• pek bi güzel stefan zweig eseri.
  • stefan zweig'in uzun hikayesi... kitapta anliyoruz ki bu amok kosusu sadece elinde bicakla silahla insanlari oldurmek degil ayni zamanda bilincsiz bir sekilde kisinin kendi benligini dogramasi seklinde de vuku bulabiliyormus.
  • katlanamiyorum, dayanamiorum; asla kabul edemedigim bir durumu bu kadar etkili anlatabilen ve aglatabilen oyku.

    --- spoiler ---
    kadinin ondan bir cocuk tasidigini, onun cocugunu benim oldurmem gerekirken, kadinin cocugu da beraberinde surukleyerek kendini feda ettigini, genc subay asla ogrenemedi.
    --- spoiler ---
  • kitaba ismini veren öykü tek kelimeyle büyüleyicidir.

    yakin zamanda bir ölüme * taniklik etmisseniz, bazi kisimlari oldukca vurucu olup, sarsabilir.

    --- spoiler ---
    ... ama yine de ölen birinin basinda caresizce oturmanin, olacaklari bilmenin ama yine de elinden birsey gelmemenin ne demek oldugunu bilir misiniz? bedeninizdeki bütün damarlari parcalarsaniz da yardim edemeyeceginizi, bu korkunc gercegi bilirsiniz bir tek... sevdiginiz bir bedeni görmek, acilarin pencesinde kivranan, caresizce kanayan bir bedeni ve bir cosan bir duran, parmaklarinizin arasindan kayip giden bir nabzi dinlemek....
    --- spoiler ---

    (bkz: ates düstügü yere yakar)
  • bu kitabı okuyup sevenlerin bunları da okumalarında fayda vardır:
    (bkz: lyon'da düğün)
    (bkz: bir kadının hayatında 24 saat)
  • zweig ustanın dantel gibi işlediği tek kişilik heyezanları anlattığı hikayeler sinsilesi. her hikayeyi bitirdiğinizde anlatımın detaycılığı, sizi o ruh ahline sokması ya da en azından empati kurdurmaya çalıştırmasına mı yoksa her hikaye sonundaki umutsuzluğa kaptıracağınızı bilemezsiniz. zaten hikayeler umutsuz başlamış, ta başından o umutsuzluğu hisseder, mutlu sonun olmadığı hikayeleri okumaya başladığınızı bilir de devam edersiniz. umut yoktur belki ama anlatışa hayran kalırsınız. umutsuzluğun, tek kişilik hezeyanların, katilin* kurbanından* beslenmesinin kadre kadre görürsünüz. donar kalırsınız. hikaye biter; sonunda ağzınızda kalan tadın devamı ile başlar her hikaye. öyle güzel yazılmış, öyle güzel peşpeşe yazılmıştır ki umutsuzluk hastalığından müzdarip ustanın umutsuzluğunu seversiniz.
  • zweig'in birbirinden güzel öykülerle bezeli kitabı. kitaba ismini veren amok koşucusu dışındaki öyküler şunlardır:
    (bkz: bir çöküşün öyküsü)
    (bkz: madalya)
    (bkz: bezginlik)
    (bkz: ay işığı sokağı)
    (bkz: leporella)
    (bkz: leman gölü kıyısındaki olay)
  • kendine defalarca sorduğu soruyu bulunca insan ,durmaz yaşlar gözünde.

    --- spoiler ---

    "bir tek şeyi aklım almıyor..nasıl oluyor da insan böyle anlarda yanındakiyle birlikte ölmüyor?nasıl oluyor da insan ertesi sabah uykudan uyanıyor, dişlerini fırçalıyor,kravatını takıyor.."

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    “amok mu? sanırım hatırlıyorum. malezyalıların bir sarhoşluğudur bu.

    sarhoşluktan daha fazladır, deliliktir. kitap gibi konuşalım: bir tür insan kuduzudur. duygusuz, öldürücü bir monomani krizi; hiçbir alkolün etkisi bununla karşılaştırılamaz. sebebi iklimdir kuşkusuz. bir bora gibi sinirleri sıkan, en sonunda çatlatıveren bu yoğun ve boğucu havadır. yani amok…

    bir malezyalı; oldukça iyi, sevimli bir adam, ağır ağır içkisini yudumlamaktadır. öylesine rahat oturmuştur, kaygısızdır, güçsüzdür ki… benim odamda oturuşum gibi. sonra birden yerinden sıçrar, hançerini kapmasıyla sokağa fırlaması bir olur. ileriye atılır, koşar, hep ileriye. dosdoğru nereye gittiğini bilemeden. yolunun üstündekileri insan olsun, hayvan olsun demeden deviriverir. kan kokusu şiddetini daha da arttırır. koşarken salyalar akar ağzından, deliler gibi bağırır. ama koşar, durmadan koşar, sağını solunu görmeden. köylüler bu kanlı delilik krizine tutulmuş olanı hiçbir gücün durduramayacağını bilirler. geldiğini görenler, uğursuz haberi elden geldiğince uzağa duyurmaya çalışırlar. “amok! amok!” herkes kaçar. ama o duymaz, yoluna devam eder. hiçbir şey görmeden koşar, önüne geleni öldürür. bir kuduz köpek gibi öldürülünceye kadar, ya da bitkin bir durumda, kan ter içinde devrilinceye dek…”

    stefan zweig'in, yapacak hiçbir şeyi kalmayınca sözleşmeli olarak hollanda sömürgelerinden birine, sıtmanın ve nice hastalığın beşiğine gitmeye karar veren bir doktor'un etrafında kurguladığı eseri, fiziksel bir buhrandan daha çok duygusal bir sarsıntıyı ele alır. doktor amok koşusuna başlatıcı olaydan evvel bir durgunluk, yorgunluk döneminde oyalanırken birden adımlarının hızlandığını fark eder. çok geçmeden koşmaya başlamıştır bile. önüne gelen her şeyi devirir, yaralar. başkalarının gözünden kısa; ama kendi gözünden epey uzun bir koşunun ardından kendini bir geminin karanlığında devrilmiş olarak bulur. koşmaktan bitkin düşmüş, kimsenin vurmaya yeltenmediği yahut korktuğu bitkin bir köpek gibi. yine yapacak hiçbir şeyi yoktur ve eskisinden daha çaresizdir. üstelik sarması gereken yaralar da vardır. kendinde ve başkalarında açtığı yaralar. kendindeki yarayı her gece tıklım tıklım dolu gemiye, son anda bir tabutu andıran kamarayı tutarak katılan bir adama anlatarak kapatmaya çalışır. bir başkasında açtığı ve daha da büyüyeceğine kesin gözle baktığı diğer yarayı ise, gazetelerin içeriğine, kimsenin dikkatini çekmediği kısacık bir haber olarak girerek.

    söz konusu olan başkalarıysa insan her zaman daha anlayışlı ve rahat oluyor.

    --- spoiler ---
  • bunalımı ve sorgulamalarıyla filan değil de, kitabın arka plan betimlemelerinde geçse dahi açık şekilde ırkçı, ya da doğru deyimle sömürgeci (sömürülen halkın mensubunu alt düzey yaratık gibi gören) bir bakış açısı içermesiyle beni çarpan kitap. (kitabı atmamış olsam, öyküden örnekler verirdim). öykünün kahramanı gibi zweig da bu bakış açısına sahip miydi gerçekten merak ediyorum, durumun farkında değilse ondan hoşlanmıyorum.
hesabın var mı? giriş yap