel, bir o kadar da narin ve kırılgan kızımız nasıl olduysa elceğızını yarıp kanatmış, lakin kendisi doktora gitmeye korkuyor mu, üşeniyor mu, delikanlılığı mı üstünde artık bilemiycem yaraya tampon filan saçma sapan bişeyler yapmaya çalışmakta. o anda mekana giren uzun ince, temiz yüzlü fakat pis sakallı, kibar ama ibne olmayan ki onun da adını söyleyemeyeceğim, şu sıralar şeyini sallasan bunlara çarpıyor zaten, er kişimiz girer. esas oğlanımız güzel ve narin kızımızın elini avuçlarına alarak, inanılmaz sahtelikte bir panik gösterisi koyar ortaya. delikanlı alt tarafı eli yarılmış kızımıza ağır yaralı muamelesi yapar, vay efendim ah canım senin eline noolmuşmuş, vay deliymiymişin sen de hemen tam teşekküllü bi hastaneye gitmeliymişin de ilerde piyano çalmanı bile etkileyebilirmişmiş, vay efendim kolonya mı sürülürmüş o ellere de hemen oksijenli su koymak gerekirmiş de...
    neyse, narin prensesimizi sonunda ikna eden delikanlımız odadan-muhtemelen sikindirik bi pansuman için 500ytl bayılacakları özel bir hastaneye doğru- yola çıkarkene de kızın çantasını da omuzuna astırır, hadi çantanı da al da gidelim baabında.
    o anda duraksarım, "oldu mu lan şimdi, kıza o kadar yağ çektin çantasını da alsana lan it hani eli sakattı bunun" demek gelir içimden. hemen sonra yapmacık abimizin delikanlılık çizgisini çizmekteki hassasiyetine hayran kalırım. sozluge "eli çizilen manitasına yeni doğmuş bebek muamelesi yapacak kadar centilmen lakin pembe çanta taşımayacak kadar delikanlı erkek modeli" başlığını açmak gelir içimden, 50 karakter sınırına takılırım. televizyona uçan tekme atsam değer mi bu tipler için ekranı dağıtmaya derim; değmez, evet.
  • öğrenilen şeyler unutulabilir. bu nasıl öğrenmekse, adeta ezberlemek bu ama ezberlenen şeylerde unutulur; eğer tekrar edilemezse.

    özünde bu her an tekrar edilen, her an yoğrulan bir hamur. hala öğreniliyor hala öğretiliyor. başlayalı beridir sürmekte olan bir geçmiş zamanda şimdi vuku buluyor olay.
hesabın var mı? giriş yap