*

  • sözleri emekçi'ye ait çok güzel bir türkü. ağla kızılırmak ağla olarak da bilinir aynı zamanda.

    çiçekleri sevdirmezler
    ağla kızılırmak ağla
    gül yüzlümü güldürmezler
    ağla kızılırmak ağla

    ağlamak var türlü türlü
    bazen arı bazen kirli
    ne kini var ne kibirli
    ağla kızılırmak ağla

    emekçi bilir hatırı
    bir ömür aldı götürdü
    biraz da bizden ötürü
    ağla kızılırmak ağla

    ağlamak var türlü türlü
    bazen arı bazen kirli
    ne kini var ne kibirli
    ağla kızılırmak ağla

    güler duman ve başka türkücüler tarafından da söylenen bu türküyü bana göre en etkileyici söyleyen ise ilyas salman'dır.

    http://www.youtube.com/watch?v=f-z_uqelsso
  • güler duman'dan dinlenildiği vakit insanı başka alemlere sürükleyen türkü. kişi ırmağın ağlamasını niçin ister? ya kendi döktüğü gözyaşlarını ırmağın gizemli sularına gizleyip "sır" olabilmek için, ya da onun sularını gözyaşlarına katıp ırmağı sırrına ortak etmek için...
  • can rıza da söylemiş bir piknikte

    http://www.youtube.com/watch?v=0int5ccin1c

    bir de şöyle bir dörtlük ekliyor can rıza,

    birbirini bozan izler
    kendini kendinden gizler
    al boyalı kara yüzler
    ağla kızılırmak çağla
  • eski günlerden biriydi, çok kararlı olduğum bir gündü hatta. çok eski ve tüm hislerin terk edildiği bir gün; incirler suya bırakılmıştı. şehirli asfalt kokusu bir tek bana işliyordu. tin tin yaklaşıyorduk birbirimize, benim ayakkabım gıcırdıyordu, o yokuşun başından aşağı iniyordu. tin, biri uykudaki hevesi çağırıyordu. tin, öteki, bazı zamanların eski renklerini, hem de yüzünden kazıyarak; yaraları kanamasın diye bir daha, kanamayı hiç durdurmadan saklamak istiyordu. en karalı olduğum gündü, aşmak gerekti dağları, beyaz atlarla, dağlara doğru, kızılırmak boyunca.

    dağlardan biri ankara’dır, biri bozok, biri erzingan, öte dört tarafı deniz. mecazlar ve kitaplar arasından geçerek varılıyordu dağların ardına, yokuşun ortasına, içimde tuz yalazları balkıyordu; atlar sakince su içiyordu, yaşlanmış üstleri. tuz yalazlarına suyun bir damlası düşeyaza eriyip kayboluyordu, göğnüm damlataş mağarası. yokuşun başından bin bentli, on benli, bir ırmak çağlıyordu, yıkılsa da biri bentlerin sonu bir türlü gelmiyordu.

    arkamdan kitapçıların çığırtkanları bağırıyor, sağ yandan tavla ve okey taşı sesleri, masalara vurulan kozlar, as maçalar; az ilerdeki barlardan cıstak müzikle, metalik bira kokuları –bira çeşit çeşit, içim vira vira-; içime yayılan tuz kokusunu bastıran yedi renkli çiçek kokusu, portakal ve çilek kokusu; hayır en çok çiçek kokusu ise yokuşun başından aşağı geliyor. sanırsın başımdan aşağı dökülüyor. bir çiçeğin yüzünden alınır kokusu, işte öpüşme zamanıdır yokuşun ortası… evet, işte kendini böyle tutmalısın ki, yakup gibi gözlerine kan dolsun. kucağına bastırdığı kitaplar, işler ve güçler, ler, ler, ler… uzadıkça çalışma saatiler, sessiz oturulan geceler –gece lügatimizde yalnızlık demektir, bir düşünün abiler-… su küçüğün diye çağırana dek, yalnızlık ve ardı yalnızlık ve tabi üstü başı yalnızlık.

    dedim ki tüm bunlar olurken, avlular ve komşular bir kenarda dursun. onlar, çiçekleri sevdirmezler. sonra sessizce dedim ki, üstümdeki toprağı savur, yüreğini ısla. çıplak ayaklarınla gezerken, yani heves uykudan kalkmışken; derine inmeye gerek yok, sesimiz durgun da çıkabilir… az soluklansan gövdemde, gövdeme kök salacaksın.
  • özellikle hasret gültekinin kaydı beni başka diyarlara götürmektedir. dinlediğim en manalı türkülerden.

    hasret gültekin
  • en güzel yorumu şuraya bırakıyorum.
    link
hesabın var mı? giriş yap