• hastanelerin en irrite edici sorusu.

    yok, personeller bakıyor burada hastalara.

    bağrış çağrış içeri giren atarlı abimiz bağırıyor "doktor yok mu kardeşim bu hastanede?"

    istiyor ki, oraya beş altı doktor tek sıra halinde dizilsin, sağ el omza, rahat, hazır ol vaziyette beklesin, kapıdan her giren için sıradaki koşup kucaklasın hastayı.

    yok kucaklar onlar zaten acilse de, siz şu sebeple gelip doktor yok mu diye bağırıyorsunuz be kardeşim: http://i.hizliresim.com/5o3llr.png

    bunu da mı kucaklasın? sor yemin ederim evet diyen çıkar. öyle bir milletiz. öyle tiksinciz.
  • "bizim vergilerimizle burdasınız haddini bil !!!! " diye üstüne yürüyen hasta yakının bir önceki repliğidir.
    herkesin hastalığı acildir , herkes ilk kendisiyle ilgilenilsin ister. ya bu gözler kalp krizi geçirmiş hasta ambulanstan indirilirken oraya giden doktora biz onlardan erken geldik doktor ilk bize bakacaksın diyen insan gördü (şikayeti de boğaz ağrısı ).
  • müşteri her zaman haklıdır denir, tamam özel hastanelerde hakkaten müşterisiniz ama devlet hastanesinde de öyle muamele edilmeli. hastaneler de hizmet sektörünün en hassası, en önemli olanı aslında, ama devlet hastanelerinde size lütfedip bakan bazı doktorların yüzünden ya da hastanelerdeki yetersizlik yüzünden, hakettiği mualemeyi göremeyen hasta yakınlarından duymanın gayet doğal olduğu cümle.
  • yok, odasındadır o çıkmaz, daha doğrusu çıkar da size bakmaz, karşınızdaki kaval kemiklerini (tibia) ovup inleyen teyze ile ilgilenebilir mesela, onu birileri göndermiştir belki, sizin gibi bir doktordan referansı olmadan zehir merkezi git dedi diye başını alıp acile gelmemiştir belki. senin de durumun ciddi saylıyor aslında, bayat istiridye mantarından zehirlenmişsin, zehir danışma merkezinin sadece adı var. telefon ediyorsunuz acile gönderiyor. ne panzehir var, ne de başka bir şey, size ''derhal acile git!'' diyor o kadar. siz de hayli eski ve tanınmış bir üniversite hastanesi'nin aciline gittiniz. neyse acilin kapısından girebildiniz bari. hemen tansiyonunu ölçtüler: 17.5/9.3 nabız 132, kocaman, sağlam makina boyundan yukarda ekranda sen gördün: 175/93 132 yazıyordu. ''heyecandandır.'' dedin, öyle ya iyi olmak için sakin olmak lazım. ne var ki bundan sonra tam altı saat sıra bekledin gel de sakin ol. adın bilgisayarda sıraya alınmıştı ama çağrılan adlar bilgisayara yazılı olanlardan değil, durmaksızın elden gönderilen onlarca küçük not kağıtlarından giriliyordu. 6 saat sonra acile yatırdılar. anemnezini alan 6. cı sınıf öğrencisi sevimli genç yanında bir arkadaşı ile geldi, arkadaşının damarı iyi görebilmesi için kolunu koparacak gibi lastikle sıktıktan sonra yanında getirdiği arkadaşına damarı gösterip, nasıl gireceğini, kanı nasıl alacağını anlatmaya başladı, şunu çek, şunu çıkar derken damardan akan oluk gibi kanla acilin eski fakat temiz, kaygan, mavi çarşafı kana boyanmış, haberim olmamış. hemşire geldi, ''bu ne? by pas mı yapıyorsunuz burada?'' deyince kanı gördüm. kendinden emin. pek bir havalı hemşire, hastaya da çıkıştı: ''neden izin verdiniz?'' ''ne yapabilirdim?'' dedim.
    hemşire size yine çıkıştı: ''ne yapıyoruz? az konuşuyoruz! neden az konuşuyoruz biliyor musunuz? çünkü, burada çok fazla ses var da ondan.'' töbeler olsun sanki oradaki sesleri ben çıkarıyorum, hemşire, sırtında salınan balık sırtı örgülü uzun saçı, dimdik kiloluca yapısı ve yürüyüşü ile pek bir sertti doğrusu.
    nöbet değişti, uzun örgülü saçlı, havalı hemşire, sevimli intern, gittiler. bu ara birisi acele oradan geçerken adınızı sordu söylediniz, siz kimi aramıştınız?'' dediniz, yürümeye devam ederken ''ben doktorunuzum.'' dedi ve gitti. doktorunuzun yüzünü bile göremediniz. bir daha da görmediniz zaten; 5 saat kaldınız iki nöbet değişti başka doktor yüzü görmediniz. allah için çocuklara iyi talimatlar verilmiş, ellerinden geldiği kadar tetkik yaptırmaya çalıştılar, son iki serumu yeni takmışlardı ki ''bu yatak lazım; bol su için.'' deyip, yeni taktıkları serumları sizden çıkarırken gelen yeni hastayı sizin yatağa aldılar. kimse ne teşhisten, ne durumdan, ne sonuçtan ne de başka bir şeyden söz etmedi. sekreterlikten elinize (allahtan size ait olan) 3 tahlil raporu, bir de size ait olmayan başka bir hastanın adı soyadı adresi vs.si yazılı olduğunu şaşkınlıkla evde gördüğünüz bir kağıt verildi. akciger grafisi ve ekg da çekilmişti ama sayılmaz, onlar size verilmedi doğru yere girdiyse ve açıldıysa varsa bir dosyanız, dosyaya girmiştir belki. elinizde üstleri referans değerinin dışını gösteren yıldızlarla dolu üç tahlil raporu ve kulağınızda 2. intern'ın ''bol su iç'' öğüdü çıktınız. allah sizi inandırsın, başta o internler olmak üzere doktorlar için üzüldüm, ne zor bir meslek seçmişlerdi. doktor olmadığıma üzülürdüm vazgeçtim. çekilmezmiş.
  • yıllar önce duyunca "açılın, açılın!" diye yanıtlayıp bayılmış bir kişinin üzerine üşüşmüş şuursuz kalabalığı dağıtmıştım. beyaz gömlek ve krem kanvas pantolonun da etkisini göz ardı edemem. sonra hastanın durumuna bakıp "ambulans çağırdınız mı?" sorusunu sorunca olmadığım anlaşılmıştı ve ben kalabalıktan çıkan hayal kırıklığı dolu bir uğultuya maruz kalmıştım.
  • bir nine vardı acilde, elinin ağrıyan eklemlerini göstererek bir an önce içeri alınmak istiyordu. karşımda yatan, hani doktorun yakın ilgi gösterdiği teyze ise yatağında oturmuş, aile fertleri yakınında bulundukları zaman tibia larını elleriyle sıkarak '' ııınh ııınh'' diye sesli olarak ağlamaklı sızlanıyordu. hastaları içeri almaları, sıra vermeleri bu kadar zor olan bir kurumda el parmak eklemleri veya kaval kemiklerinin müzminleşmiş ağrılarına acilin genç doktor adayları ne yapsınlardı acaba? bu gibi durumlarda bizim acillerde işimiz ne?
hesabın var mı? giriş yap