*

  • uzak mesafede iliski yurutmek konulu (gezegenlerarasi ile galaksilerarasi arasi bi iliski, sistemlerarasi demek lazim belki) 25 dakikalik bir anime.. bilimkurgu, robotlar, uzaylilar vs. hic kacmaz tabi.. orjinal oldugu yerler iki kafadarin aradaki mesafeye ragmen haberlesmeye calismalari, isik hiziyla hareket eden kizimiz yaslanmazken, dunyada kalan oglanin yillarina yil eklemesi, mesajlarin da isik hiziyla yolalip icabinda aylar yillar sonra digerine ulasmasi vs.. yani isik hizinin etkileri uzerine baya dusunulmus, hala sacmaladiklari seyler olsa da.. goruntuler de guzel ama genel olarak kisa olmasindan dolayi belki cok da bi iz birakmiyor.. yine de bunun cogunun tek bir adam tarafindan yapilmis olmasi (hikaye, cizimler, seslendirmeler vs.) takdir etmemizi sagliyor..
  • 24 dakikalik tek bölümlük ilginç bir anime ... konusu liseden mezun olan mikako adli bir kizin hoşlandiği çocuk(noboru) ile koleje gitmeyip un space force'a katilmasi , ve birbirlerine haber vermek için mail atmak dişinda bir yollari olmamasi .eski gemi postalari gibiseneler süren bu mesajlaşma sonucunda kizin yanliş seçim yaptiğini farketmesi ...konusu kisa bir anime için etkileyici olmakla birlikte asil bu animeyi özel kılan şey ise animeyi 1 kişinin kendi ev bilgisayarinda yapmasi ... (shinkai makoto).. seslendirmelerri ise nişanlisi ile birlikte gerçekleştirmesi... tam anlami ile amatör bir çalişma olmasina rağmen ciddi anlamda grafiksel başariyi yakalamiş olmasi takdir edilecek birşey.....
  • makoto shinkai tarafindan yazilmis ve cizilmis, inanilmaz guzel renklere ve senaryoya sahip , kisa metrajli bir anime'dir.

    filmin konusu ise kisaca soledir: 2046 yilinda mikako ve noboru, romeo ve juliet havasinda bir ask yasayan iki lise ogrencisidir. bilinmeyen bir gucun dunyaya saldirmasi sonucunda, mikako daha askerlik yasi gelmemis bir kiz olmasina ragmen, kendini tehlikeli bir uzay yolculugunda bulur. sevgilisi noboru ile tek baglanti yolu ise; birbirlerine yolladiklari emaillerdir. mikako dunyadan uzaklastikca, emaillerinin de noboru ya ulasmasi o kadar uzun surmektedir. dunyada kalan noboru her gecen gun daha yaslanmaktadir ve her gecen gununu uzayin derinliklerindeki sevgilisi ile tekrardan bulusucagi gunu dusunerek gecirmektedir.

    filmin en basarili noktasi, buyuk ihtimalle ustaca yazilmis olan senaryosudur. ozellikle filmindeki ask hikayesi, duygu somurusu yapmadan insanlari etkileyen ender ask hikayelerinden biridir.
  • mukemmel goruntuleriyle cizimlerine hayran birakan anime. herhalde simdiye kadar yazilmis, cizilmis en acikli anime orneklerinden biri. iki sevgilinin birbirlerini deli gibi sevmeleri ve ozlemelerinin, asla ulasamiyacaklari gercegini kabul etmeyerek asklarini yazisarak devam ettirmelerinin ve asla pes etmemelerinin hikayesi. science-fiction tarziyla, ask ogesini oldukca basarili olarak birlestirmis film, gelmis ve gecmis zamanlarin en buyuk olgusu olan askin her yilda, teknolojide, ayni guc ve tutkuyla yasanabilecegini gosteriyor. filmi izleyip de "en buyuk asklar en ulasilmaz olanlari midir acaba?" dememek imkansiz. insani derinden etkileyen, uzak da ve yakin da sevdigi insanlarin degerini daha cok bilmeleri gerektigini dusundurten bir anime.
  • azimle sican tasi deler ornegi. makoto shinkai animenin seslendirme disinda herseyini kendi yapmistir.
  • yildizin sesi (yildizdan gelen ses) anlamina gelir. japoncadir.
  • sinemada artık yeni bir şey yapılamayacağını ve filmlerden eskisi kadar etkilenmediğinizi düşünüyorsanız, bir derece haklısınız. ama günümüzde dünya sinemasını hala ayakta tutan iki kuvvetli sütun varsa, bunlardan biri artık kendi dünyasını yaratmış amerikan bağımsızları, öbürü de hayalgüçleri bir türlü bitmek bilmeyen uzakdoğu şairleri olsa gerek.

    hoshi no koe ise, bahsi geçen tüm önyargılarınızdan tek seferde kurtulma şansı veriyor. ne sinemanın gidişatı, ne sizin artık eskisi kadar etkilenmiyor oluşunuz bu filmin naifliği karşısında ayakta duramayacak. nasıl eternal sunshine of the spotless mind ya da the fountain gibi filmler gerçekçi olmamakla eleştirildi ama bir yandan izleyici tarafından el üstünde tutuldu, bu filmin de onlarla aynı seviyede bir kırılganlığı, kuvveti, yaratıcılığı olduğunu düşünüyorum. üstelik sadece 25 dakikada yapıyor bunu ve izleyiciyi nefessiz bırakıyor.

    makoto shinkai’nin evinde, kendi bilgisayarı ile, çayını yudumlarken, yıllar süren bir çalışma sonucunda tek başına yaptığı, karısı ile seslendirdiği, müziklerini arkadaşına yaptırdığı tam bir author filmi bu. baştan sona yaratıcısının edebi kuvvetini ve samimi ruhunu içeriyor, hatta film bittikten sonra shinkai’nin gerçekten hayatında benzer bir ayrılık yaşayıp yaşamadığını sorgulatıyor. çünkü seçtiği kelimeleri bir şiir yazarmış gibi üst üste sıralıyor ve filmin mutsuz havasından kurtulmak isteyen, ayrıntılara dalmaya çalışanlara hiçbir kaçış noktası bırakmıyor.

    filmin bu kadar etkileyici olmasının ise birkaç temel sebebi olduğunu düşünüyorum. aklınıza gelebilecek temel klişeler vardır. mesela erkek savaşa gider ve sevdiği kadını arkada bırakır. adam uzak bir ülkede esir düşer ve yıllar boyunca kavuşamazlar. shinkai bu tarz bir sürü klişeyi daha, anime tarzının sınırsızlığı ile birleştirip tersyüz etmiş. içine bir takım -belki basit ama etkili- bilimsel teoriyi ve günümüzde iletişim için en çok kullanılan araç olan cep telefonunu da katmış. cep telefonu burada çok önemli, çünkü uzay boşluğunda savrulan mikako’nun telefonuna attığı o panik dolu bakış, bize tamamen uzak olan bu fantazyayı yanımıza çekiyor. her gün onlarca mesaj atan bizler, atılan o emailin 8 yıl sonra noburu’ya ulaşacak olmasının ürkütücü gerçeği ile karşı karıya kalıyoruz. diğer yandan sevgilisini bırakıp, dünya dışına gidenin 15 yaşındaki kız mikako olması, noburu’nun geride kalıp onu düşünmesi hafif miyazaki hissi de vermiyor değil. çünkü filmde bu iki karakterin rolleri değişmesi, sanırım tüm o yoğun hissi öldürürdü. mikako yaptığı seçimin iç yakan pişmanlığı ile gözyaşları dökerken, bir yandan ona saldıran tarsian’ları kesmeye çalışıyor ve bunun da yanında attığı mesajın ulaşıp ulaşmayacağından da emin olamıyor. ancak bir kadın beyni bu ağır durumun yoğunluğunu bu kadar etkileyici yansıtabilirdi.

    makoto shinkai’nin yeni miyazaki olarak ilan edilmesini şu şekilde yorumluyorum: filmlerindeki dişil hava miyazaki’yi anımsatsa da, öncelikle animasyon tekniği olarak çok farklı biri. miyazaki’nin ayrıntılarla dolu renkli dünyası yanında, shinkai’nin çizimler soğuk,mesafeli ve geniş hareketsiz planlarla dolu. ama hikayelerinin yaratıcılığı ve kendine has üslubu/konuları ile tıpkı miyazaki gibi benzersiz bir yerde duruyor. hoshi no koe’nin ışık yıllarca uzaklara düşmüş sevgilileri, buna rağmen naifliğin zirvesindeki bir beklenti ile önce haftalar, sonra aylar, en sonunda da yıllar sonra gelecek tek bir mesajı bekleyecek duruma gelmeleri, bir yandan da uzaklıkla birlikte yaş farkının da onları ayırması (mikako’nun ışık hızı ile seyahat ederken hep 15 yaşında kalması, ama noburu’nun dünyada tek başına yaşlanması) gibi insana hücum eden konular tam shinkai’nin bilimkurgusal şairliğine ait öğeler.

    tabi naiflikle aptallığın arasındaki sınırın çok ince olduğunu düşünüyorsanız, bu epik-lirik sentezi filmi izlediğiniz en mutsuz şey olarak görme ve şairane havasından nefret etme olasılığınız da var. bu o an çizginin hangi tarafına düştüğünüzle ilgili bir şey, ama bir aşk filminin anlattığı kavram kadar naif olmasını bekliyor insan. bir mesaj için 8 yıl beklemek gerçekçi değil evet, ama aklınıza gelen hangi vurucu aşk filminin tamamen gerçekçi olduğunu iddia edebilirsiniz ki? özellikle insanın tüm algısını alıp yerçekiminin tersine döndüren, görüntüler ile seslerin farklı tonlarda oynadığı bir film söz konusu iken.

    bu film her şeyden önce iki insanı anlatıyor, 24 dakikada, olabildikçe dolu ve basit olarak. arka fonda bir savaş, robotlar, galaksiler, uzaylılar ve benzeri aksiyon öğeleri var. ama hiçbiri, hiçbir zaman öne çıkmıyor. ikisinin hikayesi, müthiş “senkronizasyon” fikri ile mutlu mu mutsuz mu belli olmayan bir son ile biterken, ne savaşın ne de dünyanın ne olduğunu öğrenebiliyoruz. çünkü bu film daha önce yapılmış hiçbir şey gibi değil. iki insanın beyninin içinde, onların günlük yaşamından manzaralarla bir dünyaya bir de çok uzak yıldızlara, gidip geliyor. belki izleyeceğiniz en mutsuz filmlerden biri olacaktır, ama hala bir şeyler hissedebiliyor olmanın verdiği garip bir yaşama sevinci kalacak içinizde.

    not 1: filmin ingilizce dublajı pek çok ayrıntıyı öldürdüğünden, japoncasını ingilizce altyazı ile izlemenizi tavsiye ederim. internette bulacağınız türkçe altyazısı çoğu zaman filmin kritik noktalarını saçma cümleler ile geçiştiriyor. ayrıca japonca dublajının da iki versiyonu var. ilki shinkai ile karısının beraber seslendirdiği, öbürü de film olay yarattıktan sonra profesyönel olarak seslendirilmiş hali. ben shinkai ile karısının seslendirmesini çok daha etkileyici buldum.
    not 2: filmin sonunda çalan şarkının adı “through the years and far away”. basit bir google taraması sonunda bulabilirsiniz. youtube'da birkaç fan videosu da var.
  • renkleri güzel ama netice olarak hiçbir şeye benzemeyen animedir. on üzerinden üç veriyoruz kendisine. ayrıca 2056 yılında çocuğun renksiz ekran bir "takoz" kullanması kızın da taaaaaaa sirius'a okul üniformasıyla gitmesi gibi abuk subuk detaylar içerir.
    (bkz: bunu yapan insan olamaz)
  • kafamın içinde ideal sanat olarak sanatçının kişisel olaylarını ilgi çekici ve özgün bir şekilde anlatıldığı eserler vardır. bu da onlardan biri, derdi hiçbir zaman canlılar arasında gerçekleşen savaş veya hayatın diğer yönleri değil. sadece iki insan birbirinden gittikçe uzaklaşmaya mahkum kalmışlar. hayata devam etmek zorunda kalsalar dahi birbirlerinden ayrıldıkları noktada yaşıyor ruhları hala.

    çizimler bütün dijitale geçmeden önceki animelerdeki gibi ve maalesef zamana yenik düşmüş. inançsızlığını askıya alıp izlemenin çok zor olduğu anime türünde bile kalbimin atışını bana tekrar hatırlatacak kadar duygu doludur yine de.
hesabın var mı? giriş yap