• durumu olmayanlar için özet geçiyorum.

    --- spoiler ---

    korkmayın. hiç kimse -tanrı bile- sonsuza dek yakmak için kendine 70 yıllık et parçaları yaratacak çılgınlıkta değil.
    --- spoiler ---
  • sapı samana karıştırmış yazar girdisi.
  • tabirime gore akıl merkezli islam türüne mensup , yani bir kuran müslümanıyım.

    senin gibi bilinçli(!) ateistlerin , kuran a olan katkıları dünyadaki çoğu müslüman görünümlü sünni din imamcıklarından fazla..

    birde ateistlerin bilinçsiz sürümü var ki onlar hiç çekilmiyor . ..

    kuran'ın allah sözü olduğuna inan veya inanma , ama kuran ın bazi âyetleri hakkında haftalarca düşünmüş , birkaç kez okumuş biri olarak diyorum ki ; siz ateistler , kuran ın defalarca "aklınızı kullanın! " çağrısını da göz önünde bulundurmanız gerekiyor , ve artık lütfen sünni , şii dinine(!) mensup kişilerin yaptığı pislikleri kullanarak kuran'a islam'a saldırılar yapmayın !

    skocax gibi bilinçli olun ve şuanki gördüğümüz müslüman görünümlü sunniman , şiiman devletlerin aslında kuran ile islam ile alakasinin olmadığını görün , ve eleştirilerinizi daha güzel yapın lütfen ...
  • her alanda her yenilgi sonrası dine daha çok sarılma hastalığı yüzünden idrak kabiliyetleri yetmediği için ve
    '' acaba lan bizde mi sorun '' diye sorgulama zahmetine katlanmadıklarından, islamcı kesimin gelişmiş medeniyetlere bok atması anlaşılabilir bir durum.

    ve fakat şu gerçeklik elbet bir gün kafalarına dank edecek ;

    '' hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir , ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalâlettir."
  • "adalet mülkün temelidir" aforizmasındaki "mülk" ün eşya-mal anlamına geldiğini sanan biri tarafından tespit edilen; tanımında din karşıtı cenahın kullandığı argümana bir tek yeni fikir, bir tek aydınlık yeni bakış açısı katmadan kelime kelime dünün tekrarından ibaret bir dil kullanılan; materyalizm denen canavarın pembeye boyanıp süslenmiş pençelerinin buna karşı bir deva, şifa ve ilaç olarak sunulduğu sahte/düzmece hastalık..

    eleştirdiği şeye dönüşen insanlar kadar tehlikeli pek az şey var bu dünyada..
  • neredeyse bir asır oldu; adamlar hâlâ aynı. hiç değişmediler, hiç kendilerini geliştiremediler. eski temcit pilavını ısıtıp ısıtıp önümüze sürüyorlar.

    - biz, islam yüzünden geri kaldık.

    - eee...

    - islam'ı terk edelim bilimin aklın yolundan gidelim( "eski dini/paradigmayı terk edelim, yeni dine/paradigmaya geçelim", demek istiyor ama endoktrinasyon kurbanı olduğu için bilimsel pozitivist paradigmayı kafasında kutsallaştırmış tıpkı eski paradigmayı kafasında kutsallaştıran dogmatikler gibi. esasen aralarında sadece versiyon/sürüm farkı var)

    - bak birader öyle elbise değiştirir gibi paradigma değiştiremezsin. her canlı yaşamak azmindedir ve ölümü kolayca kabullenmez. "doğu-islam" medeniyeti ayrı bir dünyadır, farklı bir kamptır ve emin ol ki, en az senin kadar canlı bir varlıktır. hani eskilerin şahs-ı manevi dediği varlık.. sen onu, mensuplarını akord eden ortak bir güç alanı şeklinde de tahayyül edebilirsin.

    işte bu güç alanı zayıflamış, ozon tabakası gibi delik deşik olmuş, hasta, yatalak, pejmürdedir ama emsallerinin aksine yaşamak azmini kesinlikle kaybetmemiştir. uzakdoğudaki hemcinsleri çoktan vefat ettiler. miraslarına da "batı medeniyeti" el koydu. onlar verip kurtuldular. evet verince kurtulursun ama ebedi bir cariyelik de artık senin kaçınılmaz kaderin olur. (bkz: uzakdoğu bir sömürgedir/#38651454)

    yeni ve orijinal bir kültür, medeniyet ortaya koyamayanlar efendi olamazlar.

    üstelik, bir sömürge aydını edasıyla beyaz efendiye biat edip, onun buradaki sözcülüğünü üstlenmek pek çirkin bir davranıştır. bin yıldır islam kültür ve medeniyet teknesinde yoğrulan bu halk, seni züppe olarak görüp reddedecektir.

    hatta çok daha vahim bir duruma yol açacaksın.. sunduğun çözüme karşı bünye alerjik reaksiyon gösterecek ama alternatif bulamadığı için de mecburen sana katlanmak zorunda kalacaktır. böylece toplum çift kişilikli şizofrenik bir hale düşecek, bölünecek, çatışacaktır.

    gerçek çözüme ancak kendi ruh köklerimizden kaynayan bir kültür devrimini gerçekleştirerek ulaşabiliriz. bunu başarabilmek, bize cihan hakimiyetine giden yolu açacaktır.

    (bkz: dünya görüşü/#57560843)
  • başlık ile içerik arasında pek bir uyum olmayınca, başlığı açanın rahatsızlığını belirttiği noktalar ile altta hep aynı nakarat diyen arkadaşın savunduğu noktalar arasında bağ kopmuş gibi.

    yığınlar (ve bireyler) kendi menfaatleri için hareket ederler. bu durum din için de geçerlidir, din yerine koyacağın herhangi bir paradigma ***** için de... eğer içinde bulunduğumuz toplum dinin yerini tutabilecek sağlamlıkta bir ideolojiye denk gelseydi, dışarıdan ithal edilmesine bakmaksızın kabullenirdi. örneğin; milliyetçiliğin tek başına çok az taraftar bulmasına rağmen, islam senteziyle geniş kitleleri etkilediğini görüyoruz.

    peki toplumumuz neden başka ideolojilere karşı bu kadar alerjik tepkiler gösteriyor? bu tartışma (bence) çok su götürür. sonuçta islam dini de topluma sonradan girmiş, ama öylesine sağlam temeller kurmuş ki, 1950'lerde bernard lewis modern türkiye'nin doğuşu adlı kitabında açıkça kehanette bulunabilmiş ve çok sürmez türkiye tekrar islam devleti haline dönüşür diyebilmiş. şimdi çok daha açıkça görüyoruz ki, toplumda karşılığı olmayan laiklik, batılılaşma gibi yeni hedefler - araçlar yüz yıl bile geçmeden yüzde ellilik bir kitle tarafından istenmeyen ilan edildi.

    not: görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek var, islam devleti olma yolunda uygun adım ilerliyoruz.

    şimdi toplumun iki yakasında da görebileceğimiz (kastettiğim islam devleti olmayı benimseyenler ve benimsemeyenlerdir) ortak nokta nedir? benim görebildiğim, toplumumuz tamamıyla romantik millettir. yani kelimenin hem batılı hem doğulu anlamıyla romantik. akıldan ziyade akıl üstüne inanıyor ve inancından vaz geçmiyor. * 'kimse beni başka türlüsüne inandıramaz.' bakın, toplumumuz bunu yapıyor. bir şekilde kafasında yer eden doğru artık onun için vazgeçilmez oluyor.

    bundan kurtulmanın yolu yok mu, var ama bizim hiç yapmadığımız şey; okumak. hiçbir kitabı aşağılamak istemem ama, kastettiğim kitaplar, kişiye belli bir dünya görüşü sağlamayacak serüven kitapları ya da yine romantizmin doruk noktalarında dolaştıracak şiir kitapları değil. onlar da okunmalı tabii de, zaten (bence) ülkemizdeki akıl tutulmasının sebebi olan romantizmi bu kitaplarla normale çeviremeyiz. farklı dünya görüşlerine yelken açmayı sağlayacak kitaplar öncelikli tercih olmadığı sürece değişen pek bir şey olmaz sanırım.

    batılılaşmaya dönelim. bugün artık batının neresini alacağımızı belirleyebilecek konumda olduğumuzu sanmıyorum ama, bence alınması gereken teknolojisi değil bilimidir. daha önce ne sümerlerin ne de eski yunan'ın ilke edinmediği bilimsel araştırmayı ilk olarak yine islam dünyasında ibn heysem dillendirmişti. tabii arkası gelmeyince dediğiyle kaldı. ona göre doğru bilgi edinmek en önemli konuydu. bunun için de araştırmak, gözlemlemek gerektiğini söylüyordu. avrupalılar ibn heysem'i mi örnek aldılar bilmiyorum ama, 16. yüzyılda bir değişime gittiler ve bilmediklerini kabul etmeye başladılar. bu durumun en belirgin örneği keşiflerde görüldü. colomb batıda bir toprağa çıkıp doğu hint adalarına ulaştığını söylediğinde kimse itiraz etmemişti. daha sonra colomb'un yanıldığını, doğu hint adaları sandığı yerin başka bir kıta olduğunu söyleyen amerigo vespucci'ye ise pek kimse inanmamıştı. kitab-ı mukaddes'te bahsedilmeyen, tanrının bilmeyeceği bir kıta... böyle bir duruma kimse inanmazdı. ne zaman ki saygın bir haritacı amerika'nın farklı bir kıta olduğunu kabul edip haritasına yeni bir kıta ekledi, ondan sonra işler değişti. haritada, keşfedilen doğu kısımlar çizilmiş olsa da, daha batıda ne olduğu gösterilmemişti. bu da bir ilkti. birileri ilk defa, dünyanın bir taraflarını bilmediğini kabul ediyordu. daha önce çizilen bütün haritalarda bilinen dünyanın dışında kalan yerler bir şekilde (efsane yaratıklar, yakınlarında bulunan bitki ve hayvan türleri vs) doldurulmuş olurdu. artık bilinmeyen yerler - şeylerin cazibesi avrupalıyı sarmaya başlamıştı.

    aynı dönemler doğunun altın çağıydı. avrupalılar aşağılık barbar kavimlerdi ve onların dilini öğrenmek bile aşağılık bir durumdu. avrupalılar bilime sarıldıktan sonra dört asır kadar daha ortalama toplumlar - devletler olarak kaldılar. bilimsel devrimin taktığı en önemli halka olan sanayi devrimi avrupa'yı bir anda en yükseğe atınca, doğu devletleri da batılıların ne yaptığıyla ilgilenmek zorunda kaldılar.

    not 2: bir şey belirtmek istiyorum, toplumların ve kültürlerinin geri kalmış veya ilerlemiş olduğuna inanmıyorum. buradan hareketle kültürlü veya kültürsüz insan tanımını da saçma buluyorum. ama toplumların iletişim kurarak daha iyi yaşam şartları sağlamak yerine savaşmayı tercih etmesi, ister istemez mağlup olan tarafın geri kalmış gibi görünmesine yol açıyor. üstteki geri kalmış deyimini bu açıdan değerlendiriniz.

    bizler şanslıydık, batının sürekli yanı başında olan devlet olarak ilgilenmeye geç başlasak da, 2. mahmut'un gözü karalığıyla batılılaşma yoluna girmiş olduk. bu arada, daha önceki küçük çaplı denemeler sadece askeri alanlarla sınırlı kaldığı için hiçbir şeyi değiştirememişti (genel kanı hâlâ bu yöndedir). peki batılılaşma gerekli mi? niçin şanslıydık?
    bir avrupalı ile ilk kez karşılaşan amerikalılar, pasifik adaları halkları veya avustralyalılar kendilerine hiçbir şans tanınmadan yok edilmişlerdi. biz bu yüzden şanslıydık. batılı dev, gözümüzün önünde büyümüştü ve bir şekilde panzehir bulabilirdik.
    ama olmadı. yaklaşık iki asırdır batılılaşmak (veya batıya karşı gelebilecek argümanlar) için çabalayan devlet büyüklerine inat toplum kendi modernleşmesini geliştiriyordu. ve doğulu inanç romantizminin yanına batının gereksiz ideolojilerle beslediği romantizmini alıyordu. bilim? sırası gelemedi.

    bilim bilmediğini kabul etmektir. bu insanı rahatlatır. en azından beni rahatlattı. aslında bizim batıdan almamız gereken hiçbir şey yoktu. yapmamız gereken sadece bilmediğimizi kabul etmekti. evet, belki de kuran'da her şeyin bir açıklaması vardır. ama bunları araştırmadan olduğu gibi kabul etmemiz mi gerekir?araştırmadan 'tamam ya işte ailemin inandığı - öğrettiği din doğrudur hem bunca insan boşuna mı inanıyor iyi ki türk - müslüman olarak doğmuşum' tarzı cümleler kurmak ne kadar doğru?
    belki de gazali haklı, bu dünyanın boş verilmesi ve öbür dünya için yaşanması gerekli. ama bunu hangi şartlar altında yapabiliriz? niyeti bize iyilik etmek olsa bile avrupalının elini kafir eli diye tutmayacağına göre kendini o kafirlere karşı nasıl savunacaksın? avrupalıların keşfi öncesindeki amerika'nın halkları (ki birbirlerine uzaklıkları osmanlı'nın ordu yürüyüşü mesafesi bile değildir.) birbirlerinden habersiz oldukları için neredeyse tamamen yok edilmişken bize dokunmayın dememiz bir işe yaramaz.

    ben de buradan yetkililere sesleneyim; bırakın, bilmediğini kabul edip doğruyu araştırmaya girişenler rahatça araştırsın. onlara destek çıkın ki amerika'ya gidip nobeli orada almak zorunda kalmasınlar.

    ve dindar veya gelenekçi arkadaşlar, bilim kimseye senin inancın yanlış demez. bir şey merak edilir, deneyler yapılır, araştırılır ve ortaya çıkan hipotezler değerlendilir. bundan eğer din etkileniyorsa, hayır kardeşim siz yanlışsınız, bakın kutsal kitapta şöyle yazıyor demek yerine, kendi araştırmanı yaparsın ve doğrusunu bulmaya çalışırsın. denemek bedava değil biliyorum, çok da masraflı iş. o yüzden destek çıkın, kaynaklarımızı doğruyu araştırmak için kullanmaya çalışalım.

    not 3: bu giri, yoğun miktarda yuval noah harari'nin hayvanlardan tanrılara sapiens kitabına atıf içermektedir. ayrıca eser miktarda cosmos a space-time odyssey belgesel dizisinden de etkilenmiştir.
hesabın var mı? giriş yap