*

49 entry daha
  • farabi'de şehir / lütfi bergen

    bir şehir kurmak istiyorsanız önce ailelerden başlamak kaçınılmaz. farabi, “fazıl medine”sini şehirlerden, şehirleri de mahallelerden hareket ederek teorize etmişti: “mahallenin ve köyün ikisi de şehre tabidir; köy şehre hâdım olması itibariyle; (mahalle) şehre bir cüz’ü olması itibariyle tabidir. bu kabilden ev sokağın bir cüz’ü olması itibariyle ona tabidir” (farabi, 1990: 79). islam düşüncesinde şehir, farklı sınıfsal bilinçlere ve zümre ahlâkına tabî değildir. aynı mahallede iktisadî manada farklılaşmış unsurlar bir arada yaşamaktadır. farabi için yalnız mahalleler değil, “ev”lerin içinde dahi farklı unsurlar vardır. “ev (aile), bir takım unsurlar (eczâ)dan ve belirli ortaklıklardan (iştirâkât)dan oluşur ve onlarla meydana gelir. bunların sayısı dörttür: 1) karı-koca, 2) efendi ve köle, 3) anne-baba ve çocuklar, 4) mal-mülk ve sahibi” (farabi, 2005: 61).

    tercümeyi yapan hanifi özcan, bu tasnife dair şerhinde şöyle der: “farabi, ‘mal ve mal- sahibi’ ilişkisini ilave etmek suretiyle, aristo’nun efendi ve köle, koca ve karı, anne-baba ve çocuk olarak aileyi oluşturanların ilişkileriyle ilgili görüşünü genişletir. bryson’un oikonomikos’unun arapça nüshası, servet (mal) ten, hizmetçiler, eş v eçocuklarla birlikte ev halkının gereklerinden biri olarak söz eder” (farabi, 2005: 61). farabi, “fusulü’l medeni” adlı bu risalesinde devlet adamı (el-medenî) ve sultan (el-melik)’ı bedenleri tedavi eden doktor gibi nefsleri tedavi eden idareci şeklinde tanımlamıştır. risalede, devlet adamının “şehir halkından aşağılıkların nasıl uzaklaştırılması gerektiğini, şehri halkının (medenîyîn) nefsinde onları (faziletleri) yerleştirecek ustalığı, onların şehir halkı arasında yok olmayacak şekilde korunmasını sağlayacak mücadele metodu (vechü’t-tebbîr)nu bilmesi gerek”tiğini yazdı (farabi, 2005: 47- 48). yine farabi, şehir kelimesini (el- medine), batı kentinin weberyen tanımlamada ele alındığı çerçevesinden çıkardı: “eskiler ‘şehir (el-medîne)’ ve ‘ev (el-menzil)’ terimleriyle sadece meskeni kastetmediler. fakat, her ne tür mesken olursa olsun, maddesi her ne şeyden olursa olsun, her nerede bulunursa bulunsun- yerin altında veya üstünde, ister tahtadan, ister çamurdan, ister yünden ve kıldan, isterse kendisinden, insanları içinde barındıran evlerin yapıldığı başka başka bir şeyden yapılmış olsun- insanları barındıran (yahvî) meskeni ve meskenlerin barındırdığı insanları kastettiler” (farabi, 2005: 47- 48). farabi’de “toplum” ile “medine” arasında bir ayrıma da gidilmez. farabi’de fazilet ve kemâl şehirde elde edilir: “hayrın efdali ve kemâlin âlâsı- şehirden ufak olan topluluk merkezlerinde değil- şehirlerin sınırları içinde elde edilir (...) sakinlerinin ancak saadete erişmek maksadıyla yardımlaştıkları şehir, fazıl bir şehir olur. zaten saadete erişmek maksadıyla kurulan her topluluk da fazıl bir topluluk sayılır. onun içindir ki, bütün şehirleri- saadete erişmek maksadıyla elele vererek- çalışan bir millet de fazıl bir millettir; bütün milletleri, saadete ulaşmak maksadıyla elbirliği ile çalışan bir dünya da fazıl bir dünya olur” (farabi, 1990: 80). farabi’nin ev ve şehire bakışı şehrin plansız bir yapılaşma ile kurulduğu fikrini taşımamıza engel oluşturur. zira o’na göre “şehir ve evin herbirisi de, bazısı daha aşağı, bazısı daha üstün, biribirine bitişik ve farklı derecelere sahip, her birisi bağımsız olarak belirli bir fiili yapan, fiilleri, şehrin veya evin amacının tamamlanması için karşılıklı yardımlaşmada birleşen belirli sayıda farklı kısımlardan meydana gelir. ancak ev, bir şehrin parçasıdır ve evler şehrin içerisindedir (…) o halde, bedenin organlarında olduğu gibi, şehrin bütün parçaları, bu birleşmeleriyle, şehre ve bir kısmı vasıtasıyla diğer kısmının varlığının devamına yararlı olur” (farabi, 2005: 62-63).

    farabi’de “faziletli şehir, son yetkinliğe, yani en son mutluluğa erişmek için, sakinleri arasında karşılıklı yardımlaşma bulunan şehirdir.” cahil şehir ise, sakinlerinin amacı, zenginliğe erişmek ve zevk veren şeylerden yararlanmak hedefini koyarlar ve belki tek bir fazilete bile ihtiyaç duymazlar. “işte bundan dolayı, zaman zaman aralarında uygulayabilecekleri uyum (i’tilaf) ve adalet, gerçek adalet olmayıp, ancak adalet olmadığı halde, adalete benzeyen bir şeydir” (farabi, 2005: 67). farabi, “fadıl medine- cahil medine” ayırımı yapar. biz de “şehir (medine)-kent (polis/urban/civilis/city)” ayrışmasını yapmakta ve farabi’nin tasnifini esas almaktayız. ancak bu tasnifte farabi’den farklılık arzeden husus batı-doğu kentlerinin islam şehri (medine) sayılamayacağı kanaatidir. batı’daki civilisation’un “uygarlık” kavramıyla ve civilis’in “kent” kelimesiyle ilgisi bir çok yazarca teslim ediliyor. farabi’nin de “şehir” kavramını “medine”den hareketle kullandığını söylemek mümkün görünüyor. bu durumda umran ve hadara kelimelerinin kesinlikle “medeniyet” teriminin karşılığını oluşturmayacağı söylenebilecektir.

    farabi’nin “fazıl şehre aykırı devlet”i fazıl medine’nin karşısına koyarken iki ölçü kullandığı zikredilmiştir: 1) halkın saâdet anlayışı, 2) idarecinin takip ettiği siyaset (bayraklı, 1983: 72). farabi’ye göre fazıl şehre aykırı şehirler şunlardır: 1) cahil şehir, 2) bozuk şehir (fasık), 3) değişmiş şehir (mübeddele), 4) şaşkın-yanlışlık içinde şehir (dâlle). farabi bu tasnifi yaparken yalnız şehirleri nitelemez, fazıl şehre aykırı şehirlerin halklarının da fazıl şehre zıt kaldığını söyler (farabi, 1990: 90).

    farabi, fazıl şehre zıt kentleri bu dörtlü tasnife tabi tuttuktan sonra alt tasniflere de yer verir. bayraktar’a göre fazıl medine’ye zıt devletlerin tanımlanmasında şu ölçüleri kullanır: 1) halkının karşılıklı yardımlaşması hangi gaye uğruna yapılıyor? 2) ekonominin hizmet ettiği gaye nedir? ekonomi bir gaye mi, yoksa vasıta mı? 3) kentler arası ilişkide, kent halkının fertleri arasındaki ilişkide başkalarına zorla hâkim olma isteği bulunmakta mıdır? 4) ahlâkî davranışlar baskılanmakta mıdır? (bayraklı, 1983: 71). farabi için fazıl olmayan kentin halkı saadeti ne tanır, ne de düşünür. kendilerine öğretilse bile onu kabul etmezler ve ona inanmazlar. çünkü onlar ancak sıhhat, servet, şehvet, serazad olmak, saygı-itibar kazanmak gibi zevahire hayatın gayesi nazarıyla bakarlar. saadet saydıkları şeyler de bunlardır ve bütün bunların bir arada toplanmasıdır. onlara göre saadetin zıdları: bedbahtlık, hastalık, fakirlik, lezzetlerden mahrum kalmak, istediklerini yapamamak, itibarsız kalmaktır (farabi, 1990: 91).

    fazıl şehre zıt kentleri ise şöyle tasnif eder:

    a) zarurî kent (ed-medînetu’d-darûriyye): bunun halkı, yaşamak için yiyecekten, içecekten, giyecekten, evden ve kadından ancak zarurî olan mikdarda iktifa ederler ve bu şeyleri elde etmek için birbirlerine yardım ederler (farabi, 1990: 91).

    b) değiştirici kent (el-medînetu'l-beddâle) sarraf kent: bunun halkı, ancak servet ve sâmanlarını artırmaya çalışırlar. topladıkları serveti başka uğurda kullanmayıp onu hayatın gayesi addederler. dolayısıyla servetlerini durmadan kabartıp çoğaltmaya çalışırlar (farabi, 1990: 91).

    c) bayağı ve düşük kent (medînetu’l-hisseh ve’s-şekvah): bunun halkı, hayatın maddi zevklerine düşkündürler. yemek, içmek, şehvet peşinde koşmak, tahayyüle dalmak gibi şeyleri, hele eğlenti ve şakayı, her bakımdan ve her şeyden üstün tutarlar (farabi, 1990: 91).

    d) haysiyet kenti (medînetu'l-kerâme): bunun halkı, başka milletler arasında ün ve itibar kazanmak, övülmek, saygı görmek, şan ve şöhretini artırmak için el ele verirler. yabancılar arasında ve kendi aralarında büyük tanınmak isterler. her ferd dilediği veya elinden geldiği kadar izzet ve ikram görmek ister (farabi, 1990: 92).

    e) zorba kent (medînetu'l-tagallub):bunun halkı başkalarını ezmeye fakat başkaları tarafından ezilmemeye çalışırlar. bütün zevkleri zafer ve tagallüpten ibarettir (farabi, 1990: 92).

    f) cimaî kent - özgür kent (el-medînetu'l-cemâiyye): bunun halkı, serazad yaşamak gayesini güderler. yalnız diledikleri gibi yaşar ve dilediklerini yaparlar (farabi, 1990: 92).

    farabi, ‘fasık kent’in düşüncesi itibariyle fazıl şehirden fark edilemeyeceğini ifade eder. fazıl şehir halkının bildiklerini bilmektedirler. fakat işleri, cahil kentin halkının işlediklerinin aynısıdır (farabi, 1990: 92). değişmiş kent (mübeddele) ise, bunun halkı, eskiden fazıl şehir halkı gibi düşünüp işlerken başka fikirlerin tesiriyle değişmiş ve başka türlü çalışmaya başlamışlardır. şaşkın-yanlışlık içinde kent (dâlle) halkı ise, dünya hayatından sonra saadete kavuşacaklarını zannetmekle beraber ulu ve aziz allah hakkında fâsid fikirler güderler. kentin birinci reisi, kendisinin allah’dan bir inayete nail olduğunu tevehhüm edip bu uğurda hakikati örtmekten çekinmez. bu kentlerin kralları, fazıl şehirlerin krallarının zıddı, reisleri de fazıl şehirlerin reislerinin zıddı sayılırlar; halkı da öyledirler (farabi, 1990: 92).

    farabi, bir şehirde halkın ya da reisin fazilete ait temyiz kudretinde sapma meydana gelir de kent cahiliyete, değişmeye, fıska, dalalete doğrulursa “kötü adamın şehirlerden sürülmesi” değil, faziletli şehirlere hicret etmesi gerekir. “faziletli bir kişinin bozuk idareler (es-siyâse el fâside) de kalması haramdır ve eğer kendi zamanında bil-fiil mevcutsa, faziletli şehirlere hicret etmesi gerekir. eğer bunlar (faziletli şehirler) yoksa o zaman faziletli kişi, bu dünyada yabancıdır ve yaşantısı sefîl (radî)dir; dolayısıyla, bu kişi için ölüm, hayattan daha iyidir (farabi, 2005: 126).

    - bayraklı bayraktar, farabi’de devlet felsefesi, doğuş yayınları, 1983
    - farabi, el medinetü’l fazıla, meb yayınları, 1990
    - farabi, fusûlü’l medenî- tenbîh alâ sebîli’s- sa’âde farabi’nin iki eseri, haz: hanifi özcan, 2005

    http://lutfibergen.blogspot.com.tr/…bide-sehir.html
111 entry daha
hesabın var mı? giriş yap