• kendisine en tazesinden bir blog açmış yazar.

    ne yazarı lan benim işte o. şu kendinden 3. tekil şahıs olarak bahsetme olayına da hastayım. format sıkıştırıyor, konsept dürtüyor ya bir yandan, güç sonumuzu hayretsin.

    neyse efenim işin özü şu aslında. ben öyle adı sanı duyulsun, kendisinden bahsedilsin dursun sevdasında biri değilim. zaten öyle olsam mesaj fasilitesini açar, sağa sola mesaj atar onları da bir ay boyunca silmez, en pasaklı yazarlar listesine girmek için kasar da kasar, hatta kendine boş mesaj da atar, adımı istatistiklere yazdırırdım. ama ben iletişim sevmiyorum. o yüzden de mesaj kullanmıyorum. artık sezgilerle falan idare ediyoruz. uzaktan telepati, yakından mind trick, yapıyoruz bir şeyler.

    velhasıl ben şu dünyada geçirdiğim süre boyunca büyük insanlar tanıdım. ancak en son tanıdığım en büyük bi türk büyüklerinden biri sayesinde hayatım, görüşlerim, bakış açılarım değişti; argümanlarım falan alt üst oldu. gözlüğü falan attım; uzgörü, içgörü, öngörü desen bende zebil gibi.

    hülasa, bu adamı sözlükteki yazıları sayesinde tanıdım. baktım hep derin derin bilgi vermeler, isabetli sosyal tespitler, bilumum karşılaştırmalı edebiyat tahlilleri. böyle toplumsal yaralara parmak basmalar, bizim anlayamadığımız konuları bize anlatmalar, salakları aydınlatmalar falan, adam müthiş.

    baktım blogu da varmış, girdim okudum, okudukça aydınlandım. aydınlandıkça hayal dünyam gelişti. kendime güvenim arttı. hem onla bazı ortak görüşlerimiz olduğunu da fark ettim. mesela o cumhuriyet sevmiyor; zaten ben de imparatorluk yanlısıyım. baktım o ekmek elden su gölden yaşıyor, e ben de at yarışları müdavimiyim. baktım onun da babası yazar, benim de babam yazar. dedim ki ben bu adamın izinden gideyim.

    o yüzden açtım bir blog ve sözlükte yazdığım bir sike benzemeyen tüm entry’lerimi girdim oraya. artık ne bokumuza yarayacak bilemiyorum ama bundan sonra yazdığım entry’lerimi orada da yayınlayacağım.

    mesela elma başlığına “az önce ekşi olanlarından bir tane yedim, hani şu yassı olanlardan” yazarsam aynen oraya da gireceğim. ya da olur ya bir gün pena başlığına, “bir türlü gitar çalmaya heves ettirtmeyen küçük plastik nesne” yazarsam oraya da gireceğim. hem orda dedirten de kullanılabiliyor.

    yalnız buradan mesaj atamadığınız için oradan yorum yazıp da küfretmeyin rica ederim. yoksa çok pis karşılık veririm, küfrün allahını görürsünüz. hem küfreder hem de sizi spam’e eklerim, içinize oturur. paşa paşa okuyun, çekin gidin.

    güç sizinle olsun

    http://esjinaeotr.blogspot.com/
  • sene 2004, aylardan eylül-ekim dolayları çok net hatırlamıyorum, lakin her yerde bir hasat telaşı var, sonbahardır herhalde diye düşünüyorum. hasat demişken 3. dönem sonu konsolide bilançolar, onların dipnotları falan hazırlanıyor. etrafta mini etekli auditçi kızlar, daha kravat bağlamayı tam öğrenememiş yeni yetme karşıcinsleriyle dolaşıyorlar. o sıralar klimaların da hiç çalışmadığı rezil bir ortamda business icra etmek zorunda olan kankam ve ben hem monitörün yaydığı radyasyonla hem de amirlerimizin yükselttiği tansiyonlarımızla baş etmeye çalışıyoruz.

    yine böyle günlerden bir gün öğleden sonra yemeğimizi yemiş küp gibi koltuğa oturmuş her zavallı beyaz yakalı gibi bilgisayar başındayken "olm ekşi sözlük diye bir site var, gir oraya bak, güzel bir yer" dedi kankam. "ne ola ki ora" deyişime, "gir bak işte, yazı yazıyosun böyle, sen de yaz" diye karşılık verince girip üye oldum ve sözlükle tanışmam işte bu şekilde başladı.

    kuralları okudum anladım ki 10 tane yazı yazacan aga. bu arada benim kanka 6. nesil yazar. ben de öyle olmayı umuyorum. her gün giriyoruz sözlüğe. o giriyor, hem yazıyor hem okuyor hem de gülüyor. ben de giriyorum, bakıyorum, sonra da düşünüyorum "neye gülüyo lan bu" diye. en iyisi yazayım bir şeyler ben de, herhalde yazınca gülmeye de başlarım diye düşündüm.

    başladım yazmaya. neleri tanımlayabilirim diye düşündüm. ilk niyetlendiğimde "yardım masası" diye bir başlığa denk geldim. yazdım oraya bir güzel; "auditçi kızların benim masama da gelmesi halinde seve seve yardım ederim dediğim başlık". ilk güzel entry'mi bu şekilde doldurduktan sonra devam ettim; "hede hödö dediğim başlık", "giydiğim başlık", "çıkardığım başlık", "başa giyilir la bu dedirten başlık" diye döşendim aga. baktım bendeki cevher öyle böyle değil, elmas madeni. coştukça coştum.

    tabii yazdıklarım 10'u geçti, onay bekliyorum artık. bekliyorum, aralık oldu gelmiyor. ocak oldu gelmiyor. bu arada bir gün kankam sözlüğe bir girdiğinde giremedi. anladık ki uçmuş. aman dedim sonum benzemesin. ama zaten benzemez. benim başlıklar süper, aldım başımı gidiyorum. hani tek başıma bir alt kültür yaratıcam yakında, o derece kaptım işi. tabii bu pozitif değişim sadece özel yaşantıma, tekbaşınalığıma değil, iş yaşamıma da olumlu etki etmeye başladı. bizim müdür bana tomar tomar kağıtlar vermeye başladı; "al şunları tapaj hatalarını düzelt". dedim "lan oluyor bu iş, du bakalım". başladım prosedürlerin imlalarını düzeltmeye. bu arada angut de'leri bile ayrı yazamıyor daha ama ona çaktırmıyorum, malum insanların yüzüne vurmayacan hatalarını, arkalarından arkalarında konuşacan. iş hayatında böyle. göt olucan biraz, yoksa ilerde müdür müdür olaman.

    sonra bir gün sözlüğe bir girdim. o ne? yazar olmuşum. çok sevindim tabii, acayip sevindim, çevremde hiç ekşi sözlük yazarı yok ama bir sürü itiraf.com yazarı var. bu arada benim de bir itirafım yayınlanmış, büyük sükse yapmıştı. neyse daha bir şevkle yazmaya başladım sonra. sonra bir gün bir öğleden sornası yine sözlüğe girdim iş yerinde. giriş yapmadı sayfa. dedim herhalde bu bilgi-işlem proxy'ye güncelleme çekmiş yine, cookie'ler mukiler gitmiş. tekrar denedim, ne göreyim. olmuyor, uçurmuşlar.

    tabii bu beni yıldırmadı, daha bir azimle yazarsam betonu bile delerim mazallah dedim. yeniden üye oldum sözlüğe. aynı bu nickle. sonra hep girdim, çıktım ama sadece oy verilebiliyordu. zaten bir süre de girmeyince bu nick de silinmişti, 4 kasım’da öğrendim. sonrasında tekrar kaydettim ve işte yine karşınızdayım.

    ama artık eskisi gibi değil. artık hiçbir şey eskisi gibi değil, olmayacak da. o 3 yıllık zaman zarfında kendimi çok geliştirdim. prosedürlerin tapaj hatalarını düzeltmekle başladım belki ama sonra sözleşmeleri tutuşturdular elime. hukuk öğrendim bir şekilde. derken kendi kendime küçük yazılar yazmaya başladım, tamamen bana ait olan.

    işte bu yüzden, işsiz kaldığım dönemlerde sürekli not tuttum, durdum. artık broşürler yazmaya koyuldum ve sonrasında el ilanları, bilumum reklam metinleri ve en sonunda yemek mönüleri. bu da bana apayrı bir dünyanın kapılarını açtı. içeride ümit usta’ ların, vedat milor’ ların, mehmet yaşin’ lerin olduğu bir dünya.

    ramazandan hemen önce yemek tarifleri kitabım çıkıyor canlar. gerçi kitap bir ekip işi, ben redaksiyonunu yaptım ama böyle böyle başlar bu işler.

    şimdi reçete yazarım, ileride spot öyküler. sonrasında kısa soluklu erken boşalan romanlar. adını da 25” koyarım belki.
    yaş babında, yanlış anlaşılmasın. sözlükle tanıştığım zamanki yaşım. hey gidi günler.
hesabın var mı? giriş yap