*

  • ahmet altan'ın üçüncü deneme kitabı. ilk basım tarihi 2001. içinde "hala aynı şeyler" dedirten denemelerle birlikte çok güzel yazılarından da bulunduğu, kadınların yine çok seveceği kitap.
  • ilişkiler içinde en çok hastalikli olanlari severim, ateşimin yükselmesini, sayiklamalarimi,
    kabuslarimla hayallerimin birbirine karişmasini, en dokunulmaz yerlerimde hissettiğim
    sizilari. hastaliğinin bütün kivrimlari, hastaliğimin bütün kivrimlariyla öpüşen bir
    kadinla denizaltima binip çiktiğim yolculuklari. solgun bir sabah vakti insanlarin
    arasindan ayrilişimi. hiçbir yere gitmeyen bir denizaltinin içinde, hiçkimsenin gitmediği
    yerlere gitmeyi. birçoğumuz çiktik bu yolculuğa.evet, sevdiğimiz hasta biri. evet, bu ilişki
    hastalikli. ama bunu ne önemi var. hastaliklarimiz birbirini tutuyorsa,öpüşen dudaklar
    gibi değiyorsa hastaliklarimiz birbirine...
    .....................................................
    kristal bir denizaltiya binmişliğim var.

    ateşler içinde kivrandiğim.

    ve sizin ateşler içinde kivrandiğiniz.

    hiç iyileşmek istemediniz.

    en iyileşmek istediğiniz, iyileşmek için yalvardiğiniz zamanlarda bile istemediniz iyileşmeyi.

    bir kristal denizlatiya binip gittim bir gün.

    garip rüyalar gördüm.

    ahmet altan
  • ilk iki baskısı aynı anda yapılarak piyasaya sürülmüştür... geceyarısı şarkıları kadar güzel değil elbette ama karanlıkta sabah kuşları'ndan iyi olduğu aşikar... bildik konular bildik ahmet altan üslûbuyla anlatılmış yine... kapakta bulunan kaplumbağa resmi benim için kitabın değerinin biraz daha artmasına sebep olmuştur... * *
  • okurken iste bu benim, aman tanrım beni anlatmis diye ufak cigliklar atip sonra da salaklastim
    galiba diye kendimden utanmama sebep olmus keyifli kitap.
  • " ilişkiler içinde en çok hastalıklı olanları severim, ateşimin yükselmesini, sayıklamalarımı, kabuslarımla hayallerimin birbirine karışmasını, en dokunulmaz yerlerimde hissettiğim sızıları.
    hastalığının bütün kıvrımları, hastalığımın bütün kıvrımlarıyla öpüşen bir kadınla denizaltıma binip çıktığım yolculukları. solgun bir sabah vakti insanların arasından ayrılışımı. hiçbir yere gitmeyen bir denizaltının içinde, hiçkimsenin gitmediği yerlere gitmeyi. birçoğumuz çıktık bu yolculuğa.evet, sevdiğimiz hasta biri. evet, bu ilişki hastalıklı. ama bunun ne önemi var. hastalıklarımız birbirini tutuyorsa, öpüşen dudaklar gibi değiyorsa hastalıklarımız birbirine...
    benim de o kristal denizaltıya binmişliğim var.
    süt buğusu gibi solgun maviliğin yayıldığı ıssız bir sabah vakti, dönüp dönmeyeceğini bimediğin bir yolculuğa çıkmak için ürpertilerle binip, kapaklarını kapatırsın.
    eğer dönersen başka biri olarak döneceksindir yolculuğundan.
    o denizaltı bir yere gitmez.
    giden sensindir...
    o denizaltının içinde tuhaf bir yolculuğa çıkarsın, o yolculukta gördüklerini, duyduklarını, hissettiklerini hiçkimseye anlatamazsın, senin anlattığını kimse anlamaz çünkü.
    onlar da vaktinde o yolculuğa çıkmış olsalar bile, kimse kimsenin yolculuk hikayesini kavrayamaz...***
    kristal denizaltının çevresinden geçip de senin içerde yaptıklarını görenler şaşarlar sana, şaşılacak şeyler yaparsın gerçekten.
    o denizaltıya binenler kendilerini bile şaşırtacak davranışlarda bulunurlar.
    bir orospuya aşık olmaktır o denizaltıya binmek.
    bir serseriye tutulmak.
    bir çılgının peşinden gitmek.
    bütün hayatını bir bencilin yanında geçirmek istemektir.
    geleceğini, bir dakikasını bile kendine ayırmadan, verdiğin armağanın değerini belki de hiç bilmeyecek birine vermeye hazırlanmaktır.
    seni seyredenler hastalığını düşünürler.
    'hastalıklı ilişkiler' tanımlamasının içindesindir artık.
    denizaltının dışındakiler, seni iyileştirmek için sana bağırırlar, nasihatler verirler, yardım etmeye çabalarlar.
    seslerini duyar ama yalnızca gülümsersin.
    fuzuli'nin şiiridir artık senin duyduğun:
    'el çek ilacımdan tabib...'
    iyileşmek istemezsin.
    yalnızca, seni hastalıklı insanların arasına atanı değil hastalığı da sevdiğini kim bilebilir ki seni seyredenler arasında.
    sen artık zelda'ya tutulan fitzgerald, wagner'e tutulan cosima'sındır.
    kulağına sesler gelir.
    - senin sevdiğin çirkin bir kadın, o adam bencil, güvenilmez biri senin güvendiğin, hastalıklı bir ilişki bu.
    gülümsersin.
    onlara şöyle demek istersin:
    - ilişkinin hastalıklı olması önemli değil ki, önemli olan iki kişinin hastalığının birbirine, biribiri için yaratılmış iki parça gibi uyması.
    zaten hastalıklı bir ilişkinin olabilmesi, insanın o kristal denizaltıya binip bilinmez yolculuklara çıkması için, birbirine tutulan iki kişinin değil, onların hastalıklarının birbirine değmesi, o hastalıkların kıvrımlarının denk gelmesi gerekir.
    seyredenler, hastalıkların uyduğunu görmezler.
    onların gördüğü birbirine uymayan iki kişidir.
    çirkin bir erkek ve güzel bir kadın gibi, fedakâr bir kadın ve çıkarcı bir erkek gibi, sevecen bir erkek ve sinirli bir kadın gibi iki benzemeyen insanın aynı denizaltının içinde acılarıyla ve mutluluklarıyla tuhaf bir seyahate çıkmasına şaşar insanlar.
    sorarlar kendi kendilerine:
    - neden bu iki insan aynı kristal denizaltının içinde.
    cevap çok basittir aslında:
    - çünkü onların hastalıkları birbirine uyuyor.
    o kristal denizaltıya binmişliğim var.
    hastalıkları hastalıklarımın kıvrımlarına uyanlara rastlamışlığım var.
    fuzuli'nin mısrasını mırıldanmışlığım var:
    - el çek ilacımdan tabib...
    itiraf edeyim ki, ilişkiler içinde en çok hastalıklı olanları severim, ateşimin yükselmesini, sayıklamalarımı, kabuslarımla hayallerimin birbirine karışmasını, en dokunulmaz yerlerimde hissettiğim sızıları.
    hastalığının bütün kıvrımları, hastalığımın bütün kıvrımlarıyla öpüşen bir kadınla denizaltıma binip çıktığım yolculukları.
    solgun bir sabah vakti insanların arasından ayrılışımı.
    hiçbir yere gitmeyen bir denizaltının içinde, hiçkimsenin gitmediği yerlere gitmeyi...**
    birçoğumuz çıktık bu yolculuğa.
    evet, sevdiğimiz hasta biri.
    evet, bu ilişki hastalıklı.
    ama bunu ne önemi var.
    hastalıklarımız birbirini tutuyorsa, öpüşen dudaklar gibi değiyorsa hastalıklarımız birbirine.
    hangi sağlıklı ilişki böyle ateşler içinde yanabilir ki, hangi sağlıklı ilişki benim gördüğüm rüyaları görebilir ki, hangi sağlıklı ilişki böyle sancıyabilir ki.
    ateşlerle yanarak, sancılarla kavrularak, çılgın rüyaların içinde kıvranarak, kristal denizaltımda hastalıklı ilişkilerin içinde seyahatlere çıktım.
    gezdiğim sıcak sahillerin büyücüleri bana hep aynı şeyi söyledi.
    - önemli olan onun sana uyması değil,önemli olan onun hastalığının senin hastalığına uyması.
    dolaştığım tarih sayfaları, aşk bölümlerinde hep 'hastalıklı' ilişkileri anlatıyordu, kayda geçmeye değer olarak yalnızca onları bulmuştu.
    brahms clara schuman'a böyle tutulmuş, yesenin isodora duncan'a hayatını böyle armağan etmişti.
    onlar birbirlerine uymuyordu.
    uyan, hastalıklarıydı.
    solgun bir sabah vakti kristal bir denizlatıya biner hayatın derinliklerine gidersiniz.
    dönüp dönmeyeceğinizi bilmeden.
    dönerseniz başka biri olarak dönersiniz.
    kristal bir denizaltıya binmişliğim var.
    ateşler içinde kıvrandığım.
    ve sizin ateşler içinde kıvrandığınız.
    hiç iyileşmek istemediniz.
    en iyileşmek istediğiniz, iyileşmek için yalvardığınız zamanlarda bile istemediniz iyileşmeyi.
    bir kristal denizlatıya binip gittim bir gün.
    garip rüyalar gördüm . . . . . "
  • ahmet altan diyor ki: "hayatınız seçtiğiniz kadındır. bir kadın değil bir hayat seçersiniz çünkü."
  • "iki insan ayrılırken,şefkatli konuşan taraf aşık olmayan taraftır."(bkz: marcel proust)
    şefkatle yaralanmamış kaç kişi vardır aramızda?
    ya en incitici, en acıtıcı sözlerde çaresiz kalmış bir aşkın ilanını görmüş olanlarımız?
    bir kopuş anında şefkatli bir sarılış yerine düşmanca görünen bir saldırıyı yeğlemeyecek kaç insan çıkar?
    sevildiğimizden emin olduğumuzda bizi memnun edecek nice davranış bundan kuşkuya düştüğümüzde bizi unutulmaz bir biçimde aşağılar.

    okurken herkesin kendinden bişeyler bulduğu sürükleyici klasik ahmet altan kitabı.
  • "...aşk, bir insanı tanrı’ yı sever gibi sevmek mi, onu görmeden ama onu hissederek onun varlığına bağlı kalmak mı?
    bir dokunuşa, bir bakışa, bir sese, bir işarete muhtaç olmadan, onu besleyecek bir bedene, bir vaade, bir ümide ihtiyaç duymadan, tek başına da sürebilecek kadar güçlü bir sevgi mi aşk?
    ‘sevmeye devam edebilmek için onu görmeliyim’ demeyecek kadar büyük bir iman, büyük bir bağlanma mı?
    bir ruhun bir başka ruha sarılması ve bu sarılışı bir bedene gerek duymadan da sürdürebilme mi?"

    herkesi anlatan, ama okuyucusuna sadece kendisi için yazıldığını düşündüren kitap.
hesabın var mı? giriş yap