• 9 kasım 2005 tarihli ilerleme raporunda gecen ifade. muhakkak ki daha önceki ilerleme raporlarında da benzer eleştirir öneriler mevcuttur. ancak elimizde şu an 9 kasım 2005 tarihli rapor olduğundan buradan başlıyoruz.

    uluslararası insan hakları hukukuna riayet

    türkiye, uluslararası insan hakları araçları konusunda ilave ilerleme kaydetmiştir. ekim 2004’te avrupa insan hakları mahkemesi önündeki yargılama sürecine katılan kişilere ilişkin avrupa sözleşmesi onaylanmış, avrupa insan hakları sözleşmesi’nin (aihs) (sözleşme’nin denetim sistemini değiştiren) 14. protokolü ve gözden geçirilmiş 1996 avrupa sosyal şartı imzalanmıştır. tüm göçmen işçilerin haklarının korunmasına dair uluslararası sözleşme ocak 2005’te yürürlüğe girmiştir. şubat 2004’te imzalanan medeni ve siyasi haklar uluslararası sözleşmesi’nin (iccpr) birinci ihtiyari protokolü henüz onaylanmamıştır. türkiye, işkenceye karşı bm sözleşmesi’nin ihtiyari protokolünü eylül 2005’te imzalamış ve her türlü koşulda ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin aihs’nin 13. protokolünü ekim 2005’te onaylamıştır.

    türkiye, ulusal azınlıkların korunması çerçeve sözleşmesi’ni henüz imzalamamış ve uluslararası ceza divanı statüsüne de katılmamıştır.

    türkiye, iccpr veya ekonomik, sosyal ve kültürel haklar sözleşmesi’nin (icescr) öngördüğü ilk raporlarını henüz ilgili bm komitelerine sunmamıştır. sonuç olarak, her ne kadar olası tatbiki sonuçları, özellikle türkiye’deki azınlıkların korunması sözkonusu olduğunda kaygı verici olsa da, türkiye’nin bu sözleşmelere ilişkin deklarasyonları veya çekincelerinin geçerliliği bu kurumlar tarafından henüz değerlendirilmemiştir. (azınlık hakları, kültürel haklar, azınlıkların korunması ile ilgili bölüme
    bakınız.)

    türkiye, avrupa insan hakları mahkemesi (aihm) kararlarının uygulanması konusunda ilerleme kaydetmiştir. avrupa konseyi bakanlar komitesi’nin birçok kararı ve haziran 2005’te avrupa konseyi parlamenter meclisi aihm kararlarının uygulanması raportörünün de dahil olduğu birçok diğer kaynak da bu durumun altını çizmektedir. bu arada hem komite, hem de raportör yerine getirilmemiş birçok hususun bulunduğunu belirtmişlerdir. genelde, mahkeme’nin kararlarına karşılık türkiye tarafından oluşturulan anayasal, kanuni ve nizami çerçevenin uygulanabilmesi için türk makamlarının aihm içtihadının türk hukuk düzeni içerisinde doğrudan etkiye sahip olmasını sağlamaları önem taşımaktadır. anayasa’nın yeni 90ıncı maddesi türk makamlarını bu kurala göre hareket etmeye teşvik etmelidir.

    ekim 2004’den bu yana, aihm, türkiye hakkında 129 nihai karar vermiştir. mahkeme 120 davada türkiye’nin aihs’yi ihlal ettiği kararına varmış, 7 dava ise dostane çözüm ile sonuçlanmıştır. 2 davada türkiye’nin aihs’yi ihlal etmediği belirlenmiştir. bu dönem boyunca, aihm’ye türkiye ile ilgili 1812 yeni başvuru yapılmıştır. ( aynı dönem boyunca, avrupa birliğindeki daha büyük üye devletlerine ilişkin yargı sayısı, 8-65, ihlal sayısı ise 6-59 arasında değişmektedir.)

    son kararlarda ortaya çıkan iki büyük sorun davalara ilişkin soruşturmalar sırasında hükümetin aihm’yle yapmış olduğu işbirliğinin yetersiz olması ve güneydoğu’da köye dönüş hakkı ile bağlantılıdır. aihs’nin 38inci maddesi uyarınca devletler aihm bir soruşturma yürüttüğünde “gerekli tüm kolaylıkları sağlamak”la yükümlüdür ve bu hususun “sözleşme sisteminin doğru ve etkin bir şekilde işlemesi için son derece önemli olduğu” kabul edilmektedir. 2005’te aihm, en azından bir davada 38inci maddenin ihlal edildiğini tespit etmiştir. bir başka davada, türkiye’ye karşı mamatkulav ve askarov davasında, türkiye’nin, mahkemedeki sürecin sonucunu beklerken mahkemenin başvuru sahiplerinin iade edilmemesi yönündeki tavsiyesine uymamış olmasından dolayı bireysel başvuru hakkına (aihs’nin 34. maddesinin ihlali) haksız bir şekilde müdahale edildiği belirlenmiştir.

    2005’te, aihm, güneydoğu’da köye dönüş konusuyla ilgili olan, türkiye‘ye karşı doğan ve diğerleri davasını incelemeye başlamıştır. haziran 2004’te aihm, güneydoğu’daki 1990’lı yılların ortalarında köylerinden çıkartılmış olan başvuru sahipleri lehine karar almıştır. karar, güneydoğu’da yerlerinden edilmiş birçok kişide bulunmayan tapu senedinin olmadığı durumda toprak mülkiyetinin ve zilyetliğinin geçerliliğini saptamıştır. türkiye’ye karşı çok sayıda benzer başvuru mahkeme’de sonuçlanmayı beklemektedir. (bakınız doğu ve güneydoğu’ya ilişkin bölüm)

    2005 öncesinden bu yana bakanlar komitesi’nde bulunan sorunlara dair kararların uygulanması hakkındaki başlıca gelişmeler şöyledir:

    yargılamanın yenilenmesine imkan veren hükümler, öcalan davası dahil, 4 şubat 2003’ten önce aihm’de bulunan davalara hala uygulanmamaktadır. bu davaların yeniden açılmasının aciliyeti özellikle hulki güneş davası bağlamında vurgulanmıştır. öcalan davası konusunda, aihm büyük dairesi mayıs 2005’te türkiye’nin adil yargılanma hakkına dair hükümleri ihlal etmekten sorumlu olduğuna ilişkin bir karar almıştır. bu kararla, düzeltme önlemlerinin yeniden yargılamayı veya davanın yeniden açılmasını içerebileceği belirtilmiş, ancak konu hakkında verilecek karar büyük ölçüde türk makamlarına bırakılmıştır. bugüne kadar türk makamlarının karara uymak için ne gibi önlemler alacakları açık değildir

    sadak, zana, dicle ve doğan davası konusunda, aralık 2004’te bakanlar komitesi, başvuru sahiplerinin serbest bırakılması da dahil olmak üzere yeniden yargılamaya ilişkin olumlu gelişmeleri not ederek, aihm kararının uygulanmasını incelemeyi sona erdirmiştir. yeniden yargılama sürmektedir.

    haziran 2005’te avrupa konseyi bakanlar komitesi, türk güvenlik güçlerinin eylemlerine ilişkin 74 bekleyen dava hakkında bir ara karar kabul etmiştir. bu kararla, mahkeme’nin kararlarında tespit edilen farklı sorunlu alanlara (hukukdışı tutuklama, yargısız infaz, işkence ve kötü muamele ve mülklerin yıkılması) yönelik olarak kabul edilen önemli reformlar memnuniyetle not edilmiştir. kararla, dikkatin artık bu reformların uygulanması üzerinde yoğunlaşması gerektiği vurgulamıştır. (bakınız işkence ve kötü muamele bölümü)

    türkiye’deki ifade özgürlüğüne ilişkin davalar konusunda, bakanlar komitesi, terörle mücadele kanunu’nun eski 8. maddesinin kaldırılmış olmasını not etmiş ve tüm başvuru sahiplerinin mahkumiyetleri silinir silinmez ilgili davaların kapatılmasına karar vermiştir. diğer davalar, yeni ceza kanunu’nun kabulü gibi yakın geçmişteki yasal değişikliklerin ilgili içtihadın geliştirilmesi üzerindeki etkisi değerlendirilene kadar kapatılmamıştır. (bakınız ifade özgürlüğü bölümü)

    türkiye’ye karşı kıbrıs davasında, haziran 2005’te bakanlar komitesi, eğitim, askeri mahkemeler, din özgürlüğü ve kayıp şahıslarla ilgili olarak ilerlemeler sağlandığının not edildiği bir ara karar kabul etmiştir. komite, askeri mahkemelerle ilgili konulardaki incelemesini sona erdirmiştir. hakların ve malların yerlerinden edilmiş kıbrıslı rumlara iadesine dair konular hala çözümsüz kalmıştır.

    insan haklarının geliştirilmesi ve uygulanması konusunda, kurumsal çerçeve değiştirilmemiştir. reform izleme grubu, insan hakları başkanlığıve parlamento insan haklarını inceleme komisyonu gibi kurumlar önemli çalışmalarda bulunmayı sürdürmüş olmakla birlikte, bu kurumların kapasitelerinin pekiştirilmesi ve güçlendirilmesine acilen ihtiyaç duyulmaktadır.

    insan hakları başkanlığı, insan hakları eğitimi verilmesi, şikayetleri işleme alma ve belirli olayları inceleme yönündeki faaliyetlerini yoğunlaştırmayı sürdürmüştür. çabalar özellikle başkanlığın ve il insan hakları kurullarının mevcudiyeti hakkında bilincin artırılması üzerinde odaklanmıştır. ancak, sınırlı bütçeye sahip olması, ilgili bakanlıklarla ilişkilerinin yetersiz bir şekilde tanımlanması ve mevzuat önerileri konusunda kendisine danışılmaması nedeniyle başkanlığın etkisi sınırlı kalmaktadır. (ayrıca bakınız bölüm b.1.1 demokrasi ve hukukun üstünlüğü: parlamento) eylül 2005’te insan hakları başkanı istifa etmiştir.

    insan hakları başkanlığı, diğerlerinin yanısıra, başkanlığın ve yerel kurulların işleyişinin geliştirilmesi ve bm paris ilkeleri’ne uyan bağımsız, yeterli kaynaklara sahip bir ulusal insan hakları kurumunun oluşturulması amacıyla uluslararası muhataplarıyla temaslarda bulunmuştur. bugüne kadar bu temaslar somut sonuçlar getirmemiştir.

    ekim 2004’ten mart 2005’e kadar, insan hakları kurulları ve başkanlık 565 kişiden insan hakları ihlallerine dair şikayetler almıştır. bu sayı her kurul için birden az şikayetçiyi göstermekte olup, bu durum kurullar hakkında sınırlı bilince sahip olunduğuna ve/veya düşük güven seviyesine işaret etmektedir. uygulamada, kurullar yetersiz kaynaklara sahiptirler ve etkinlikleri kurullara başkanlık eden vali yardımcısının yaklaşımına göre farklılık göstermektedir. her ne kadar birkaç durumda insan hakları derneği ve mazlum der’e mensup kişiler bireysel olarak katılmış olsalar da, insan hakları alanındaki bu iki önemli türk sivil toplum kuruluşu insan hakları kurullarına katılmama yönündeki tutumlarını korumuşlardır.

    ekim 2004’te türkiye’de azınlık hakları konusunda bir raporun yayınlanmasından itibaren, sivil toplum kuruluşları, uzmanlar ve bakanlık temsilcilerinden oluşan başbakanlık bünyesindeki insan hakları danışma kurulu faaliyette bulunmamaktadır. (bakınız azınlık hakları, kültürel haklar ve azınlıkların korunması bölümü)

    parlamento insan haklarını inceleme komisyonu, insan hakları ihlalleri konusundaki şikayetleri almayı sürdürmüş olup, kamuoyunun ilgisini çeken bazı davalarda ilgili makamlardan konuların takibini ve gerekli olduğunda durumun düzeltilmesini talep etmiştir. komisyon ekim 2004-haziran 2005 arasında 1307 şikayet almıştır. komisyon, kasım 2004’te kızıltepe’de 12 yaşındaki bir çocuğun ve babasının yargısız infazı iddiası konusunda bir inceleme yapmıştır. (bakınız işkence ve kötü muamele bölümü)

    jandarma insan hakları ihlallerini inceleme ve değerlendirme merkezi 2003 yılında kurulmasından sonra, çoğunluğu kötü muamele ve haksız gözaltı iddialarıyla ilgili 162 doğrudan şikayet almıştır. bugüne kadar 3 olayda disiplin tedbirleri alınmıştır.

    şubat 2004’te kurulan içişleri bakanlığı inceleme bürosu, toplumdan insan hakları ihlallerine dair 1003 şikayet almıştır. bu şikayetler, bakanlık içinde yerel veya merkezi düzeyde ilgili makamlar nezdinde şikayetleri takip eden müfettişler tarafından değerlendirilmektedir. alınan şikayetlerin çoğu polise karşı yapılmıştır. bugüne kadar, sadece bir durumda bir şikayet bir devlet memuru aleyhine disiplin işlemine yol açmıştır. bu büro ayrıca bazı illerdeki polis disiplin kurullarını, tutuklama prosedürlerini ve 26 ilde gözaltı merkezlerini denetlemiştir.

    insan hakları eğitimi konusunda türk makamları, içişleri ve adalet bakanlıkları, jandarma ve polis teşkilatlarındaki ilgili personele yönelik bazı programlar düzenlemeyi sürdürmektedir.

    ayırımcılığa karşı mücadele konusunda, yeni ceza kanunu çeşitli gerekçelerle ayırımcılığı suç saymaktadır. ancak, ab müktesebatında belirtildiği şekilde istihdamda ayırımcılığın etkili bir şekilde yasaklanmasını güvence altına almayı amaçlayan ilave mevzuatın kabulü konusunda hiçbir gelişme kaydedilmemiştir. (ayrıca bakınız ekonomik ve sosyal haklarbölümü ve sosyal politika ve istihdam başlıklı 19 fasla)

    9 kasım 2005 tarihli ilerleme raporundan.
  • medeni ve siyasi haklar

    işkence ve kötü muamelenin önlenmesi konusunda, şikayetler halen sık sık alınmakla beraber, uluslararası ve türk stö’leriyle avukat ve adli tıp doktorları gibi yerinde incelemede bulunan uzmanların genel değerlendirmesi, vakaların azalmakta olduğu yönündedir. avrupa konseyi işkence ve kötü muamelenin önlenmesi komitesi’nin (cpt) başkanı ekim 2004’te “bu alanda daha ileri önlemler almış başka bir avrupa konseyi üyesi ülke bulmak zor olur” demiş, ancak “türkiye’nin işkence ve diğer kötü muamele çeşitleriyle mücadele yönündeki çabalarını kuvvetli şekilde devam ettirmesi gerekmektedir” ifadesinde de bulunmuştur. özellikle mevcut mevzuatın tam olarak uygulanmasının sağlanması ve suç işleyen kamu görevlilerinin cezaya çarptırılmaması eğilimiyle mücadele konularında daha fazla çaba gerekmektedir.

    yeni ceza kanunu, yeni ceza muhakemeleri usulü kanunu ve bunların yürürlüğe girmelerine ilişkin düzenlemeler işkence ve kötü muameleyle mücadeleyi güçlendiren hükümler içermektedir. haziran 2005’te yayınlanan yeni yakalama, gözaltına alma ve ifade alma yönetmeliği özellikle tıbbi muayene ve savunma hakkı alanlarında yeni önlemler öngörmektedir. ayrıca, ceza kanunu işkence veya kötü muamele yapanlara verilen hapis cezalarını artırmış, geçmişte işkence veya kötü muameleden yargılanan sanıklara karşı açılan davaların düşmesine neden olan zaman aşımını 10’dan 15 yıla çıkartmıştır. bununla birlikte, bm işkenceyle mücadele komitesinin (cat) 2003 yılında önerdiği gibi, bu tür suçlar için zaman aşımının kaldırılmaması üzücüdür.

    yeni bazı mevzuat değişiklikleri endişeye yol açmıştır. bu özellikle, yerinde incelemelerin kolaylaştırılması çerçevesinde, şahısların belirli bir süre için bulundukları hapishaneden başka yerlere götürülmelerine izin veren ceza muhakemeleri usulü kanunu ve ceza infaz kanunu için geçerlidir. ayrıca, ceza infaz kanunu’nun bir hükmü, bazı durumlarda mahkumlarla avukatları arasındaki görüşme sırasında bir güvenlik görevlisinin mevcudiyetine izin vermektedir (bakınız adli sistemle ilgili bölüm). bazı eski olumlu değişikliklerin ceza muhakemeleri usulü kanunu çerçevesinde muhafaza edilmemiş olması da endişe vericidir; en önemlisi, işkence davalarının ertelenmesine sınırlama getiren bir hüküm burada yer almamaktadır ve işkence/kötü muamele suçundan dolayı verilen cezaların para cezasına veya tecil olunan mahkumiyet kararına çevrilemeyeceği yönündeki yönetmeliğin yeni mevzuat çerçevesinde muhafaza edilip edilmediği açık değildir.

    mart 2005’te izmir barosu’nun yeni idare kurulu, ab tarafından finanse edilen ve bu alanda değerli çalışmalarda bulunan işkenceyi önleme grubu’nu feshetme kararı almıştır. 1000’den fazla avukat, idare kurulunun kararını ele almak üzere genel kurulun toplanmasını talep etmişlerdir. kurul bu talebi reddetmiş, ancak temmuz ayında bir idari mahkeme bu talebin reddedilmesinin yasal olmadığı yönünde karar almıştır.

    genel olarak durumun iyileşmesine ve barolar ile stö’lerin işkence ve kötü muamele şikayetlerinin azalmakta olduğunu teyit etmelerine rağmen, uygulama, türkiye çapında önemli farklılıklar göstermektedir. bu kaynaklara göre, işkence ve kötü muamelenin en ciddi türleri artık nadiren kullanılmaktadır ve gözaltı merkezlerinde kötü muamele şikayetleri geçmişe oranla azalmıştır. bununla birlikte, gözaltı merkezlerinin dışında vuku bulduğu iddia edilen kötü muamele şikayetleri, özellikle mahkumların nakli sırasında veya gösteriler bağlamında halen sürmektedir. ayrıca, türkiye’deki akıl hastanelerindeki durum acilen incelenmelidir (bakınız özürlülerin haklarıyla ilgili bölüm). insan hakları başkanlığı tarafından ekim 2004 ile mart 2005 tarihleri arasında alınan şikayetlerin önemli bir bölümü işkence ve kötü muameleyle ilgili olmaya devam etmektedir.

    suç işleyen kamu görevlilerinin cezaya çarptırılmaması eğilimi ile mücadele konusunda, güvenlik güçlerine karşı birkaç dava açılmıştır. duruşmalar devam etmektedir. haziran 2005’te yargıtay, daha alt bir mahkemenin bir cinayet davasıyla ilgili kararını, kanıt elde etmek için işkence kullanıldığı gerekçesini de öne sürerek bozmuştur.

    bununla birlikte, bu alanda birçok güçlük mevcudiyetini sürdürmektedir. resmi istatistiklere göre, 2005 yılının ilk çeyreğinde kolluk kuvvetleri aleyhinde 1239 dava başvurusunda bulunulmuş, ancak bunlardan sadece 447’si hakkında soruşturma başlatılmıştır. ayrıca, davalar esnasında savcıların, işkence yapmakla suçlananlara karşı zamanlı ve etkin soruşturma yapmadıkları endişeleri mevcuttur. genelde bu tür soruşturmalar tıbbi raporun incelenmesiyle sınırlı kalmaktadır. oysa, cpt’nin eylül 2003 ziyaretine ilişkin raporda belirtildiği üzere, bu tür soruşturmalarda tıbbi raporların ötesine gidilmesi gerekmektedir.

    mahkumiyet kararları nadiren alınmakta ve mahkemeler bu tür suçları işleyenlere uygun cezaları veremedikleri veya ceza vermekte isteksiz oldukları izlenimini vermektedirler. 2004 yılında sonuçlandırılan 1831 davadan 99’unda hapis cezası, 85’inde de para cezası verilmiş, 1631 dava da beraatle sonuçlanmıştır. sanıkların duruşmalarda hazır bulunmasını sağlamaya yönelik çabalara ve ceza kanunu’ndaki son değişikliklere rağmen, işkence ve kötü muamele ile suçlanan kişilerin davaları zaman aşımına uğramaya devam etmektedir. öte yandan, mahkemeler adli tıp kurumu dışındaki kaynaklardan kanıt kabul etmek hususunda isteksizdirler. bu tür suçlardan dolayı haklarında dava açılan polis memurları çoğu zaman duruşmanın sonucu beklenirken görevden uzaklaştırılmamaktadırlar.

    gözaltına alınan herkesin adalete erişim (diğer bir ifadeyle avukat) hakkı bulunmaktadır ve çocuklar için sorgulama sırasında bir avukatın mevcudiyeti bir zorunluluktur. öte yandan, yeni yakalama, gözaltına alma ve ifade alma yönetmeliği, işlendiği ileri sürülen suçun 5 yıldan fazla hapis cezası getirmesi durumunda, bir savunma avukatının görevlendirilmesini zorunlu hale getirmektedir. resmi istatistiklere göre, kaçakçılık ve terörizmle ilgili suçlardan dolayı gözaltına alınan şahıslardan avukat talebinde bulunanların oranı 2004’te % 52 iken, 2005’in ilk 5 ayında % 64’e çıkmıştır. bununla birlikte, bu haktan yararlanan kişilerin sayısında bölgelere göre büyük farklılıklar bulunmaktadır: baroların tahminleri % 70’ten (diyarbakır) % 5’e (ağrı) kadar değişim göstermektedir. ayrıca, bu yöndeki önlemlere rağmen, polislerin gözaltına alınan kişileri her zaman hakları hakkında bilgilendirdikleri açık değildir. birinci dilleri türkçe olmayanlar için sorun daha ciddi olmaktadır.

    tıbbi muayeneler konusunda, istanbul protokolü’ne uygun olarak doktorlar ve adli personel için eğitim devam etmektedir ve yeni eğitim programları da planlanmaktadır. muayeneler halen rutin olarak yapılmaktadır, ancak bunların kalitesi ülke çapında garanti edilememektedir ve istanbul protokolünün tam olarak uygulanması enderdir. adli tıp açısından kapasite sınırlıdır ve adli tıp kurumuna bağlı doktorların çoğu istanbul ve diğer büyük şehirlerde yoğunlaşmışlardır. muayeneler artan bir şekilde mahkeme binalarının dışında yapılmaktaysa da, bunların hastane ve kliniklere nakil sürecinin hızlandırılması gerekmektedir. muayenelerin hala adli klinik, üniversite hastaneleri ve yerel klinikler gibi çeşitli yerlerde yapılıyor olması standartların tektipliğinin sağlanmasını engellemektedir. ayrıca, adli tıp kurumu’nun adalet bakanlığı üzerinden bilgi veriyor olması nedeniyle tamamen bağımsız olmaması endişe yaratmaktadır.

    bazı yerel insan hakları kurulları çeşitli illerdeki gözaltı mahallerini önceden bilgi vermeden ziyaret etmeye başlamışlardır. bu olumlu bir gelişme olmakla beraber, stö’ler bu tür bir izlemenin ve genel olarak insan hakları kurullarının bağımsızlığı konusunda şüphe beyan etmişlerdir (bakınız insan haklarının uygulamasıyla ilgili bölüm). bununla birlikte, cpt ve bm’nin de önerdiği şekilde, bu izlemenin tam bağımsız bir izlemenin ilk adımını teşkil edeceği ümit edilmelidir. türkiye bm işkenceyle mücadele sözleşmesine ek ihtiyari protokolü (opcat) eylül 2005’te imzalamıştır. sözkonusu protokol bağımsız uluslararası ve ulusal uzman kurumların birbirlerini tamamlayıcı bir şekilde gözaltı merkezlerini düzenli olarak ziyaret etmelerini öngörmektedir.

    yargısız infaz iddiaları özellikle güneydoğuda kötüleşen güvenlik durumu çerçevesinde artmıştır (bakınız doğu ve güneydoğuyla ilgili bölüm). kasım 2004’te bir baba ile 12 yaşındaki oğlu mardin’in kızıltepe ilçesinde yapılan bir operasyonda özel güç tarafından öldürülmüşlerdir.** tbmm insan haklarını inceleme komisyonu kızıltepe’ye bir heyet göndermiş ve güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanmış oldukları sonucuna varmıştır. bu olayı takiben emniyet müdür yardımcısı ve üç özel güç mensubu görevlerinden uzaklaştırılmışlardır. ancak duruşmalarının başlamasından bu yana sözkonusu şahıslar çeşitli illerde görevlerine dönmüşlerdir. bölgesel barolar ve insan hakları stö’leri sürmekte olan duruşmanın saydamlığı ve hakkaniyete uygunluğu konusunu sorgulamışlardır. öte yandan, insan hakları derneği üyelerinin, bu olay hakkında hazırlamış oldukları bir raporla ilgili olarak mahkemeleri halen devam etmektedir.

    cpt’nin, mart 2004’te türkiye’ye gerçekleştirmiş olduğu ziyarete ilişkin raporu için henüz yayın izni verilmemiştir.

    cezaevi sistemi konusundaki önemli gelişme, aralık 2004’te yeni ceza infaz kanununun kabul edilmesi olmuştur. bazı eksikliklerine rağmen, sözkonusu kanun ve özellikle tutukevlerinin kurulması konusundaki kanun olmak üzere ikincil mevzuatı, türk hukukuna toplum hizmeti ve meşruten tahliye gibi modern unsurları getirmektedir. mahkum ve tutukluları ziyarete ilişkin kurallar hakkında bir yönetmelik haziran 2005’te yayınlanmıştır (bakınız adalet sistemiyle ilgili bölüm). cezaevlerinde çeşitli rehabilitasyon, kültürel, sosyal ve eğitim faaliyetleri sürdürülmektedir.

    resmi kaynaklara göre mayıs 2005’te cezaevleri ve tevkifhanelerde 58.670 kişi bulunuyordu. bunların 31.812’si hükümlü, 26.858’i ise tutuklulardı. mayıs 2005 itibariyle 14.431 mahkum yeni ceza kanunu’nun getirdiği yasa değişiklikleri nedeniyle salıverilmiştir.

    türkiye’deki cezaevlerinin durumunda son yıllarda önemli ilerleme kaydedilmiş olmasına rağmen, en iyi uygulamanın ülkedeki tüm cezaevlerine yayılmasının devamına ihtiyaç vardır. zira, bazı cezaevleri fazla kalabalık ve bu cezaevlerinde kaynak yetersizliği mevcuttur. tbmm insan haklarını inceleme komisyonu mart 2005’te tekirdağ’daki f-tipi cezaevi hakkında bir rapor yayınlamış ve sözkonusu cezaevinin organizasyonu ve yönetiminde bazı sorunların mevcut olduğu neticesine varmıştır.

    mahkumların yaşam şartları, sağlık, besin, eğitim ve rehabilitasyonlarına ilişkin çalışmalar yürüten 131 izleme kurulu denetimlerine devam etmektedir. haziran 2005’e kadar, sözkonusu kurullar 1247 öneri sunmuş ve bu önerilerin 532’si uyarınca hareket edilmiştir. kurullar, ekim 2004-mayıs 2005 tarihleri arasında 419 cezaevini ziyaret etmişlerdir. kurulların oluşumunda halen sivil toplumdan önemli temsilciler yer almamakta ve raporları gizli tutulmaktadır.

    2004’un son çeyreğinde, 141 infaz hakimi, mahkumları ve tutukluları ilgilendiren eylemlere ilişkin 830 şikayet almışlardır. bu başvuruların 83’ü kabul edilmiş ve bu çerçevede harekete geçilmiş, 4’ü kısmen kabul edilmiş ve bu bağlamda harekete geçilmiş, 679’u reddedilmiş, 64’ü ise infaz hakimlerinin yargı yetkisine girmediği şeklinde farklı kararlarla sonuçlanmıştır. infaz hakimlerinin eğitimine devam edilmektedir.

    9 kasım 2005 tarihli ilerleme raporundan.
  • ifade özgürlüğüne ilişkin olarak ise, şiddet içermeyen görüşlerin ifadesi nedeniyle cezalandırılan kişilerin durumları üzerinde durulmakta olan konular arasında bulunmayı sürdürmektedir. türk yetkililer, eski ceza kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca hapis cezası çeken kişilerden önemli bir miktarının serbest bırakıldığını rapor etmişlerdir. hem yetkililer, hem sivil toplum örgütleri, ifade özgürlüğüne ilişkin kovuşturma ve özellikle de mahkumiyet sayılarının azalmaya devam ettiğini rapor etmektedirler. ancak, yeni ceza kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca da olmak üzere, şiddet içermeyen görüşler ifade eden kişilerin kovuşturulduğu ve mahkum edildiği yeni olaylar mevcuttur.

    mayıs 2005’te ceza kanunu’na ilişkin birçok değişiklik kabul edilmiştir. böylece, ifade özgürlüğüne dair belirli maddeler iyileştirilmiştir. medya aracılığıyla işlenen birçok suç için öngörülen ağırlaştırılmış hükümler, tümü olmamakla birlikte, birçok maddeden çıkartılmıştır. ayrıca, ceza kanunu’nda yapılan tadilata göre, bilgi sağlamaya ve/veya eleştiriye yönelik ifade eylemleri cezalandırılmamalıdır. 125. maddenin karalamaya ilişkin kapsamı biraz kısıtlanmıştır. 305. maddeye (temel ulusal çıkarlara karşı fiiller) ilişkin gerekçe silinmiştir. ancak, geçmişte ifade özgürlüğünün kısıtlanması amacıyla kullanılan bazı maddeler yeni ceza kanunu’nda aynen muhafaza edilmiş ve mayıs 2005’te yapılan tadilat çerçevesinde ele alınmamıştır. bunlar ve diğer maddeler, takdir sınırları geniş olma özellikleri nedeniyle, ifade özgürlüğüne yönelik olarak hala potansiyel tehdit oluşturmaktadır.

    bu durum özellikle, devletin hükümranlığına dair semboller, devlet organlarının unvanı ve milli güvenliğe karşı işlenen suçlara atıfta bulunan ve muğlak ifadelerle yazılmış maddeler için geçerlidir. uygulamada, yeni ceza kanunu’nu 301. maddesi (“devlet ve kurumlarına hakaret”e ilişkin eski 159. madde) yargıda bazıları tarafından kovuşturma ve bazı durumlarda da kişileri mahkum etmek için kullanılmıştır. bu, sözkonusu maddenin eleştiriye izin verecek şekilde tadil edilmesine rağmen gerçekleşmiştir.

    ağustos 2005’te, istanbul’da bir savcı, yazar orhan pamuk’un bir isveç gazetesinde türkiye’de ermenilerin ve kürtlerin öldürülmelerine dair ifadeleri ile ilgili olarak* 301. madde uyarınca adıgeçen aleyhine dava açmıştır. sözkonusu madde evvelce başka bir savcı tarafından farklı bir şekilde yorumlanmış ve adıgeçen hakkında soruşturmadan vazgeçilmiş olunmasına rağmen, kovuşturma yine de başlatılmıştır. nisan 2005’te sütçüler kaymakamı (isparta ili) pamuk’un tüm kitaplarının imha edilmesi talimatını vermiş, ancak talimat yerine getirilmemiş ve sözkonusu memura disiplin cezası verilmiştir. ekim 2005’te ermenice ve türkçe yayınlanan haftalık agos gazetesinin editörü hrant dink, ermeni diasporası (bkz: #8334308) hakkında yazdığı bir makale ile ilgili olarak 301. madde uyarınca mahkum edilmiş ve 6 ay hapis cezasına çarptırılmış ve bu ceza tecil edilmiştir. 2002 yılında bir konferansta yaptığı konuşmaya ilişkin olarak yeni bir dava ile karşı karşıya bulunan dink, mahkeme kararını temyiz etmek niyetindedir. . eylül 2005’te, emin karaca, türk ordusunun geçmiş faaliyetlerini eleştiren bir makalesi nedeniyle 301. madde uyarınca mahkum edilmiştir. adıgeçenin 5 aylık hapis cezası para cezasına çevrilmiştir. tanınmış bir yazar ve yayımcı olan ragıp zarakolu aleyhine, kürt ve ermeni konularına dair yayınları nedeniyle, hala sonuçlanmamış davalar vardır. ermeni konusuna dair yayınlarına ilişkin iki dava 301. madde temelinde açılmıştır.

    davaların ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğinin tespit edilmesinde yargı, ifadenin şiddet, silahlı isyan veya düşmanlık teşvik edip etmediğini, kişinin veya grubun kamuoyunu etkileme kapasitesini ve ifadenin hedefi durumdakilerin karşılık vermek için ne tür bir imkanının olduğunu gözönünde bulundurması gerekir. yargının bu şekilde davrandığını gösterir örnekler vardır: örneğin ekim 2004’te yargıtay köşe yazarı selahattin aydar’ın hapis cezasını bozmuş; laikliği savunan kişilerin “ateist” olarak tasvir edilmesinin suç olmadığını belirtmiştir.

    ancak, yukarıda bahsekonu 301. madde davaları, bazı yargıç ve savcıların avrupa insan hakları konvansiyonu’nun 10. maddesi ve aihm’in ilgili içtihatları uyarınca karar alma kapasitelerine dair ciddi endişeler yaratmaktadır. ceza kanunu’nun kısıtlayıcı bir anlayışla yorumlanmasına devam edilirse, türkiye’de ifade özgürlüğünü korumak için kanunun tadil edilmesine ihtiyaç olabilir. bu bağlamda, 301. madde davaları yakından izlenecektir.

    açık ve serbest tartışma hususunda genel olarak biraz ilerleme kaydedilmiştir. eylül 2005’in sonlarında, bilgi üniversitesi’nde “imparatorluğun çöküşü sırasında osmanlı ermenileri: bilimsel sorumluluk ve demokrasi konuları” başlıklı bir konferans gerçekleşmiştir.* mayıs 2005 ayında boğaziçi üniversitesi’nde gerçekleşmesi öngörülen sözkonusu konferans, adalet bakanı’nın tbmm’de konferansı eleştirir bir konuşma yapmasının ardından, organizatörler tarafından ertelenmişti. ayrıca, ertelenen konferansın yapılması öngörülen mekan, istanbul idari mahkemesinin boğaziçi üniversitesi’nde yapılmasını engellemek amaçlı kararı nedeniyle ileri bir safhada değiştirilmişti. bu engellemelere rağmen farklı görüşlerin katılımı ve başbakan ile hükümetin açık desteğiyle bu konferansın gerçekleşmiş olması önemli bir adımdır.

    türkiye yayıncılar birliği’ne göre, kürt ve ermeni konuları gibi hassas konulara ilişkin kitaplar, geçmişe nazaran, daha kolay yayınlanmaktadır ve yazar ile yayımcılar aleyhine açılan davaların beraatle sonuçlanması daha yaygındır. ancak, bu konulara yoğunlaşan kitaplar bazı durumlarda hala yasaklanmakta ve kişiler bazen mahkum edilmektedir.

    karikatürist ve hiciv yazarları aleyhine, başbakan tarafından da dahil olmak üzere,* yasal işlem başlatılması endişe vericidir. haziran 2005’te böyle bir davada, bir gazeteci 3 ay hapis cezasına mahkum edilmiştir.

    9 kasım 2005 tarihli ilerleme raporundan.
  • basın özgürlüğü alanında, yeni basın kanunu ve yeni ceza kanunu’nun kabul edilmesi neticesinde gerçekleşen beraatler ve serbest bırakılmalar örneğinde olduğu gibi, bazı olumlu ilerlemelere kaydedilmiştir. ancak, yukarıda da bahsedildiği üzere, gazetecilerin şiddet içermeyen görüşlerin ifadesi nedeniyle kovuşturulmasına devam edilmekte ve bazen gazeteciler mahkum edilmektedir. türk basın konseyi’ne göre, halihazırda işi nedeniyle hapiste olan gazeteci bulunmamaktadır.

    ceza kanunu’nun yukarıda bahsekonu sorunlu maddelerine ilaveten, sözkonusu kanunda gazeteciler için belirli endişeler yaratan diğer bazı maddeler de muhafaza edilmiştir. bahsekonu maddeler, özellikle, basın, bilgi ve ifade özgürlüğüne zarar vermeye yönelik öz-sansür havası yaratabilir. bu maddelerin bazıları, basın kanunu ile çelişir görünmektedir. zira, basın kanunu “basın yoluyla işlenmiş suçlara hapis cezası verilmesinden sakınmayı” amaçlamaktadır. 285. madde “soruşturmanın gizliliğinin ihlali” durumunda dört buçuk yıl hapis cezası öngörürken, 277. madde “adalet sistemini etkilemek” çabasından mahkum edilen kişilerin iki ile dört yıl arası hapis cezasına çarptırılması hükmünü amirdir. her iki maddede de duruşmaları izleyen gazetecilere aleyhine kullanabilir. 216. madde uyarınca, soruşturmaya tabii bir kişiyi ifşa etmeye yönelik basın yoluyla karalama bir ile dört yıl hapis cezasıyla cezalandırılabilir.

    basın konseyi, yeni ceza kanunu’nda basın özgürlüğü kısıtlamalarına ilişkin endişelere karşı, haziran 2005’te yeni bir hukuki yardım ve destek hizmeti kurmuştur. bu hizmet, söylendiğine göre, yeni kanunun ilgili maddeleri uyarınca hakkında dava açılan gazetecilere ücretsiz avukat sağlayacaktır. bu hizmet ayrıca, gazetecilerin dahil olduğu davaları izlemek üzere gözlemci atayacaktır. uluslararası pen’e göre, tahminen 60 yazar, yayıncı ve gazeteci türkiye’de mahkeme sürecindedir.

    gazeteciler hala sendika oluşturmakta zorluklarla karşılaşmaktadırlar.

    radyo-televizyon yayıncılığı alanında geçtiğimiz yılda sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. türkçe dışındaki diller ve lehçelerde yayında, hala kesin zaman sınırlamaları mevcut olmakla birlikte, programlar, ulusal devlet televizyonu trt tarafından yayınlanmaya devam etmektedir. yerel yayıncılar tarafından türkçe dışındaki diller ve lehçelerde yayın yapabilmek için 11 adet başvuru yapılmıştır, ancak bu başvuruların hiçbiri sözkonusu başvuruları işleme koyabilmek için gerekli belgeleri almadığını iddia eden radyo-televizyon üst kurulu (rtük) tarafından cevaplanmamıştır. bu başvuruların bazıları temmuz 2004’ten beri beklemektedir.

    rtük, radyo-televizyon yayıncılık yasasına (rtük yasası) sıkça başvurarak para cezası, programların veya yayıncılık lisanslarının askıya alınması veya iptal edilmesi dahil olmak üzere ağır cezalar vermektedir. mayıs 2005’te, rtük özel tv kanallarında birçok programın geçici olarak durdurulması talimatı vermiş, diğer bazıları ise yaptırım veya uyarı ile karşı karşıya kalmışlardır. yerel yayıncıların rtük adına polis tarafından izlenmesine devam edilmiştir.

    bazı davalarda mahkemeler rtük kararlarını iptal etmiştir. örneğin mart 2005’te, rtük kürtçe dilinde müzik yayını yapmış olan dünya radyo’nun 30 gün süreyle kapatılmasına karar vermiş, ancak nisan 2005’te danıştay rtük’ün anılan radyo istasyonuna yönelik bu kararını, kürtçe müzik yayınlamanın yaptırıma sebebiyet vermediği gerekçesiyle iptal etmiştir.

    rtük üyelerinin tbmm’de temsil edilen siyasi partiler tarafından seçilebilmesini teminen kanun değişikliği yapılabilmesi için, anayasa’nın 133. madesinde yapılan değişiklik haziran 2005’te tbmm tarafından kabul edilmiştir. yeni rtük üyeleri temmuz ayında seçilmiştir. (kültür ve görsel-işitsel politika faslına bakınız.)

    9 kasım 2005 tarihli ilerleme raporundan.
  • dernek kurma özgürlüğüyle ilgili olarak, yeni dernekler kanunu kasım 2004’te yürürlüğe girmiştir. geçen yılki ilerleme raporu’nda da belirtildiği üzere bu kanun, devletin derneklerin faaliyetlerine müdahale ihtimalini azaltması açısından önem taşıdığı gibi, derneklere birçok fiili yarar sağlamaya başlamış, böylece türkiye’de sivil toplumun daha da gelişmesine yardımcı olmuştur.

    buna karşın dernekler kanunu’nun hükümlerinin uygulanmasını ayrıntılandıran mart 2005 yönetmeliği, adlarının ve/veya amaçlarının anayasa’ya aykırı olduğu değerlendirilen derneklerin tesciline sınırlamalar getirmektedir. bu uygulama devletin bölünmez bütünlüğü ilkesine atıfta bulunan ve laiklik ilkesini yorumlayan anayasa maddeleriyle bağlantılı dikkate değer bir kaygı unsurudur ve fiiliyatta avrupa insan hakları sözleşmesi’nin 11. maddesine (toplantı ve örgütlenme özgürlüğü) aykırılık taşıdığı ve amaçları arasında belirli bir kültürel kimliği veya dini tanıtmayı amaçlayan derneklerin hala tescil edilememesi anlamına gelmektedir. gerçekte, resmen tescil edilmeye çalışan bu tür derneklerin zorluklarla karşılaştığına yönelik raporlar bulunmaktadır.

    sözkonusu yönetmelik, özellikle yurtdışından mali kaynak sağlanmasıyla ilgili bazı bildirim usullerini de içermektedir. bu şartlar fiiliyatta bazı dernekler için yurtdışından kaynak alınmasında belirgin gecikmelere neden olan zorluklar yaratmıştır. sözkonusu usullerin işleyişinin aihs’nin 11. maddesiyle uyuşup uyuşmadığının değerlendirilebilmesi için yakınen takip edilmesine devam edilmesi zorunludur.

    dernekler kanunu uyarınca, yurtdışından mali kaynak alan vakıflar da aynı usullere tabidir ve yurtdışından kaynak sağlamak için izin almak durumunda değildir. bununla birlikte, içişleri bakanlığı’nın ocak 2005 genelgesi uyarınca, vakıfların tüzüklerinin bu kaynakları alabilmelerine izin veren bir madde içermesi gerekmektedir.

    dernekler daire başkanlığı türkiye genelinde 81 ilde derneklerle ilgili sorumlulukları emniyet genel müdürlüğü’nden devralmıştır. il dernekler müdürlükleri valilikler bünyesinde oluşturmuş olmasına karşın buralarda görev yapan personel genellikle daha önce emniyet genel müdürlüğü’nde çalışanlardır.

    yeni yönetmelikte derneklerin tesciline ilişkin kalan sınırlamalara rağmen, ırk, etnik köken, din, mezhep, bölge ve başka herhangi azınlık grubu temelinde kurulan bazı dernekler tescil edilebilmiştir. örneğin aralık 2004’te ankara kürt demokrasi, kültür ve dayanışma derneği tüzüğünde yaptığı bir değişiklikle uzun bir zaman sonunda tescil edilmiştir.

    avrupa komisyonu temsilcileriyle mayıs 2004’te önceden izin almaksızın bir toplantı yaptığı gerekçesiyle suçlanan kürt yazarlar derneği, ekim 2004’te diyarbakır’daki mahkemede beraat etmişlerdir.

    bununla birlikte yeni yasa istikrarlı ve tutarlı bir şekilde uygulanmamaktadır. örneğin bazı bölgelerde stk’lar düzenleyecekleri kültürel faaliyetler, paneller ve toplantılar için, artık yasal bir yükümlülük olmadığı halde il dernekler müdürlüklerine bildirimde bulunmalarının talep edildiğine ilişkin şikayetlerde bulunmaktadır.

    eylül 2005’te kaos gay ve lezbiyen kültürel araştırmalar ve dayanışma derneği’nin* tescili ankara vali yardımcısı tarafından geçici süreyle engellenmiştir. vali yardımcısı anılan derneğe ve savcılığa gönderdiği yazıda medeni kanun’un yasalara ve ahlaka aykırı derneklerin kurulmasını yasakladığını kaydetmiştir. ancak savcılık, homoseksüelliğin ahlaksızlıkla eşit sayılamayacağı sonucuna vararak sözkonusu davada takipsizlik kararı almıştır.

    insan hakları savunucuları, birçok açık sorgulama ve kovuşturmada görüldüğü gibi fiiliyatta belirgin adli tacizlerle karşılaşmışlardır. örneğin ağustos 2004’ten bu yana, insan hakları derneği’ne hakkında 50 dava ve 3 soruşturma açılmıştır. ekim 2004’te türkiye’ye yaptığı ziyarete ilişkin ocak 2005’te yayınlanan raporunda bm insan hakları savunucuları özel temsilcisi “insan hakları savunucularına ve derneklerine yönelik çok sayıda kovuşturma dosyasından ciddi kaygı duyduğunu ifade etmiştir.” türk ceza yasası’nın bazı maddeleri çerçevesinde haklarındaki soruşturmalar devam eden insan hakları hukukçuların, bazı suçlardan yargılanan sanıkları temsil etmelerini engelleyen ceza muhakemeleri usul kanunu’nun yeni maddesi bu bağlamda önemli bir kaygı nedenidir. (bakınız yargı sistemi bölümü) birçok insan hakları derneği üyesi nisan 2005’te ölüm tehditleri almış olup, bu tehditler ilgili makamlar tarafından araştırılmaktadır.

    dernekler ve vakıflar, tüzüklerine uymayan çalışmalarda bulunmaları durumunda veya tüzüklerinde anayasa’ya aykırılık mütalaa edildiği takdirde zorlukla karşılaşmaya devam etmektedir. temmuz 2005’te diyarbakır’da yerleşik kürt demokrasi, kültür ve dayanışma derneği’ne, tüzüğünde yer alan kürtçe eğitim ve yayına ilişkin bir madde nedeniyle açılan dava henüz sonuçlanmadan kapatılmıştır. bunun yanısıra, bazı vakıfların avrupa komisyonu’nun yardımlarından yararlanması, proje önerilerinin tüzüklerinde yer alan parametrelerin dışına çıktığı görüşüyle engellenmiştir.

    yargıtay mayıs 2005’te öğretmenler birliği eğitim sen’in, tüzüğündeki anadilde eğitime çağrı yapan bir maddenin anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle kapatılmasına karar vermiştir. sözügeçen birliğe yönelik yasal süreç, genel kurmay başkanlığı’nın baskısıyla çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığı tarafından haziran 2003’te başlatılmıştır. eylül 2004 ve şubat 2005’te ankara iş mahkemesi, anayasa’nın aihs bağlamında yorumlanması gerektiği ve birliğin kapatılması kararının anılan sözleşmenin 10. (ifade özgürlüğü) ve 11. (örgütlenme özgürlüğü) uymadığı görüşüyle eğitim sen’in lehine karar vermiştir. yargıtay mayıs 2005’te aldığı kararla, örgütlenme özgürlüğünün ulusal güvenliğin, ülkenin bölünmez bütünlüğünün ve kamu düzeninin korunmasıyla sınırlı olduğunu ve “türk vatandaşlarına türkçe’den başka bir dilde eğitim sağlanamayacağını” kaydederek bu kararı bozmuştur. birlik, ana dilde eğitime ilişkin maddeyi, kapatılmasının önlenmesine yönelik aihm’ne yaptığı ara karar başvurusu henüz sonuçlanmadan geri çekmiştir. (yargı sistemi ve ticaret odaları kısımlarına bakınız.)

    9 kasım 2005 tarihli ilerleme raporundan.
  • barışçıl amaçlı toplantı hakkıyla ilgili olarak, halk gösterileri geçmişe oranla daha az sınırlamaya maruz kalırken, bazı olaylar kaygılara neden olmuştur. çeşitli bölgelerde yapılan gösterilerde ve stk’ların kamuya açık alanlardaki basın açıklamaları bağlamında güvenlik güçlerinin sert tutum sergiledikleri iddia edilmiştir.

    istanbul’da 6 mart 2005 tarihinde uluslararası dünya kadınlar günü’nü* vesilesiyle düzenlenen gösteriye polis, gözyaşı (biber) gazı ve cop kullanarak ve bazı katılımcıları yaralayarak aşırı güçle müdahale etmiştir. hükümet ivedilikle polisin böyle davranışlarının kabul edilemez olduğuna dair bir mesaj vermiştir. bu olayı takiben, 6 polis memuruna içişleri bakanlığı tarafından rütbe indirme ve para cezası, ayrıca 3 üst düzey bürokrata uyarı cezası verilmiştir. istanbul cumhuriyet savcılığı’nca bu olay hakkında başlatılan yasal soruşturma halen devam etmektedir.

    bu olayı takiben nisan 2005’te, içişleri bakanlığı, güvenlik güçleri mensupları tarafından orantısız güç kullanımının önlenmesini ve aşırı güç kullanıldığı zaman uygun ceza verilmesinin sağlanmasını amaçlayan ağustos 2004 genelgesi’nin uygulanmasının önemini valilere hatırlatan bir genelge yayınlamıştır. yeni genelge, tutarlı bir uygulamanın sağlanması amacıyla daha titiz davranılması için içişleri bakanlığı bünyesinde denetim organına olan gereksinimi vurgulamaktadır. fiiliyatta, bu tür genelgelerin uygulanması ilden ile büyük farklılıklar göstermektedir. barışçı toplanmaya ilişkin reformların uygulanması konusunda da bilinç arttırmak amacıyla, ilgili makamlar tarafından tüm türk illerinin valileriyle mart ayında ankara’da bir toplantı düzenlenmiştir.

    gösteri, yürüyüş ve basın toplantılarına ilişkin haziran 2004 genelgesi’nin açık ihlali olarak, stö’ler, polisin, kamuya açık alanda ve zaman zaman da salonlarda düzenledikleri toplantılarını video kaydına aldığını belirtmeye devam etmektedirler.

    9 kasım 2005 tarihli ilerleme raporundan.
  • siyasi partilere ilişkin olarak ise, şubat 2005’te yargıtay, mart 2003’te cumhuriyet başsavcı tarafından yedi siyasi partinin kapatılmasına ilişkin olarak açılan davayı reddetmiştir. ancak, türkiye komünist partisi, (tkp), haklar ve özgürlükler partisi (hak-par) ve demokratik halk partisi (dehap) aleyhinde açılan kapatılma davaları halen devam etmektedir. siyasi partiler kanunu’nun, siyasi partilerin avrupa insan hakları sözleşmesiyle (aihm) oluşturulan standartlar ve avrupa insan hakları mahkemesi içtihadı doğrultusunda faaliyet göstermelerine izin verilmesini sağlamak için değiştirilmesi gerekmektedir. siyasi partilerin türkçe dışındaki dilleri kullanmaları halen kısıtlanmaktadır. (kültürel haklar bölümüne bakınız.)

    9 kasım 2005 tarihli ilerleme raporundan.
  • dini özgürlüklere ilişkin olarak, ekim 2004’ten bu yana, gerek mevzuat gerek uygulama bakımından sadece çok sınırlı gelişme kaydedilmiştir. dernekleri düzenleyen mevzuattaki iyileştirmelere rağmen, mevcut yasal çerçeve, dini toplulukların, dinlerini tanıtmak ve korumak amacıyla hukuki bir kişilikle dernek kurma hakkını hala tanımamaktadır. uygulamada, gayri-müslim topluluklar önemli sorunlarla karşılaşmaya devam etmektedirler: bu topluluklar tüzel kişilikten yoksundurlar, sınırlı mülkiyet hakkına sahiptirler, vakıflarının yönetiminde müdahaleyle karşılaşmakta ve bunların kendi din adamlarını eğitmelerine izin verilmemektedir. sünni olmayan alevi toplum, ibadet yerlerinin tanınması ve ilgili devlet kurumlarında temsillerinin yanı sıra, zorunlu din eğitimine ilişkin güçlükler yaşamaya devam etmektedir.

    halen türk parlamentosu’nda bulunan vakıflar kanunu’na ilişkin çalışmalar devam etmektedir. böyle bir yasa gayri-müslim topluluklara vakıflarıyla ilişkin olarak bazı iyileştirmeler sağlama potansiyeline sahip olsa da, mevcut haliyle avrupa standartlarının gerisinde kalmaktadır. dini çoğulculuk daha genel olarak, sadece, tüm dini toplulukların faaliyet gösterebilmesi için koşulları sağlayan açık ve kapsamlı bir yasal çerçeve yoluyla garanti edilebilir.

    danıştay dini özgürlüklere ilişkin olarak bazı olumlu kararlar almıştır. en önemlisi, haziran 2005’te danıştay, vakıflar genel müdürlüğü’nün (vgm) bir vakfın yönetimini ele alma ve dolayısıyla mülküne el koyma yetkisini önemli ölçüde daraltan bir karar almıştır. bu hüküm, vgm’nin 1997 yılında aldığı, büyükada rum kız ve erkek öksüzler yurdu vakfı’nın yönetimini hayır hizmetlerini artık yerine getiremediği gerekçesiyle, üstlenmesi kararını geçersiz kılmıştır. 2005 eylül’ünde, vakıflar genel müdürlüğü bu karara ilişkin olarak temyiz yoluna başvurmuştur. bugüne kadar vakıf, hazine tasarrufuna geçirilen (yönetim vakıflar genel müdürlüğü’nce üstenilmektedir) vakıf statüsünde kalmıştır. aynı ay, danıştay, hıristiyanlıkla ilgili olarak program yayını yapan bir radyo istasyonu lehinde karar vermiş, camiler ve hıristiyan kiliseleri için ücretsiz su temini konusunda eşit muamele olanağı sağlamıştır.

    camiler dışındaki ibadet yerlerinin açılması ve faaliyet göstermesini sağlamaya yönelik çabalar da gösterilmiştir. ekim 2004’te, önceki yılki bombalamanın ardından kapanan, istanbul’un en önemli sinagogu başbakan’ın da katıldığı resmi bir törenle yeniden açılmıştır. haziran 2005’te diyarbakır’daki protestan kilisesi artık bir ibadet yeri olarak tescil ettirilebilmiş ve mart 2005’te bir protestan kilisesi ankara’da bir dernek olarak kurulmuştur. mayıs 2005’te baha topluluğunun bahçelerini yenileme talebi onaylanmış ve aralık 2004’te, bir cami bir kilise ve bir sinagogdan oluşan bir kompleks -dinler bahçesi- belek’te açılmıştır.

    dini vakıflar, mahkeme kararı olmadan, onları kapatabilen, varlıklarına el koyabilen, mali destekçilerini azledebilen ve varlıklarının ve hesaplarının yönetimine müdahale edebilen vakıflar genel müdürlüğü’nün müdahalesine maruz kalmaya devam etmektedir.

    haziran 2004’te kabul edilen “gayri-müslim dini vakıfları kurulları yöntem ve ilkelerine ilişkin tüzüğü”nün, ermeni toplumunun yeni kurallara uygun bir şekilde seçim yapma taleplerinde uygulanmadığı söylenmektedir.

    mülkiyet haklarına gelince, ocak 2003 tüzüğüne uygun olarak yapılan 2285 mülkiyet kaydı başvurusundan 341’i kabul edilmiştir. başvurular sadece tüzük’te listelenen 161 azınlık vakfı tarafından yapılabilmiştir. dini toplulukların yasal statüleri olmayışı nedeniyle, mevcut mülkiyetlerine el konulması riski halen devam etmektedir ve hukuki yollarla mülkiyeti geri alma gayretleri birçok sorunla karşılaşmaktadır. katolik ve protestan topluluklar dahil bazı gayri-müslim dini topluluklar hala kendi vakıflarını kurma hakkına sahip değildirler ve dolayısıyla mülkiyet kaydettirme, elde etme ve elden çıkarma hakkından mahrumdurlar.

    son gelişmeler, vakıflar genel müdürlüğü ve hazine de dahil olmak üzere devlet makamlarınca artan bir baskı olduğunu akla getirmektedir. gayri-müslim dini vakıflardan el konulan mülkiyetin üçüncü taraflara satılmasına yönelik ihaleler düzenlenmiştir. örneğin, geçmişte hazine tasarrufuna geçirilen veya hazine’ye transfer edilen istanbul’daki rum ortodoks vakıflarına ait mülklere ilişkin olarak temmuz 2005’te birkaç ihale başlatılmıştır. satışla sonuçlanmamış olsa da bu ihaleler, parlamento’nun, bu tür mülklerin ilgili topluluklara iadesini öngören, ancak, mevcut haliyle, üçüncü taraflara satılan mülkler için tazminat öngörmeyen vakıflar yasası taslağını ele almasıyla aynı döneme rastlaması nedeniyle özel dikkat çekmektedir.

    fransız rahipler enstitüsü davasında 2000 yılında sağlanan dostane çözüm henüz uygulanmamıştır. enstitü adına, kendi adıyla kullanım hakkını tescil edebilecek bir dernek kurulması hala mümkün olmamıştır.

    din adamı eğitimi konusundaki süregelen yasak, gayri-müslim dini toplulukların, mevcut kuşağın ötesinde, topluluklarını sürdürebilmelerinde güçlüklerle karşılaşacakları anlamına gelmektedir. ekim 2005’te eğitim bakanı’nın 1971 yılından bu yana kapalı olan heybeliada rum ortodoks ruhban okulu’nun süregelen kapalılık durumuna karşı olduğunu belirtmesine rağmen, okul’un yeniden açılışını hızlandırıcı hiçbir adım atılmamıştır. vatandaşlık koşulu, süryaniler ve keldaniler gibi türk olmayan din adamlarının bazı kiliseler için çalışabilmelerini kısıtlamaktadır. ekümenik patriğin* dinsel unvanının kamusal kullanımı hala yasaktır ve bazı dini azınlık kiliselerinin başkanlarının seçimi katı koşullara tabidir. türk olmayan hıristiyan din adamları, vize alma ve yenileme ve oturuma ve çalışma izinleri konularında güçlükler yaşamaya devam etmektedirler.

    din kitapları, hıristiyan azınlıkların endişelerine yanıt vermek amacıyla yeniden kaleme alınmıştır. ancak, azınlıklar tarafından idare edilen mevcut okullarda, dinadamlarının ve ilahiyat okullarından mezunların din dersi vermeleri hala mümkün değildir.

    bazı gayri-müslim dini topluluklar geçen yıldan bu yana özellikle aşırı gruplar tarafından şiddet ve tehdit edici tacizlere maruz kalmaktadırlar. örneğin ekim 2004’te istanbul’daki patrikhane bombalı saldırıya uğramış* ve şans eseri bu saldırı ölüm ve yaralanmayla sonuçlanmamıştır. ocak 2005’ten bu yana protestan kiliselerine karşı çok sayıda saldırı gerçekleşmiştir. diyanet işleri başkanlığı mart 2005’te misyoner faaliyetlerine karşı olan bir hutbeyi onaylamıştır.

    sünni olmayan müslüman toplulukların durumuna bakıldığında, hiçbir değişme olmadığı görülmektedir. özellikle alevilerin (tahmin edilen nüfus 12-20 milyon) bir dini topluluk olarak resmen tanınmaması durumu devam etmekte ve aleviler, diyanet’te resmen temsil edilmemektedirler. aleviler hala ibadet yeri açma konusunda güçlükler yaşamakta, ibadet yerleri olan “cem evleri”nin yasal bir statüsü bulunmamakta ve kamu makamlarından hiçbir mali kaynak almamaktadırlar. ocak 2005’te alevi topluluğuna, ibadet yeri olarak değerlendirilmeyeceği için, ankara’da bir cem evi inşa etme izni verilmemiştir. aleviler taleplerini dile getirmekte daha etkin olmalarına giderek daha fazla sesli olmalarına rağmen, devlet makamları ve özellikle diyanet mevcut uygulamayı değiştirme gereğini kabul etmemektedir.

    alevi çocukları okullarda, özgün değerlerini kabul etmeyen zorunlu sünni dini eğitime maruz kalmaktadırlar. halen, alevi bir çocuğun ailesi tarafından zorunlu sünni dini eğitimle ilgili olarak avrupa insan hakları mahkemesi’nde açılmış bir dava bulunmaktadır. şubat 2005’te eğitim bakanlığı alevilik ile hıristiyanlık, yahudilik gibi diğer inançların da gelecek yıldan itibaren zorunlu din eğitimine dahil edilebileceğini belirtmiştir.

    avrupa konseyine bağlı irkçılığa ve hoşgörüsüzlüğe karşı avrupa komisyonu’nun şubat 2005’te yayınlanan türkiye’ye ilişkin üçüncü raporu, dini eğitimin seçmeli olması gerektiğini veya tüm dini kültürleri kapsaması gerektiğini tavsiye etmektedir. rapor ayrıca, kimlik kartlarında din hanesininn kaldırılmasını da tavsiye etmektedir.* sözkonusu komisyon raporunun tavsiyeleri haziran 2005’te istanbul’da sivil toplumla yapılan bir yuvarlak masa toplantısında resmen açıklanmıştır.

    9 kasım 2005 tarihli ilerleme raporundan.
  • ekonomik ve sosyal haklar

    yeni ceza yasası’nın geçen yılki raporda da belirtildiği üzere yürürlüğe girmesi bazı önemli iyileştirmeler sağladıysa da kadın hakları konusunda kaydedilen gelişme azdır. tükiye’deki kadınlar açısından endişe yaratmaya devam eden başlıca alanlar aile içi şiddet, “namus cinayetleri”, yüksek okuma-yazma bilmeme oranı ile parlamento’ya, yerel temsil organlarına ve işgücü piyasasına düşük oranda katılımdır. bu husus, durumun iyileştirilmesi için gerekli somut önlemleri de sıralamakta olan avrupa parlamentosu’nun kadın hakları ve cinsiyet eşitliği konusundaki son raporunda da varılan bir sonuçtur. ailenin korunması yasası da dahil olmak üzere mevcut yasal reformların uygulanması yetersiz kalmaktadır.

    kurumsal kapasitesinin güçlendirilmesi yönünde daha de çaba sarfedilmesi gerekmesine rağmen kadının statüsü ve sorunları genel müdürlüğünü kuruluş yasası’nın kasım 2004’te yürürlüğe girmiş olması olumlu bir gelişmedir. anılan genel müdürlük 2005’te bm nüfus fonu (unfpa) ile işbirliği halinde kadına yönelik şiddete karşı ülke çapında bir bilinçlendirme kampanyası başlatmıştır

    ağustos 2005’te kadının statüsü danışma kurulu’nun kurulmasına dair bir yönetmelik yayınlanmıştır. türkiye’deki tüm bakanlıkların yanısıra ilgili akademik kuruluşlar ve stk’lardan temsilciler içeren bu kurul, kadının statüsüne ilişkin devlet politikalarının planlanması ve uygulanması ile kadının statüsü ve sorunları genel müdürlüğü’nün işleyişi hakkında tavsiyelerde bulunacaktır.
    meclis’te kadın hakları ve cinsiyet eşitliği komisyonu ile kadın ve çocuklara yönelik şiddetin araştırılması komisyonu kurulmuştur. bu ikinci komisyon çalışmalarında, diğer hususlar meyanında, “namus cinayetleri”nin nedenleri ve bunların önlenmesine yönelik olanaklar üzerine odaklanacaktır (bakınız insan haklarının teşviki ve takibi bölümü).

    türkiye’de aile içi fiziksel ve psikolojik kötü muamele hala yüksek bir oranda mevcut olup, cinsel istismar, zorla ve genellikle erken yaşta evlilikler, gayrıresmi nitelikteki dini nikahlar, çokeşlilik, kadın kaçakçılığı ve “namus cinayetleri” vakaları da mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. bu tür şiddet vakalarına ilişkin istatistiki bilgi eksikliği, kurbanların yeterince gözetim altına alınmadıkları gerçeğiyle de birleştiğinde, meselenin çözümüne ilişkin çabaları zorlaştırmaktadır.

    mahkemeler yeni ceza kanunu’nun ilgili hükümlerini uygulamaya başlamışlardır. yargıtay, ağustos 2005’te bir alt mahkemenin bir namus cinayeti davasında sanığın, diğer bazı hususlar meyanında, kurban tarafından tahrik edilmiş olduğu gerekçesiyle verilen hapis cezasının azaltılarak uygulanması konusundaki kararını bozmuştur.

    konuya ilişkin olarak yargıtay’ın verdiği kararda, yeni ceza yasası’nın bu tür suçlar açısından ceza indirimi öngörmediği hususuna atıfta bulunulmuştur. ekim 2005’te mahkemeler iki ayrı “namus cinayeti” davasında sanıkları azami cezaya (müebbet hapis) çarptırmışlardır.

    güvenlik güçlerinin kadınların şiddet uygulandığına dair şikayetlerini araştırmayı hâlâ sıklıkla ihmal etmelerinden ötürü ailenin korunması yasası’nın uygulanmasının temin edilmesi ivedilik arzetmektedir. özellikle, aile içi şiddet kurbanlarıyla ilgilenen - sosyal uzmanlar, kolluk kuvveti mensupları, sağlık personeli ve yargı mensupları gibi - personelin daha da eğitilmesi gereklidir ve bu tür şiddete maruz kalanlara danışmanlık hizmeti sunulmasına ilişkin kaynaklar daha geniş biçimde ulaşılabilir kılınmalıdır.

    geçtiğimiz yıldan bu yana, türkiye’deki kadın sığınma evlerinin sayısı artmış olmakla birlikte, bu evlerin daha da çoğaltılmasına duyulan acil ihtiyaç sürmektedir. bu bağlamda, meclis tarafından temmuz 2004’te kabul edilen belediyeler yasası’nın nüfusu 50.000’den fazla olan tüm yerleşim yerlerinde sığınma evleri açılmasını zorunlu kılan hükmünün, merkezi idarenin yeterli mali ve teknik desteğiyle tam olarak uygulanması beklenmektedir. kadından sorumlu devlet bakanı nisan 2005’te gizliliğe riayet edilmesi suretiyle kadın sığınma evlerinde yaşayanların güvenliklerini arttırmayı hedefleyen bir genelge yayınlamıştır. halihazırda faaliyet göstermekte olan 13 sığınma evi bu genelge doğrultusunda ve daha genel anlamda uluslararası standartlara uygun olarak faaliyet göstermelidir.

    çeşitli yasal düzenlemelere ve uygulamaya ilişkin girişimlere rağmen, cinsiyete dayalı ayrımcılık endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. eğitimsizlik ve yüksek okuma-yazma bilmeme oranı (türkiye’deki kadınların yaklaşık %20’si okuma-yazma bilmemektedir ve güneydoğu’da bu sayı oldukça yüksektir) nedeniyle kadınlar ayrımcı uygulamalardan etkilenmeye devam etmektedirler. sekiz yıllık eğitim zorunlu olmakla birlikte, her yıl okula gitmeyen kız çocukların sayısı yarım milyonun üstündedir. güneydoğu’da kız çocukların sadece % 75,2’si okula kayıtlıdır. ülkenin bütününde ise bu oran % 91,8’dir.17 bununla birlikte, geçen yılki ilerleme raporu’nda değinildiği üzere, kızların eğitim sistemine dahil olmalarını teminen unicef tarafından 2003’te başlatılan bir kampanya sayesinde yaklaşık 113.000 kız çocuğunun okula gitmeleri sağlanmıştır. aralarında bazı ulusal gazetelerin de bulunduğu özel sektör kuruluşları benzer kampanyalar düzenlemeye başlamışlardır.*

    güneydoğu’daki bazı yerlerde yaygın olan kız çocukların nüfus kütüğüne kaydettirilmemesi uygulaması da bu durumu etkilemektedir. okullarda okutulan ders kitaplarında kadın konusunun ele alınış şekli bu ayrımcılığı daha da arttırmaktadır. bu ayrımcı ve ataerkil atıfları ders kitaplarından çıkartmayı amaçlayan “ders kitaplarında insan hakları projesi” resmi makamlara göre tamamlanmıştır; ancak, gözden geçirilmiş ders kitapları hala kullanılmamaktadır.

    kadınların işgücüne katılımı % 25,4’lik oranla hala en düşük orana sahip oecd ülkeleri arasında yer almaya devam etmektedir. birçok kadın hala kayıtdışı sektörde çalışmakta ve bu nedenle sosyal güvenlik kapsamında yer almamaktadır. bununla birlikte, kadınların bazı mesleklere katılımı nispeten yüksek orandadır; avukat, akademisyen ve doktorların yaklaşık %30’u kadındır. temmuz 2005’te anayasa mahkemesi başkanlığına ilk kez bir kadın seçilmiştir. türkiye avrupa sosyal şartı’nın çalışan kadınların annelik izniyle ilgili 8. maddesini henüz kabul etmemiştir.

    9 kasım 2005 tarihli ilerleme raporundan.
hesabın var mı? giriş yap