*

  • malzemesini we beslendiği şeyleri kentden we kent yaşamından alan * müzisyenlere werilen isim...
    özellikle şu son zamanlarda çokca kullanılan bir ön ad, bir yakıştırma, bir sıfat...
    hatta öyle ki bir hakediş mertebesine kadar çıktı...

    yaşlı kurtlardan bülent ortaçgil , fikret kızılok , mazhar alanson
    orta yaşlılardan feridun düzağaç , ilhan irem , yaşar kurt layık görülüyor...
    (bkz: kime göre neye göre)
    faworim pek tabiiki feridun düzağaç *
  • ben pek bilmem ama leonard cohen ile alakali olabilirmis gibi geliyor. lou reed de pastoral bir ziyafet cekmedigine gore bu gruba eklenebilir sanki. ama sanki.
  • fazlaca kullanım yüzünden anlam kaybına uğrama aşamasında bir sıfat daha..elbet hakeden var,elbet bunu biliyoruz.velhasıl olur olmaz insanların ağzından duydukça bu insanlara yakıştırmak yetisinden kaçmak gerekmektedir kanımca
  • eski ozanlar yaşadıkları pastoral çevrenin güzelliklerinden etkilenip üretirlerdi. zamanımızda ise sanatın yığıldığı metropollerde sadece güzellikten değil, uyumsuzluk, çirkinlikten de etkilenip üreten, yaşadığı çevreyi sanatına malzeme yapan bir kuşak oluştu ki bunlara "kent ozanı" denmesi çok doğal.
  • ozanligi kentle sinirlandiran zihniyeti kinamaya neden olan bir yakistirma. koydeki coban mehmetin gunahi ne diye sorar, "siir yazmak icin malzemeye gerek yok" derim. malzemesini yaratamayan sair olmasin kardesim!..
    yazarin notu baslik altinda adi gecen isimler, boyle bir tanimla sinirlandirilamaz. bu tanimin fd den cikmis olmasi da ayrica sasirticidir. kendisi, tanimlara kil olmakta degil midir?..
  • geçmişin iyiliğinden saflığından naifliğinden köklenen ozanlara bis yapıp geri gelsinler özlemine bir hastalık gibi yakalandığım ve galiba bir türlü aşina olamayacağım ne idüğümsüler. çarpıklıktan, şehrin tozundan yalamalığından, kalabalığından, her türlü yabancılığından, yaranmacılığından, yalancılığından beslenince insan demek kendi kirli olmasa da kirleniyor elleri, yüzü, gönlü, kılcallarına kadar kirleniyor. ben neye şaşıyorum biliyor musunuz? biz büyüdük de kirlendi dünya deyip deyip aynı batağın türküsünü yapanlara ve sonra o türkünün tutacağını sanmalarına. nasıl bereketli topraklara yapılan evleri doğa bağrından ilk hareketinde atıyor ağlıyoruz sonra işte yalan da öyle birşey öyle bir kurmaca. eğer toprağınız zehirlenmişse ozanlığınız da zehirlenmiştir. ve nitekim kentler zehirlendi kentin insanı kendi olamıyor ki beni anlatsın. bendekini anlatsın. ben kente inancımı kaybetmişim. ozan içtenliği eliyle alıp atmış öte tarafına dünyanın söylediklerine inanmak için ya artık olmayan ozanlardan biri olacaksın ya da en azından o ozanlara inananlardan biri. kent ozanı üzerine şiir yazılır hikaye roman yazılır mesela. denemeler iyi olur. bence kentlerin çobanları var artık, ozanı olamaz kentin. var diyen yalan söyler. ozanlık insanın kendini feci indirgeyebildiği insanın insanlığına yönelebildiği bir görünmez entariydi ki etekleri söküktü. garipti ama gariban değildi. bu yeni çok özenilmiş entariler ile ancak artiz olunur. kentler zaten artizlerle dolu. oysa ozan başka bir şey. ozan nefsiyle uğraşır gücün peşine takılmaz. yenilmeyi hak beller yenmek için uğraşmaz. yanmaya adaydır yakıp yıkıp bırakmaz. bu kadar kendimizin peşinden menfaatlerimizin yolundan giderek her daim ayrı bir kabe yaratarak ozanlık olmaz. ozan söylediğini önce kendine söyler son dörtlükler genelde kendine gider. kent ozanlığı olsa olsa artık tükettiğimiz ozanlığımıza bir kinayedir.
  • bu tiplerin "kendimi iyi bir şarkıcı olarak görmüyorum. sesim iyi değildir. ben kent ozanıyım, söz yazarıyım" tribi vardır ki samimiyetten ekmek yeme çabasında dibine kadar samimiyetsizleşmenin en güzel örneklerinden biridir. aralarında bu klişeyi kullanıp gerçekten iyi söz yazanlar var, onların yeri ayrı. ama hem sesi hem de yazdığı sözler rezalet olan tipler şu klişeyi kullanınca neremle güleceğimi şaşırıyorum.
hesabın var mı? giriş yap