• sadece konusu, bu konunun konuşulabilir hale gelmesi değil,
    belgesel metinlerinin sema kaygusuz'un elinden çıkması da heyecanı katmerliyor.
    belgesel filmler festivali'nde kaçırdığıma yanmayı bir yana bırakıp 26 kasımı bekliyorum heyecanla.
  • filmmor 2011 kapsamında fransız kültür, istanbul modern ve cezayir sahnelerinde gösterilecek belgesel. ayrıca diğer filmler için;
    (bkz: http://www.filmmor.org/?sayfa=3 )
  • yeşilçam sinemasında gösterime girdiği ilk gün izlediğim,başından sonuna kadar yaklaşık bir buçuk saat boyunca ve bittikten sonrada yaklaşık 10 dakika ağladığım -not=duygusal biri olmakla beraber çok nadir ağlarım- önyargıları derinden sarsan, aslında hepimizin her şeyden öte ve sadece insan olduğumuzun farkına varmasını sağlayan, savaş zaiyatlarının ölen insanların sayısına bağlı olduğu, birkaç insanın ölümüne herkesin duyarsızlaştığı günümüz dünyasında, tek 'bir' insanın bile ne kadar değerli olduğunu, aslında zaten tek önemli şeyin de insan yaşamı olduğunu insanlara tekrar hatırlatan belgesel. 1938 yılı dersim olayları esnasında ailelerinin ya ölümlerinden ya da ailelerini yitirmelerinin ardından askerlerce trenlerle anadolunun başka kesimlerindeki asker ve komutanların evlerine 'besleme' olarak gönderilen-tabiki saçları kazındıktan ve kendilerinin deyimiyle 'keloğlan' yapıldıktan sonra-iki amca kızının birbirlerini bulmaları süreci kendi ağızlarından anlatılır belgeselde. gittikleri evlerde asla rahat edememiş, milli kimlikleri yüzünden ve kadın olduklarından evin hanımı için tehlike arzettiklerinden sürekli aşağılanmış ve hor görülmüşlerdir. hayatları sürekli bir sürgün ve aidiyetsizlik içinde geçmiştir. biraz şansları olup da sırf kendilerine sahip çıksın diye daha önce hiç görmedikleri insanlarla evlenince bu sürgün hayatları sona ermiştir. fakat dersimdeki aileleri onları hiç unutmamış, ve iki amca kızından birinin annesi, gençliğinde kızından aldığı bir tutam saçı ölünceye kadar koynunda saklamış, kızını düşünmeden bir gün bile geçirmemiş ve gözünden yaş hiç eksik olmamıştır. sonunda sakladığı bir tutam saçı diğer kızına kardeşini bulması sözünü verdirerek bırakmış ve hep özlemini duyduğu kızını bir kere dahi göremeden ölmüştür. yıllar sonra buluşan iki amca kızının ilk konuşmalarında çocukluklarında oynadıkları çocuk oyunlarından bahsetmeleri de aslında beni en çok etkileyen sahnelerden biriydi. yanlış ve acımasız politikar, bu insanlara geride bıraktıkları akrabalarını, anadilleri olan kürtçeyi dahi unutturmuş ama hayatın en saf ve temiz anılarıyla dolu çocukluklarını unutturamamıştır. belgeselin sonunda o dönemde dersimde kaybolmuş bir yığın insandan sadece bir kısmının şimdi değişmiş olan adları ve ilk isimleri beraber verilmektedir. bir insan bile-tabiki yaşananları asla unutturamaz ama- ailesine kavuşursa belki acısı bir nebze olsun diner.
  • az önce seyrettim, yüreğimin acısı ağzımda. çaresizlik, başka türlü olmaz sanırım. bu kadar acıyı, bu kadar hasreti bir insan kaldıramaz dersiniz, ama şimdi karşımızda neler yaşadığını yüzündeki onlarca izle birlikte anlatıyorlar. titrek ellerle, gözleri her anlattığından sonra derinlere dalarak. topraklarından, annesinden, kardeşinden koparılan 8 yaşındaki kız çocuğu, şimdi 80 yaşında ama dün gibi her şey. hayatın arasında yaşadığımız ufacık şeyleri içimizde büyütüp acı diye yanarken, aklımıza hiç gelmeyen bir şey bu.

    "nasıl kaybetmedim aklımı bilmiyorum. ama topraktım, dayandım. benim kanım çok kırmızı..."
  • cumartesi anneleri ve kayıp çocukları ile nasıl da benzeşiriz arjantinli emekçi halklarla...

    alıntı bilgi:
    1937-1938 dersim olaylarında, ailelerinden alınarak rütbeli askerlere verilen kızlar, yıllar sonra bir belgesel film aracılığıyla aileleriyle buluştu.

    nezahat ve kazım gündoğan'ın üç yıl boyunca yürüttüğü çalışmalar sonucunda bugün 80'li yaşlarda olan huriye ve fatma'nın askerler tarafından alınışları, travmaları, suskunlukları ve ailelerine kavuşma sürecini anlatan belgeselde, halen köklerini arayan başka kızlar ve kızlarını arayan başka ailelerin duyguları da perdeye yansıyor.
    belgeselde, evlatlık verilen kızlarla yapılan röportajların yanı sıra şimdiye kadar gün yüzüne çıkmayan pek çok gerçek, belge ve fotoğraf da yer alıyor. müziklerini mikail aslan'ın yaptığı, metinlerini sema kaygusuz'un yazdığı belgesel filmde, şevval sam da kendi bestesini seslendiriyor.
  • yazar @brseltk sayesinde öğrendiğim ve izlediğim belgesel-film. ilginç bir konu benim için, daha önce bilmediğim hatta farkında olmadığım kayıp kızlar...

    ne üzücü. izlenmeli diye düşünüyorum.
hesabın var mı? giriş yap