• ortaçağda hastalıkların çoğunun nedeni olduğu varsayılan, vücuttan atılması için hastanın kıçına başına sülük yapıştırılan pis kan, kaka kan.
  • koca kari die tabir edilen insanların hastalık sebebi olarak gordukleri ve bi tarafının kesilmesi yolu ile vucuttan atılabilecegine inanılan vucut sıvısı.
  • (bkz: muggle)
  • (bkz: kanı bozuk)
    ayrıca
    (bkz: ilk kan)
  • arthur rimbaud'nun cehennemde bir mevsim'inde geçer. geçer de iz bırakır. yirmi yıl öncesine, cömert bir karlı ankara gecesine yolculuk.

    alıntıdır.

    ah! ölümden fazlasıyla aldım payımı: - ama, sevgili şeytan, senden tek dileğim, daha az öfkeli bir göz ve bu arada birkaç da gecikmiş küçük alçaklık. yazarın öğretim ve eğitim yetilerinden yoksun olmasını bilirim pek seversin, işte koparıyorum senin için şu birkaç iğrenç sayfayı lanetli defterimden.

    kötü kan

    göğ gözüm, kuş beynim ve kavgadaki toyluğum galyalı atalarımdan kaldı bana. onlarınki kadar barbarca buluyorum kılığımı. ama saçlarımı yağlamıyorum.

    çağlarının en ahmak hayvan yüzücüleri ve ot yakıcılarıydı galyalılar.
    onlardan kalma bana: puta tapma, günah tutkusu; oy! bütün çirkeflikler, öfke, şehvet, - görkemli şehvet; - özellikle de yalan ve tembellik.

    bütün uğraşılardan iğreniyorum. ustalar da, işçiler de, hepsi hödük, hepsi iğrenç. kalem tutan el saban tutan el kadar değerlidir!. ellerin çağı! - asla ellerimle geçinmeyeceğim. uşaklığın sonu yok. dürüstlük dilencilikse ben yokum. caniler iğdişliler gibi tiksindiriyor beni; ben benim, el değmemiş, o kadar.

    ama! tembelliğimi şimdiye dek yönlendirip sürdürecek kadar dilimi böylesine yalancı kılan kimdi?
    hiçbir şeyden, kendi bedenimden bile yararlanmadan ve bir karakurbağasından daha başıboş, önüme gelen yerde yaşadım. avrupalı bir tek aile kalmadı tanımadığım. - benim ailem gibi her şeyi insan haklarına borçlu aileleri demek istiyorum. - her tür iyi aile çocuğunu tanıdım.
    ***
    fransa tarihinin herhangi bir döneminde geçmişim olsaydı!
    ama nerdee!..

    aşağılık bir soydum hep, çok açık. ayaklanmayı kavrayamıyorum. yalnızca yağmalamak için ayaklanmıştı soyum: öldürmeyip saldıran kurtlar gibi.

    kilisenin büyük kızı, fransa'nın tarihini anımsıyorum. ben, köylü, ziyarete giderdim kutsal toprakları; kafamda souab ovalarındaki yollar, bizans görüntüleri, kudus'ün kale bedenleri: kır perilerinin arasındayım ve birden yüreğimde meryem inancı doğuyor, çarmıha gerilen isa'ya acıyorum. - güneşin kemirdiği bir duvarın dibinde, çömlek kırıkları ve ısırganlar üstüne oturmuş cüzzamlıyım. - daha sonra, süvari, kamp kurardım almanya geceleri altında.

    oy! yine: kırmızı bir düzlüğünde ormanın, yaşlı kadınlar ve çocuklarla dans ediyorum.
    bildiğim yalnızca bu topraklar ve hıristiyanlık. kendimi hep o geçmişte görmek isterdim. ve hep yalnız, kimsesiz; sahi, hangi dildi konuştuğum? ne isa'nın, ne de o'nun temsilcileri olan derebeylerinin meclislerindeki benim.

    kimdim geçen yüzyılda: yalnız bugün buluyorum kendimi. ne göçebeler var artık, ne garip savaşlar. her şeyi kapladı aşağılık soy - halk denen şeyi, usu, ulusu ve bilimi.
    oy! bilim! yeniden düzene kondu her şey. beden ve ruh için - dua yerine, - tıp var, felsefe var, gözden geçirildi her şey, kocakarı ilaçları, halk türküleri. ve prenslerin eğlenceleri, yasakladıkları oyunlar! coğrafya, kozmografya, mekanik, kimya!..

    bilim, yeni soyluluk! ilerleme! dünya yürüyor! neden dönmesin ki?
    sayıların tansığı bu. tin'e gidiyoruz. hiç şaşmaz, kehanet bu söylediğim, duyuyorum, açıklamaya kalksamam zındıksın diyecekler, susmalı.

    ***
    kabarıyor yine zındık damarım! tin yakın: neden yardım etmiyor bana isa, yüreğime soyluluk ve özgürlük katarak? yazık, vadesi doldu incil'in! incil! incil.
    bekliyorum tanrı'yı oburca. aşağılık soydanım oldum olası.

    işte armorique kumsalındayım. yansın akşamda kentler. günün doldu; gidiyorum avrupa'dan. yakacak ciğerlerimi deniz havası; yağızlaştıracak tenimi yitik iklimler. yüzeceğim, ot döveceğim, avlanacağım ve de tütün içeceğim; kızgın demir gibi sert likörler içeceğim, - o sevgili atalarımın ateşin çevreisnde yaptıkları gibi.

    döneceğim, demir kollar ve demir bacaklarla, derim kararmış, gözlerim öfkeli: yüzümden okunacak güçlü bir soydan olduğum. altınım olacak: aylak ve kaba olacağım. sıcak ülkelerden dönen vahşi sakatlara bile ilaç verip bakıyor kadınlar. siyasete burnumu sokacağım. kurtulacağım.
    şu an cehennemliğim, yurdumdan iğreniyorum. iyisi kumsalda sızıp bir uyku çekmek.

    ***
    gidemiyorum. çirkefimi, aklım erdiğinden beri acılı köklerini böğrüme süren, - gökyüzüne yükselen, beni döven, yere çalan, sürükleyen çirkefi yüklenip şu yolları tepelim.
    son kez, yine saf, yine çekingen kalmalı. tamam. tiksintilerimi, ihanetlerimi dünyaya taşımak yok.
    haydi bakalım! yürüyün benimle, sırtımdaki yük, çöl, can sıkıntısı, öfke.
    kime kiralasam kendimi? hangi hayvana tapsam? hangi mübareğe saldırsam? hangi kalpleri kırsam? hangi yalanı söyleyip dursam? - hangi kanda yürüsem?

    en çok da şu yasalardan kendimi korumalıyım. - yaşam katı, vurdumduymazlık kolay, - buruşmuş yumruğunla kaldır kapağını tabutun, otur içine, boğul. böylece ne yaşlılık derdi kalır, ne de tehlike korkusu: dehşet, fransızların harcı değil.
    - öylesine kimsesizim, oy!, hangi ermiş olursa olsun, işte sunuyorum yetkinliğe can atan özlemlerimi ona.
    ey özverim, yücelerden yüce iyilikseverliğim, şu ölümlü dünyada!
    de profundis domine, kafayı mı üşüttüm ne!

    ***
    ufacık bir çocukken, zindana atılmış, pes etmeyen o tayfaya karşı hayranlık duyardım; varlığıyla ihya ettiği hanları, odaları ziyaret ederdim; onun gözüyle görürdüm mavi göğü ve kırın çiçekli emeğini; yazgısını duyumsardım kentlerde. bir ermişten daha güçlü, bir yolcudan daha sağduyuluydu. - oydu, tek o! utkusunun ve usunun tek tanığı.

    kış gecelerinde, yollarda evsiz barksız, urbasız, ekmeksiz aşsız yürürken, sarılıp kucaklardı bir ses buz tutmuş yüreğimi: "ya güçsüzlük ya da güç: seç bakalım, güç dedin. ne nereye gittiğini, ne niçin gittiğini biliyorsun; her yere gir, her şeyi yanıtla. ölmüş eşek kurttan korkmaz." ertesi sabah gözlerim öyle dalgın, öyle cansızdı ki rasladığım insanlar belki de görmeden geçtiler beni.
    yan odada bir lamba dolaşırken nasıl görünürse ayna ve ormanda hazine, işte öyle kırmızı ve kara görünüyordu kentlerdeki çamur bana! ne şans diye bağırmış ve bir deniz görmüştüm gökyüzünde, alevler ve duman denizi, sağda solda bir milyar yıldırım gibi yanıyordu tüm zenginlikler.
    ama, içkili sofralar ve kadınlarla dostluklar yasaklanmıştı bana. tek bir arkadaşım bile yoktu. öfkeli bir kalabalığın önünde, bir idam mangasının karşısında, anlayamadıkları bir mutsuzlukla gözleri yaşlı, uğradığı haksızlığı bağışlayan biri - jeanne d'arc - gibi görüyordum kendimi! - "rahipler, öğretmenler, efendiler, yanlış iş yapıyorsunuz tüzeye teslim ederken beni. hiçbir zaman bu halktan biri olmadım; hıristiyan değildim hiç, cehennem azabında şarkı söyleyen soydanım; yasalardan anlamam; aktöre nedir bilmem, yontulmamışın tekiyim! yanlış iş yapıyorsunuz."
    doğrudur bu, gözlerim kapalı ışığınıza. hayvanım, zenciyim. ama kurtulmuş olabilirim. sizler göstermelik zencilersiniz, sizler kafadan sakatlar, yırtıcılar, pintiler. tecimen, zencisin sen; yargıç, zencisin sen; general, zencisin sen; imparator, yaşlı bit, zencisin sen: şeytanın ürettiği kaçak likörü içtin. sıtma ve kanser soluyor bu halk. sakatlar ve yaşlılar kazanlarda kaynamayı isteyecek kadar saygın. - yapılacak şey en kötüsünden, gitmek, şu soytarıların önüne bir kemik atmak için çılgınlığın kol gezdiği bu kıtayı terk etmek. işte ham oğullarının gerçek krallığına giriyorum.

    doğayı tanımış mıyım? kendimi tanımış mıyım? - susalım. ölüleri karnıma gömüyorum. çığlık, davul, dans, dans, dans! beyazlar karaya çıkarken hiçliğe yuvarlanacağım saati bile kestiremiyorum.
    açlık, susuzluk, çığlıklar, dans, dans, dans, dans!

    ***
    karaya çıkıyor beyazlar. dualar! vaftize katlanmak, giyinmek, çalışmak gerek.
    yüreğime vurdular son darbeyi. ummadığım anda, oy!
    hiç kötülük yapmadım. günlerim kaygısız geçecek, pişmanlıklar canımı yakmayacak. cenaze mumları gibi katı ışığın yükseldiği, iyiliğe hemen hemen taş gibi sağır ruhun acılarını duymayacağım artık. iyi aile çocuğunun yazgısı, saydam gözyaşlarıyla kaplı mevsimsiz tabut. sefihlik kötü kuşkusuz, çirkef kötü; kaldırıp atmak gerek bir kenara kokuşmuşluğu. ama sadece yalın bir hüznü çalamayacak saat! bütün acıların unutulduğu cennette oynamam için küçük bir çocuk gibi kaçıracaklar mı beni?

    acele etmeliyim! başka yaşamlar var mı? zenginsen uyuyamazsın. hem zenginlik her zaman kamu malıydı. yalnızca kutsal sevi açar bilimin kapılarını. iyiliğin oynandığı bir sahneden başka şey değil doğa. hoşçakalın ham hayaller, ülküler, yanılgılar! hak yolunu gösteren şarkısı doğruluyor meleklerin kurtarıcı tekneden: kutsal sevda bu. - iki sevda! canımı verebilirim şu dünya için, canımı verebilirim sadakat için. gidişimle acıları artacak olan canları geride bıraktım. sizler, beni kurtardınız batan gemiden; ötekiler dostlarım değiller mi?
    onları da kurtarın!

    toparladım kendimi. dünya iyi. kutsayacağım yaşamı. seveceğim kardeşlerimi. artık bu verdiğim sözler ne çocuk sözü, ne de yaşlılık ve ölümden kurtuluş umudu. tanrı bana güç veriyor ve tanrı'ya şükrediyorum.

    ***
    sıkıntı sevgilim değil artık. coşkularıyla birlikte yıkımlarını da bildiğim kudurganlıklar, sefillikler, çılgınlık, - omzumdaki bütün yükü indirdim. kantarın topunu kaçırmadan tartalım, suçlu muyum, suçsuz mu.

    birkaç sopayla kurtuldum demezdim. bir gemide gerdeğe girecekmişim, isa da kaynatam olacakmış, buna inanmıyorum.

    aklımı peynir ekmekle yemedim. tanrı dedim. esenlikle özgürlük istiyorum: nasıl sürdürebilirim özgürlüğü? gelgeç zevkler terk etti beni. artık ne sadakata, ne kutsal seviye gereksinim duyuyorum. o duyarlı olduğum çağlara da özlemim yok. herkes kendince haklı, hor görür, iyilik yapar. sağduyunun kutsal merdiveninde en üst basamağa konduruyorum kendimi.
    alışılmış mutluluğa gelince; ister evcil, ister değil.. hayır, bu benim işim değil. sefih mi sefihim, güçsüz mü güçsüzüm. yaşam emekle yeşerir, eski bir gerçektir bu; ya benimki, yeteriyle oturaklı değil henüz yaşantım, eylemin, dünyanın o en değerli noktasının üstündeki uzaklarda bir yere dalgalanıp uçuyor.

    evde kalmış kıza döndüm nasıl da, ölümü sevecek kadar bile yürekli olmayan! tanrı bana da verseydi o kutsal, o göksel esenliği, dua gücünü, eski ermişlere verdiği kadar. - ermişler, güçlüler! keşişler ve sanatçılar, çoğalan gerekmediği kadar!

    ***
    yeter! işte ceza. - ileri!
    ciğerlerim yanıyor oy, şakaklarım zonkluyor! yuvarlanıyor gece gözlerimde şu güneşle! yüreğim.. kollarım, ayaklarım.
    nereye gidiyoruz? kavgaya mı? güçsüzüm! ilerliyor diğerleri. araç gereçler, pusatlar.. ve zaman!
    ateş! ateş edin üstüme! burdayım! teslim olurum yoksa! - alçaklar! kendimi öldürüyorum! atları ayakları altına atıyorum kendimi!
    oy!
    - alışacağım buna.
    tam bir fransız yaşamı olurdu bu, onurun dar geçidi!
  • doğan kitap tarafından yayımlanan (bkz: arne dahl) romanının ismidir. çevirisi daha önce murakami'nin (bkz: sınırın güneyinde güneşin batısında) romanını çeviren (bkz: pınar polat) 'a ait olan bu eser polisiye türünde olmasına rağmen sadece polisiye temaları içermiyor bunun yanında yeni dünya düzenine, küreselleşmeye, kapitalizme de çeşitli eleştiriler getiriyor. kitap aynı zamanda güzel bir stockholm rehberi. isveç kültürü ve ona ait şeylere dair bilgilere çokça rastlayabilirsiniz. bunu isveçli yazarın kültürünü tanıtma kaygısına yorabiliriz. bu roman isveç severler ve birkaç garip (ingilizcesi ile (bkz: grotesque) ) roman karakteri görmek isteyen polisiye okurları için güzel bir tercih. kitabın ingilizce adı (bkz: bad blood). türkiye'de yavaş yavaş tanınmaya başlayan arne dahl'ı tanımak için iyi bir başlangıç.
  • silikon vadisi girişimlerinin başarısızlık ve rekabet hikayelerini anlatan bir john carreyrou eseri.
    buzdağı* yayınladıkça merakımı cezbeden, edinince bir çırpıda içine alıp hayattan soğutan ve aynı zamanda ihtiras tohumları eken bir yönetim kitabıdır.
hesabın var mı? giriş yap