22 entry daha
  • atatürk'ün anıları söz konusu olduğunda ilk akla gelen yazardır. eserleri, (şevket süreyya aydemir'inkiler ile birlikte) hem resmi tarihin hem de cumhuriyet dönemi ders kitaplarındaki atatürk ve kurtuluş savaşı eksenli metinlerin başlıca kaynaklarını oluşturur.

    ancak cumhuriyet ve kurucusu adına bu denli merkezi bir yere sahip olmasına rağmen, falih rıfkı dahi rejimin korumacı reflekslerine maruz kalmaktan kurtulamamış, atatürk'ün belsoğukluğu geçirdiği bilgisine yer verdiği bir yazısı nedeniyle savcılığın kovuşturmasına uğramıştır.

    falih rıfkı, "çankaya" adlı eserine 1 ocak 1958 tarihinde yazmış olduğu önsöz'de bu konuyu şu cümlelerle ifade eder:

    --- alıntı ---

    çankaya adı altında atatürk devri hatıralarımı "dünya" gazetesinin ilk yılı sayılarında yayınlamıştım. aradan hayli vakit geçti. yazdıklarımı gözden geçirdim. eksiklerini elimden geldiği kadar tamamladım.

    bu "eksikleri tamamlama" kolay bir iş değildi. oldukça yeni bir vak'a aktarayım: ölüm yıldönümlerinden birinde atatürk'ün hastalıkları üzerine eski sağlık müsteşarlarından rahmetli doktor asım'ın birkaç yazısını gazetemize almıştık. yazılardan birinde atatürk vaktiyle geçirdiği hastalıkları doktor asım'a hikaye eder. bunlar arasında belsoğukluğu da vardır. birkaç gün sonra savcılıktan bir davet aldık. böyle bir hastalıktan bahsetmekle atatürk'e saygısızlık göstermiş olduğumuzdan koğuşturmaya uğruyorduk. mahkemeye gitmekten kendimizi güç kurtardık. gündelik gazete bir defa bu dar anlayışın baskısı altındadır. sonra yazınızı ertesi günü nasıl bitireceğinizi düşünmeden türlü tenkidlere uğrarsınız. kitapta daha serbes ve rahatım." (kaynak: atay, falih rıfkı. 1958. çankaya: atatürk devri hatıraları. birinci cilt. dünya yayınları. 3.)

    --- alıntı ---

    önemli not: falih rıfkı atay, çankaya'nın sonraki baskılarında pek çok diğer metin ile birlikte bu önsöz'e de yer vermemiştir. ilgili önsöz'ün çankaya'nın ilk baskısından taranmış olan görüntüsü için bkz.: http://i.imgur.com/ulkpp.jpg

    tema:
    (bkz: mustafa kemal atatürk/@derinsular)
  • 25 kasım 1934 tarihinde hakimiyeti milliye gazetesine yayınlanan "1639" başlıklı başyazıyı yazmıştır. bu yazı, atatürk devrimlerinin yüzeysel amaçlarının bir özeti gibidir. kendimize dair ne varsa terk edilecek, sonra da sadece bilimde değil, kültür ve sanatta dahi batıda ne varsa alınacak, ardından da "çok çalışılarak"(!) onların da önüne geçilerek yeniden güçlü ve saygıdeğer olunacaktır:

    --- alıntı ---

    1639
    falih rıfkı atay

    dün gece radyomu açtım; uzun, kısa dalga çizgileri üstünde dolaşıyorum. 368.6 dan bir türkü, 364.5 ten bir keman, 356.7 den bir opera sesi geliyor. bütün avrupa düğmemin ucuna bağlıdır: bir çevirişte londra'dan moskova'ya, bükreş'ten barselon'a sıçrıyorum. özenç, içimi bir acı gibi yakıyor:

    - ya bizim sesimiz?

    diye düşünüyorum.

    bir aralık 400 ile 500 dalgaları arasından yumuşak, yapışık, dolu bir gırtlak sesi geldi: mısır!

    şimdi onu bir yabancı kulağı ile dinliyorum. mısır çizgisinden tırnak ucu kadar ayrılırsanız, viyana'yı bılıyorsunuz. bir düğme dönüşünde bir çağ değişiyor.

    irkilip durdum: daha geçen ay bizim de sesimiz bu değil mi idi?

    şimdi onu bir yabancı kulağı ile dinlerken anlıyorum: kim bilir yıllardanberi kaç bin radyo düşkünü, istanbul çizgisini atlarken yüzünü nasıl buruşturmuştur?

    gazetelerinde övülen yeni türk kültürünün bu adamlar için numarası, 1639 du.

    1639, ağzından gazeli, elinden udu bıraktı. yeni çalğımız henüz toy ise de, gülünç sayılamaz.

    ancak, gelecek yıllarda, 1639, yakınşark seslerinin üstünden, ulusal sesler arasında, türk sesini katmalıdır. yeni müziği kendi özelliğimizle soylaştırmalıyız.

    yapıda olduğu gibi, müzikte de batı kültürünün yalnız kurallarını alacağız: ondan sonra, güç olan, yaradış geliyor. nasıl alman sesi italyan sesinden ayrılıyorsa, türk sesi de bütün ulusların seslerinden ayrılacaktır. bizans sazında bunu yapmıştık: türk, arap, rum, fars için yöndem bir, ancak, ötekiler gibi, osmanlı sesi de başka idi.

    müzikte yaratıcılığın çok zor olduğunu da unutmamalıyız. ufak örneklerden başlamalıyız. operaya sıra gelinciye kadar, sarp, uzun, dolaşık yollardan geçeceğiz. şimdilik operayı dinlemeği öğrenmek bile ağırlığı azımsanmıyacak olan bir iştir.

    ilkin, kolay havaları eyi türkçeye çevirmek denemelerinde bulunmalıyız. şimdiye kadar böyle çevirmelerde söze özenilmemiştir: yersiz uzamalar, bilgisiz parçalanmalar türkçeyi, bir frenk söyliyor gibi, yabancılaştırıyor; kulağımız bu ses dalgalarını geri alıyor. ilk tutum, ne kadar eti tartılır tasarlanırsa, iş o kadar çabuk yürür.

    --- alıntı sonu ---

    tema:
    (bkz: mustafa kemal atatürk/@derinsular)
105 entry daha
hesabın var mı? giriş yap