*

  • frans de waal'ın 2013 tarihli kitabının adı. metis yayınları tarafından bonobo ve ateist adıyla türkçe'ye çevrilmiştir.

    --- içerik ---

    içimizdeki maymun'da insan doğası hakkındaki önyargıları altüst eden de waal, bu kez gözlemlerini evrimci biyoloji ve ahlak felsefesi bağlamına taşıyarak eşsiz bir argüman inşa ediyor. insan ahlakı denilen şeyin gökten zembille inmediğini, "içten geldiğini" savunuyor: "ahlaki davranış ne dinle başlamıştır, ne de dinle biter; evrimin ürünüdür." hayvanlarla aramızdaki bağlar üzerinde duran de waal, ahlakımızı aşağıdan yukarı doğru açıklamaya çalışıyor. dinin ahlak üzerindeki rolünün sonradan gelen bir rol olduğunu, işbirliği ve empati gibi doğal içgüdülerimize ek olarak ortaya çıktığını öne sürüyor. ve bu bağlamda, günümüzde dinin toplumun işleyişi açısından nasıl bir rol oynadığını sorguluyor.

    --- içerik ---
  • primatlar arasında insanın yeri ve onun ahlaksal yönleri üzerine eleştirel yaklaşımla, bilimsel bulguların ve gözlemsel dayanakların desteği ile yazılmış frans de waal'ın son kitabı.

    --- spoiler ---

    waal ahlakın dinle değil diğer primatlarda da görüldüğü gibi insanın içten geldiğini ve dolayısıyla ahlaksal bir toplum için tanrıya ihtiyaç duyulmadığını savunuyor.
    bilim ve dini karşılaştırdığında yaptığı yorum ise çarpıcı; dinin sosyal derimize işlenmiş bir parça olduğunu biliminse daha çok yeni aldığımız bir palto gibi olduğunu düşünüyor. bu sebeple her ne kadar tanrısal bir ahlak mümkün olsa da olası bir toplumsal çöküşte toplumun sarılacağı şeyin bilim değil din olduğunu düşünüyor

    --- spoiler ---
  • dünyaca ünlü primatolog frans de waal'ın insanlarda ve hayvanlarda, doğuştan gelen empati, özgecilik ve işbirliği konusundaki veriler karşısında cila kuramının yanlışlanabilirliğini göz önüne serdiği kitap. insan evrimindeki şiddet odaklanmasına karşı çıkıyor ve bunu geniş ölçekte irdeleyerek yapıyor. toplumsal içgüdüler, gayri ahlaki itkiler, davranışsal ve evrimsel psikoloji üzerinden verdiği açık örnekler oldukça ikna edici. yazarın iyimser bakış açısını destekleyen bir çok veri var. aynı zamanda militan ateizmine de karşı. richard dawkins gibi neo-ateistlere eleştirel yaklaşıyor. "aktivist ateizmin bir travmayı yansıttığı tezinde insanın dini geçmişi ne kadar katıysa, ona karşı koyma, eski emniyetin yerine yenisini koyma ihtiyacı da o kadar büyük olur." diyor.

    kitaptan altını çizdiğim alıntılar:

    • benim için dine duyulan ihtiyacı anlamak, onu yerle bir etmekten daha önemli bir hedef. ateizmin temel önermesi, tanrı'nın var olmayışı, bana hiç ilginç gelmiyor. kimsenin varlığını ya da yokluğunu kanıtlayamayacağı bir şeyin varlığı konusunda didişmekle ne kazanacağız?

    • ahlakın nasıl işlediğini anlamamıza yardımcı olsa bile bilimden ahlakı yönlendirmesini beklemek, yumurtanın tadını bilen birinden yumurtlamasını beklemek gibi olur.

    • ahlakı bir grup değişmez ilke ya da kanun olarak görmek dinden kaynaklanır. bu kanunları bizim için formüle edenin tanrı mı, insan mantığı mı yoksa bilim mi olduğu o kadar önemli değildir. bütün bu yaklaşımların ortak noktası yukarıdan aşağı yönelmesi, temel önermeleriyse insanın nasıl davranacağını bilmediği, bunu ona birinin öğretmesinin gerekli olduğudur. peki ya ahlak günlük sosyal etkileşimle ortaya çıkıyor, soyut bir zihinsel seviyede yaratılmıyorsa? ya ahlak, bilimin çok sevdiği düzenli sınıflandırmaların ıskaladığı duygulardan temelleniyorsa?

    • darwin ahlakın doğrudan doğruya hayvanların sosyal içgüdülerinden türediği tahmininde bulunmuştur.

    • şempanzeler on iki yaşına gelene kadar erişkin olmaz.

    • amerikalı filozof patricia churchland, insan ahlakının, bakım eğilimlerinden kaynaklandığını söylüyor. organizmanın kendi beden işlevlerini düzenleyen sinir devresi, yavruların ihtiyaçlarını içerecek biçimde şekillenmiştir ve yavrulara adeta kendi uzvuymuş gibi muamele eder. çocuklarımız bizim parçamızdır, bu yüzden de onları hiç düşünmeksizin korur ve kollarız, tıpkı kendi vücudumuza yaptığımız gibi.

    • ahlakın, mevcut medeniyetlerden ve dinlerden en az yüz bin yıl önce geliştiğini gösteren arkeolojik kanıtlar vardır.

    • ya şempanze benzeri öfkeli bir atadan değil de bonobo benzeri iyi huylu, empatik bir maymundan gelmişsek? bonobo niçin görmezden gelindi? ya şempanze, atalarımızın prototipi olmak yerine aslında barışçı bir soyun, şiddet eğilimli aykırı üyesiyse?

    • bonoboları insanın aklına gelebilecek ve gelmeyecek (ayaklarından asılı vaziyette tepe aşağı) her türlü pozisyonda cinsel ilişkide bulunurken gözlemledim. yaygın cinsellik, yetişkin her erkeğin her çocuğun babası olma ihtimalini beraberinde getirir. cinsellik bonobolar için su içmek kadar doğal ve yaygın olmasına rağmen enseste hiç rastlanmaz.

    • dişi bonobolar arasındaki sevgi dayanışması insan dişilerine karşı da yapılır.

    • bazı insanlar dogma için deli olur ama içeriğini seçmekte zorlanır. seri dogmacıya dönüşürler.

    • insanlar sadece inanmak istedikleri için inanırlar. bu bütün dinler için geçerlidir. inanç, belli insanlara, hikayelere, ritüellere ve değerlere duyulan bağlılıktan çıkar. emniyet, otorite ve ait olma arzusu gibi duygusal ihtiyaçları karşılar.

    • bilimle uğraşanlar insandır ve insanlar psikologların "onaylama eğilimi"
    (kendi görüşümüzü destekleyen verilere bayılırız) ve "yanlışlığını ispat eğilimi" (kendi görüşümüzü çürüten verileri kötüleriz) dedikleri kavramlara göre hareket eder. biliminsanları, kuramların "güvenilirliğini" ve "güzelliğini" överek, bazı şeylerin nasıl işlediğine ya da işlemesi gerektiğine dair kendi düşünceleri üzerine temellenen değer yargılarında bulunurlar.

    • dogmatizm zihni kapatır.

    • "bütün her şey tek bir şeydir ve tek bir şey bütün her şeydir - planktonlar,
    denizdeki fosforlu ışıltı, dönen gezegenler, genişleyen evren, bütün hepsi
    zamanın esnek ipiyle birbirine bağlıdır."
    john steinbeck, the logfrom the sea of cortez (cortez denizi seyir defteri)

    • "kanıt yokluğu, yokluğun kanıtı değildir".

    • şempanzeler anlık bakışlar ve vücut duruşlarıyla iletişim sağlamakta ustadır. dile ve açık jestlere ihtiyaç duymadan bir sonraki hamlelerini haber verirler. vücut diline bel bağladıkları için insanların verdikleri işaretleri de çok iyi okurlar. hatta bu konuda o kadar iyiler ki benim ruh hallerimi ve niyetlerimi benden bile daha iyi biliyorlar sanki. bize bakınca içimizi okuyorlar.

    • şempanzelerde başkasının iyiliğini gözetme, minnettarlık ve intikam gibi özellikler bulunur.

    • başkalarında algıladığımız motor edimlerin sinirsel temsillerini beyinlerimizde etkin hale getiririz. empati, yüzlere, seslere, duygulara dair bilinçdışı bedensel bağlantılardan kaynaklanır. insanlar empatik olmaya karar vermez, kendiliklerinden öyledirler. empatinin kökeninde, bedensel eşzamanlılık ve ruh halinin bulaşıcılığı vardır

    • empati taraf tutar. zürih üniversitesi'nde başkalarınin acısına verilen tepkileri ölçmek için yapılan deney de bunu göstermiştir. bir grup erkeğe, kendi takımlarının ya da rakip takımın taraftarlarının, ellerine bağlanan elektrotlarla canlarının yakılması seyrettirilmiştir. isviçrelilerin futbolu ciddiye aldığını söylemeye gerek yok. sadece kendi kulüplerinin taraftarları onlarda empati uyandırmıştır. hatta rakip takım taraftarının elektrik şokuna maruz kaldığım seyretmek, beynin haz bölümlerini harekete geçirmiştir.

    • disiplinli bir toplumun arkasında genelde sosyal hiyerarşi vardır. sosyal hiyerarşi, devasa bir kısıtlamalar sistemidir ve yine böyle bir sistem olan insan ahlakının öncülüğünü de muhtemelen bu yapmıştır. anahtar, dürtü kontrolüdür.

    • "içgüdü" hayvanlara ya da insanlara, belli koşullar altında belli şekilde davranmalarını söyleyen genetik bir program.

    • primatlar arasında hiyerarşi var, ama zorbalık yoktur.

    • biyolojik açıdan temel duygular, doğa ana'nın bizi, sağduyu çerçevesinde yapmamız gereken şeyi yapmaya yönlendirmesidir. sosyal duygular, bize toplumsal olarak yapmamız gerekeni yaptırmanın yoludur ve ödül/ ceza sistemi sayesinde geçmiş deneyimlerimizi kullanarak her iki alanda da performansımızı geliştiririz.

    • toplumsal kodlar: yardım etme ve zarar vermeme. hiyerarşik doğamız ve ceza korkumuzdur.

    • yargıçların öğle yemeğinden sonra, öncesine nazaran daha müsamahakar olduklarını kanıtlayan çalışmadan haberiniz var mı? israilli yargıçların şartlı tahliye kararlan, öğle yemeği öncesi yaklaşık %0'ken, yemekten sonra %65'e çıkıyor. benim için bu, insanın nasıl akıl yürüttüğünü mükemmelen özetliyor. akılcı karar alma sürecini, zihinsel eğilimlerden, bilinçdışı değerlerden, duygulardan ve sindirim sisteminden ayn düşünmek imkansız.

    • insanlarda topluluk yararı, aydınlanmış şahsi çıkardan kaynaklanır. iyi işleyen bir bütün kurmaya uğraşırız çünkü onun içinde daha rahat ederiz.

    • ahlaki değerler, değişmez bir insan doğasını yansıtmaktan ziyade kendimizi örgütleme şeklimizle ilgili bir şeydir.

    • ölümü kabullenmek o kadar zordur ki onu düşünmemeye çalışırız ve ölen kişi, günün birinde onunla karşılaşacağımız daha iyi bir yere gidiyormuş gibi davranırız.

    • din, inançtan çok daha fazlasıdır. mesele dinin doğru olup olmaması değil, hayatlarımızı nasıl şekillendirdiğidir.

    • din bizi okyanusun karşı kıyısına geçirmiş bir gemi gibidir; iyi işleyen bir ahlakla devasa toplumlar kurmamıza imkan tanımıştır. artık kara göründüğü için bazılarımız gemiden inmeye hazırlanıyor. iyi de karanın göründüğü kadar sağlam olduğunu kim söylemiş?
  • frans de waal'in okudugum ilk kitabi.

    kitap ortalarindan itibaren farkli konu basliklarinda surekli ayni seyin anlatildigi hissi yaratiyor. yazarin kendi deneyimlerini, gozlemlerini ekleyerek anlatmasi ve anlatimin soylesi tarzinda olmasi kitabi bu tekrar hissinin sikiciligindan kurtariyor tabi. fikirleri ve dili agresiflikten veya militanliktan uzak, gayet kararinda.

    dawkins ve huxley'e gerektigi yerde giydirmeleri de hos.
  • frans de waal'in insanlarda ahlak konusunu biyolojik bir temellendirme ile incelediği kitabı. temel mesajı; insanın özünde kötü olduğu üzerinden şekillenen ahlak tartışmalarının doğru bir bakış açısını yansıtmadığıdır.

    başarılı bilim insanı kitapta ahlakı iki temel üzerine oturtuyor: özgecilik ve empati. bu yönü belki eleştirilebilir. biyoloji üzerinden incelemek ile başka disiplinler üzerinden incelemek büyük farklar oluşturacaktır. mesela felsefi tartışmaların ne kadarı biyoloji gözlüğü ile incelenebilir. burada ufak soru işaretleri oluşmadı değil.

    fakat öte yandan biyolojik açıdan kanıtları kovalamak için uzun yıllar boyunca hem kendisinin, hem de meslektaşlarının yaptığı çalışmaları anlatıyor. bu çalışmalarda primat türlerinde görülen bazı davranış kalıpları inceleniyor. eskiden günümüze gelen fikirsel tartışmalara da yer veriyor. yalnız evrimsel biyoloji üzerine okuma yapmamışsanız anlamayı biraz zorlaştıracak noktalar mevcut. o yüzden temel de olsa bazı bilgilere sahip olmak rahat ettirecektir.

    genel hatları ile güzel bir kitap. sonundaki kaynakça kısmı ve indeksi olması çok hoşuma gitti. sohbet havasında ama bir yandan da bilimsel bir eser gibi.
  • yazarı frans de waal "menfur bir davranışta bulunmasını engelleyen tek şey inanç sistemi olan insandan korkarım" diyerek derin bir giriş yapıyor.
    "ahlakı akılcı düşüncelerle sıfırdan inşa etmekten ziyade, sosyal hayvan geçmişimizden büyük destek aldık" önermesini savunuyor ve biriyle karşılıklı olarak sohbet ediyormuşsunuz hissini veriyor(çoğu zaman tekrara düşüyor ama sıkmıyor, hayalinizde dinletiyor, gerçekte okutuyor)
    toplumda ahlakı din ile birlikte ayrılmaz bir bütün olarak görenlere, tabulaştıranlara tane tane cevap vermiş. daha 24. sayfada azılı bir ateist ve marksist olan jürgen habermans'ın*"günahın yerini suç aldığında bir şeyler kayboldu" sözlerini alıntılayarak avrupada sekülerleşmenin yine de ahlak içerimlerinin büyük düşünürler tarafından pek iyi anlaşılmadığını dile getirir.
    hieronymus bosch'un "dünyevi zevkler bahçesi" tablosu üzerine yorumunu ve bakış açısını okumak ayrıca keyiflidir. tablo adına en başında "insanlığın cennetten kovulmadan önceki halini ya da belki hiç kovulmamış gibi suçluluk ve utançtan azade halini" gösterir demiştir.
    genel olarak okunabilir. önermelere katılırsınız, katılmazsınız. farklı görüşler okuyabilme/dinleyebilme yetisi kişinin kazanması gereken en kıymetli özelliğidir diye düşünüyorum.
  • frans de waal'ın içimizdeki maymun kitabını keyifle okumuş biri olarak bu kitabını da fazlasıyla beğendim. değindiği konular, vermek isteği mesajlar da özel olarak ilgimi çeken yerlerden olunca, bir solukta okumam kaçınılmazdı zaten.

    temel itibariyle din, ahlak, etik, toplu veya şahsi fayda ve adalet gibi olgular üzerinden giderek; şempanze ve bonobo olan kuzenlerimizle yakınlıklarımızı, onlardan miras almış olduğumuz yönleri, sahada on yıllarca çalışmış biri olarak, hem kendi hem de başka ekiplerin yapmış olduğu deneylerle gözler önüne seriyor. konuyla alakalı makale ve kitaplara da bolca atıf yapıyor waal. bunu yaparken konu dallanıp, budaklanmıyor aksine tüm araya sokmuş olduğu atıflar ve sözler, taşı tam gediğine koyuyor.

    kitapta çok etkilendiğim kısımlardan biri şuydu: yıllarca ölüm ve onun farkındalığına sahip olan tek canlı insan diye anlatılıp durdu, bilirsiniz. fakat bir bölümde ölen bir erkeğin ardından bizdeki cenaze seromonisine benzer şekilde toplanmış şempanzelerin resmini görünce, korkudan ziyade bir yakınlık duydum. dine inansak da inanmasak da bu dostlarımız, bizim çok da uzak olmayan kuzenlerimiz. bunun dışında küçük, yaşlı ya da engelli grup üyelerine, hiçbir karşılığı ya da faydası olmadığı halde bakılmasının neredeyse tüm primatlarda oluşu; insanı şunu düşünmeye itmiyor mu, yoksa sanıldığı kadar robotik ya da algoritmik yaratıklar değil miyiz? bazı şeyler kadim zamanlardan beri içimizde mi? ya da şöyle ağır bir örnek verelim, hangimiz makineye bağlı ve hiç umut olmasa bile bir yakınımızın fişini çekme kararını verebiliriz ki? tıpkı jane isimli kör ve sağır bir bonobonun, yaşamının son günlerinde tüm topluluk üyeleri tarafından sırayla bakılması gibi -hani şu hep duygusuz otomatlar gibi davrandığımız maymunlar. bonobolar kadar iyi değiliz belki ama içimizde az da olsa onlardan biraz kırıntı kaldığını bilmek, işte bu gerçekten umut ve huzur veriyor.
    "maymunların ölümü bildiklerini, hayattan farklı ve daimi oldığınu bildiklerini rahatça söyleyebiliriz. aynı şey filler için de geçerlidir. ölmüş bir sürü üyesinin kemiklerini ya da dişlerini hortumlarıyla tutup aralarında dolaştırırlar. bazı kalınderililer yıllar sonra, sırf kalıntılara dokunmak ve incelemek için akrabalarının öldükleri yere geri dönebilirler. onları özlerler mi? yaşadıklarını hatırlarlar mı?" (sayfa 203)

    başlıktaki "ateist" kısmı ise dinle bağlarını kopardığı halde, onun yokluğuyla uğraşan isimlere bir gönderme olarak algıladım ben. sonuçta inanmıyorsan, inanmıyorsun. bitti, bu kadar basit. bunlar alakalı da şöyle güzel bir bölüm var kitapta:
    "son zamanlarda ateistlerin en ateşli sözcüsü olan christopher hitchens'la, rahip al sharpton arasındaki tartışmaya kulak verelim: 'dünyanın bir düzeni yoksa, bu düzeni belirlemiş bir varlık, bir güç yoksa, neyin doğru neyin yanlış olduğunu kim belirliyor? her şeyden sorumlu bir şey yoksa, gayri ahlaki bir şey de yok demektir. dostoyevski'nin ıvan karamazov'unun 'tanrı yoksa komşuma tecavüz etmekte özgürüm!' haykırışını tekrarlayan çok insanlar gördüm." (sayfa 4)
    ahlak ve etik kavramlarını dinle birlikte varoldu sanan insanlara da ne kadar güzel bir örnek. halbuki kitabın ana fikirlerinden olan ahlak kavramı dinlerden çok daha eskilere dayanıyor -basit bir matematikle primat yakınları esgeçsek bile biz, yani insan türü 180-200 bin yaşında şu an bilinen dinler ise 4-5 bin yaşında. olsa olsa ahlakı, belli bir düzene oturtmak için tanrı ve dinleri icat etmiş olabiliriz.
    "biz insanlar, küçük çeteler halinde savanlarda dolaşırken de epey ahlaklıydık. ancak toplumun ölçeği büyümeye, karşılıklılık ve itibar kuralları işlememeye başlayınca ahlak koyucu bir tanrı gerekli oldu." (sayfa 229)

    "benim için dine duyulan ihtiyacı anlamak, onu yerle bir etmekten daha önemli bir hedef. ateizmin temel önermesi, tanrı'nın var olmayışı, bana hiç ilginç gelmiyor. kimsenin varlığını ya da yokluğunu kanıtlayamayacağı bir şeyin varlığı konusunda didişmekle ne kazanacağız?" (sayfa 23)
    bu alıntı da demek istediğimi kanıtlarcasına yerinde. frans de waal bulduğu bulguları da kendi görüşlerini de ateist bir militan maskesi takmadan, olabildiğine ılımlı bir şekilde dile getirmiş. üslûbu ve yazımına hayran kalmamak, zamanında kaçınmamız gerektiğini söylediği hatalara düşmüş bir ateist olarak elimde değil. richard dawkins, benim en sevdiğim yazarlardan biridir mesela. fakat bazı kitaplarındaki gereksiz saldırışlara gerek yok, insanlar inanmak istediği için inanırlar. türümüzün en büyük icatlarından biri bana kalırsa kurgudur zaten. kaldı ki dinleri yakıp yıksak, yerine sscb ve çin'deki gibi daha beter ideolojilerin geçmeyeceğinin bir garantisi var mı?
    "günümüz ateistleri niçin medyada gösteriler yapacak, inanç yokluklarını duyuran tişörtler giyecek ya da militan bir ateizm için çağrıda bulunacak kadar saplantı haline getirirler tanrı'nın var olmayışını? ateizm, uğrunda savaşmaya değecek ne sunuyor? bir filozofun dediği gibi, militan bir ateist olmak 'öfkeyle uyumak gibi." (sayfa 88)

    "ahlak önce ortaya çıktı, modern din daha sonra bunun üzerine tutundu. büyük dinler, bize ahlakı hediye etmediler, aksine onu desteklemek üzere icat edildiler. dinin, insanları birine birbirine bağlayarak ve iyi davranışları teşvik ederek bu işi nasıl yaptığını daha yeni incelemeye başladık. dinin, geçmişte çok önemli olan, yakın bir gelecekte de belli ki önemini koruyacak olan rolünü küçümsemek gibi bir niyetim yok ama ahlakın kaynağının din olmadığını da söylemek lazım." (sayfa 248)
    evrimsel biyolojiyle ilgili ufakta olsa okumalar yapan veyahut ahlâk, etik gibi kavramların geçmişini merak eden tüm kitap severlere gözü kapalı tavsiye edebileceğim bir kitap. her sayfasında beni düşünmeye ve not almaya iterken ne kadar büyük bir emekle yazılmış olduğunu gösterdi. jared diamond ve frans de waal; iyi ki şu iki yazarı tanıdım ve kitaplarını okudum. hem bilimsel hem de dünya görüşüme çok büyük katkıları oldu. iyi ve kitapla dolu haftalar dilerim.
    "ilişkilerin değerini, işbirliğinin yararını, güven ve dürüstlüğe duyulan ihtiyacı idrak edebilecek şekilde evrimleştiğimiz için bunları alımlayabiliyoruz." (sayfa 247)
  • köşeme çekilme kararımın bir parçası olarak kendime görev edinip bitirdiğim kitap. beni fazlasıyla tatmin etti. ancak bir görüşü ispat etmek için onlarca örnekle süslemek bir yerden sonra yanlılık hissi uyandırmaya başladı. bir düşünceye gitmeyi o kadar farklı yoldan denemiş ki yorulmaya başladım bir yerden sonra. yine de temelde vermesi gereken ahlaki çıkmazları başarılı aktarmış. kendini özel sananlara, aslında insanın özel olmadığını göstermek için hediye etmelik bir kitap olmuş. huxley ailesinden bir isme denk gelmenin heyecanını da üzerimden atabilmiş değilim. (bkz: thomas henry huxley)
  • uyku tutmayan bir akşamda, masada gözüme takılan ve yarım kalmış bir borcu ödercesine okuduğum kitap.

    öncelikle frans de waal 'in dili çok güzeldi. ahlak ve hayvanlar alemi gibi çok ciddi bı konuyu, o kadar anlaşılır anlatmış ki, gecenin bir saatinde bile çok iyi anlaşılıyor. halen evrimin tartışıldığı canım ülkemizde primat ve insan benzerliği ya da ahlak anlayışlarının ortaklığına çok güzel parmak basmış.

    kitap hakkındaki belki de tek eleştirim, bazı olaylar hakkında bir sürü örnek verilmesi olabilir. bir kaç örnek yeter iken üzerine bir kaç +1 örnek vermedi yorucu oldu yer yer.

    bir alıntı vermeden geçmek de pek olmaz gibi;
    "insanların evlerini, mesela iguana ve kaplumbağalara değil de tüylü etoburlarla doldurmasının nedeni, memelilerin bir sürüngenin aşka sunamayacağı bir şey sunmasıdır. şevkat verirler, şefkat isterler ve biz nasıl onların duygularına tepki veriyorsak onlar da bizim duygularımıza tepki verirler."
hesabın var mı? giriş yap