• aşaka:

    aşk'ın kökü. aşaka bir sarmaşık çeşididir. tohumu tüy kadar hafiftir. yani her isteyen onu yetiştiremez, büyütemez.

    öncelikle ağacının etrafından kök salar. aşk dediğimiz şey bu sarmaşık bitkisinin ağacı sarmasına benzediği için de bu ad verilmiştir. yani yine aşkın tam bir tanımı yoktur. sadece benzeyen bir yan vardır. aşık maşugunu sarar, onunla tek vucud olur ve sonunda da onu öldürür. yani aşkın ( gerçek olanı için) sonu ölümdür. tek bir vucud olarak, bir butun olarak olmektir.

    hayatta bir kereye mahsus olmak kaydıyla birine verilebilecek en yüksek mertebeli sıfattır, ayrıca. cürmünden içini doldurur sanmayın herkesi. içinizin en tepesine koyun daima, kim yükselip almaya çalışırsa onu eline vurmayın. tepeye çıkarmak için de içinizin gizli geçitlerini açmayın, yakmayın karınlık dehlizlerinizdeki mumları.

    tesadüfen bulanlar zaten çıkaramazlar onu içinizden, bir kulbunu tutarlar da benim oldu sanırlar...
  • aşk kelimesinin kaynağı olan bitki .

    şöyleki;
    hindistanda yetişen bu bitki (sarmaşık) yanındaki bitkiye tamamen sarılıp ,sarıldığı bitkinin rengini alıyormuş eğer bu bitkiyi sarıldığı bitkiden ayırılırsa bitki ölürmüş.
  • âdeme eş noktadır
    gördüğün düş noktadır
    âdemi âdem eyleyen
    üç harf ile beş noktadır.
    harabî

    belki de âdemi adem ediyordur, belki de ademi âdem ediyordur. sahi bu herkesin dilinde mütemadi bir suretle sohbetlerinin konusu ettikleri aşk ne ola ki?

    insanlardan kopuğum, bir yolculuk halinde belki bir lütufla muhafazadayım. gönlüme düşen bir ayetin emin hissi var; insan az biraz bilir işte özünü. az, biraz. bir az. hep bir bir azalarak bilir. erişkinlikle yetişkinliğin bir olmayışı boşuna değil. bir cemâli görmeye hasret belki ecbaren belki cebren görmek arzusu var. intihar eğilimi değil ancak ölüm arzusu var. ömür belki bir büyük imkan. kısalığı ve uzunluğu muamma. kimi ömür uzunken kimisi kısayken hayra işarettir. günaha vesile olacak bu toplum içinde nefsle cihad da kuvvet isteyen bir fiil. bilfiil müşahidi olduğum bu iğrenç bu kokuşmuş cesetler içinde fehmediyorum ki, bu iş irade istiyor. görmek istiyorum rabb'im, insan görmek istiyor. görmek istiyorum. dolanıp duran bu içimi kavuran hissin sahibine, bu arşın sahibine bizatihi bu aciz bedenimle ve fakr içindeki ruhumla secde etmek istiyorum. insan anlar, bazen doğar içine. doğar işte. his denilen bir şey var. görmek için kavrulan ruhun görmek arzusu varsa göstermeyi bildiren bir kalp gözü de vardır.

    adam fawer'ın empati isimli kitabında vardı; hisleri renk olarak algılıyordu bir karakter. kalp gözü, hissi; sesle, renkle, tatla ve dokuyla bildiren özel bir duyu. ne var karmaşıklaşmış ve kendi kendini fesh eden bozuk algımla seni anlamaya çalışıyorsam? kimse girmesin senle arama. sen bilirsin bir beni. beni yaratan beni benden de iyi bilir. bilmediğim bir şey var, çok şey var da hepsinin menbaı olan sen varsın bir de sözün var, isra 36'da. rabb'im sözünden çıkmak gibi büyük gafletten kurtar. bizim bir lafımız var " tevlihevbûn". xwedê mé tevlihev ne kê. zâr bû amel ne qîr, mezınbû faide ne qîr. faide görmeyenlerden eyleme.

    fedakarlık istermiş aşk denen bu illet. bu çok şiddetli hiç şeddeli tek cezmli lafzın hakiki sahibi bu hissin asıl sahibi de değil midir? "bir noktayı yerinde icad etmek için, bütün kâinatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahi lâzımdır."

    ya mu'ız el vehhab'ın izniyle biliyorum bu firakın acısı da biter sonra da vuslatın sevinci başlar. hem bu dünyada " ne dem bâki ne gam bâki." yalnız yine biliyorum ki o gün geldiğinde o vuslatın sevinci bâkidir, ebedidir.

    insanlarla olan sohbetlerimde eğer bir kırılma noktası olursa sorumlu olarak öncelikle kendimi sayarım. kendimi hesaba çekerim, yaptığım ayıba hayıflanır, nasıl telafi edeceğimi düşünürüm. belki bu yüzden inceliğe takığımdır. belki tam bu yüzden tek iyi yanım sakinliğimdir. fıtratıma özgeyim; süfli.

    muhabbetime bakarım; hib'den gelen dolup taşma manasını ihtiva eden bu kelimenin özündeki gibi sevgimin dolup taştığı biriyle nasıl kendimi ifade ettiğime bakarım. yaptığım hatalara eseflenirim. içimi dolduran sevgi yerini iç sıkıntısına bırakır. sevgim taşmış, sıkıntılarım gayretiyle belki kırdığım bir âdeme bir özür, bir mahcubiyet olarak gider. insan kendini görür kelimelerinde, kendini gösterir. en çok şiirlerde ve çizdiği resimlerde. kendini ele verir. sırlı aynalar, bir fıtrat sırrını ele verdiği anda dökülür. kendi pisliğini görür. ne aynanın ne de fıtratının sırrı kalmıştır. âdemi adem eden belki de nefsine boyun eğip asılsız münasip olmayan sözler etmesidir. ne ehemmiyeti kalır ki insanın o zaman? insan idelerini en çok kendi kendine irdeler. platon'un mağara alegorisinde yer alan gölgeler gibi aslından çok uzak kalmadan ama tastamam o da olmadan kendini gösteriyordur. şeylerin gölgesinde, görünenleri bir batman uzağımdaki mükafata yeğ tutmam da bundan belki. yanılsamalar.

    yanılsamalar. kendi benliğimin yanılsaması, algılarımın yanılsaması. rabb'im psikolojik bir yetimlik, ruhi bir öksüzlük hissediyorum. sen her şeyin sahibi olarak bu öksüzlükten ve yetimlikten kurtar.
    " ew xwedêye be nazir ü zülcelal
    be misal u be heval u be zeval.
    ...
    ez dizanîm lâ ilâh illâ tû yî."

    dünyevi tarafı da var bu hissin. insan bu hissi yaşarken sözler biriktiriyor. kolektif bir gayretle bireysel bir çığlık haline dönüyor. sessizleşip bitap düşüyor ve nihayet; dîlharab.
    yeki.
hesabın var mı? giriş yap