• abd'li araştırma şirketi pew'in 2017 yılında paylaştığı verilere göre dünyada 1,6 milyar müslüman yaşıyor. yine aynı araştırmaya göre, mevcut demografik eğilimler ışığında müslüman kadınların doğurganlık oranı, diğer dinlere mensup kadınlara kıyasla daha yüksek olduğundan, 2070 yılına kadar islam dini dünyanın en büyük dini olabilir.

    tüm dünyada bu kadar fazla mensubu olan bir dinin kutsal kitabı hakkında, bütün saygımı koruyarak ve yalın bir mantık yürütme stratejisiyle hareket ederek bir takım değerlendirmeler yapacağım. isteyenler buraya yazdıklarımı, cevabını bulamadığım sorular olarak da ele alabilirler ve eğer mantıklı buldukları açıklamaları varsa paylaşabilirler.

    kuran, alak-1 ile başladığı için ben de değerlendirmeme alak-1 ile başlamak istiyorum. vermiş olduğum, diyanet işleri başkanlığına ait resmi web sitesine yönlendiren bağlantıya gidilirse görülebilir, bahse konu ayetin mealinden hemen sonra tefsir başlığı altında şöyle bir açıklama mevcut :

    "hz. peygamber’e inen ilk vahiy olup ona ve onun şahsında bütün müslümanlara okumayı emretmiş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir. ilk vahyin “oku” emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir."

    bu güzel açıklama, okumanın ve bilmenin islamdaki önemini anlatmış. okumak ve bilmek de sorgulama yapmayı kaçınılmaz hale getirdiğinden, buradan aldığım cesaretle bazı sorgulamalar yapacağım. zira yaratıcıya ait sözlerden oluşan bir kitaba, hiçbir insan sorgulama yaparak zarar veremez. o kitapta herhangi bir tutarsızlık da bulamaz. yani bulamaması gerekir. bakalım kuran bu konuda ne söylüyor:

    nisa-82: kuran’ı inceleyip düşünmüyorlar mı? eğer allah’tan başka birinden gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı!

    nisa-82'ye göre, şu andan itibaren yazacaklarımı birer soru olarak ele alırsak, tüm sorularımın mantıklı birer de cevabı olmak zorunda.

    1. sonsuz cehennem cezası kavramı ile başlamak istiyorum. sonsuz cehennem cezasından bahseden ayetlere birkaç örnek vermek gerekirse:

    beyyine-6
    furkan-69
    bakara-275
    müminun-103

    örnekler çoğaltılabilir ama bir cezanın sonsuza kadar devam etmesi düşüncesi ile şahsen ben baş edemiyorum. bunu yazılı metin üzerinden okumak başka şey, böyle bir ana tanıklık etmek başka şey. bir insanın baya baya ateşe atılması, işlediği suç ne olursa olsun o kişiye çığlık çığlığa acı çektirilmesi ve en önemlisi de bu eylemin sonsuza kadar devam etmesi. bakınız sonsuza kadar diyorum. bir milyon yıl boyunca cayır cayır yanması yetmiyor yani. benim bunu aklım almıyor. merhametli bir yaratıcının böyle bir cezayı, kendi yarattığı bir insana reva görebilmesini mantıklı bulmuyorum. merhum ilahiyat profesörü yaşar nuri öztürk, ebedi cehennem cezasını tanımlarken, ebedi sözcüğünün uzun bir süreyi ifade ettiğini söylüyor. ancak benim düşünceme göre, yüce yaratıcı eğer "uzun süre" demek isteseydi, "uzun süre" derdi. "ebedi" sözcüğünün sözlük anlamı ortadadır. bütün insanlara gönderilen bir kitapta bu kadar mecazi anlatım, metafor vs neden yer alsın. bu durumun kafa karışıklığına ve inananların şüpheye düşmesine neden olabileceğini, tanrı en başından bilmiyor muydu? her eğitim seviyesinden insan bu kitaptan sorumlu ise, kuran'ın yalın bir anlatımı vardır diye düşünüyorum. bazı ilahiyatçıların, birçok ayet hakkında sıklıkla bu tarz tevillere başvurmasını, ilgili ayetlerin içeriğini makul bir seviyeye getirme çabası olarak algılamaktan kendimi alamıyorum.

    2. ali imran-85:
    kim islam’dan başka bir din arama çabası içine girerse, bilsin ki bu kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o âhirette ziyan edenlerden olacaktır.

    bu ayete göre müslüman olmayan kişiler cennete giremiyor. cennete girememekle kalmıyor, ziyan edenlerden oluyor. ziyan etmekten kasıt zannediyorum cehenneme gitme cezasıyla cezalandırılmak. zira klasik islam modelinde cehennemde yanmak dışında bir ceza yok.

    bugüne kadar ölenleri bir kenara bırakacak olursak, şu anda dünyada yaşayan 7,5 milyar insanın 1,8 milyarı müslüman. yani 5,7 milyar insan islam dinine mensup değil. ali imran-85'e göre 5,7 milyar insan eğer müslüman olmadan ölürse, henüz birinci aşamada cennete girme hakkını kaybedip doğrudan doğruya cehenneme gidecek. elimizde kalan 1,8 milyar müslümanın cennete gitmeye hak kazandığı, daha da önemlisi cehennemden kurtulduğu sonucu çıkmıyor elbette bu bilgiden. bilindiği gibi yine islam anlayışına göre, müslüman olanların da cenneti elde etmeleri pek kolay değil. hatta bakara-8 diyor ki, bu 1,8 milyarlık grubun içerisinde sayılarını bilmediğimiz bir münafık kesim de var. nisa-145 ise münafıkların cehennemin en aşağı tabakasında olacaklarını söylüyor. dolayısıyla onların da cennete girebilecek kişiler listesinden çıkarılmaları gerekiyor. münafık olmaktan kurtulmayı başaranlara gelince, onlar için cennete girebilmek adına aşmaları gereken başka engeller var. farz olan görevlerini yerine getirdiler mi? eğer getirdilerse, bu ibadetlerinin içine riya vs karıştırdılar mı? büyük günahlara bulaştılar mı? temel ahlaki ilkelere uygun bir yaşam sürdüler mi? kul hakkına girdiler mi? (bilindiği gibi islam anlayışına göre kul hakkı yememek çok önemli. bir hadise göre kul hakkı yiyenler, ahiret gününde, haklarını yedikleri kimselere, haklarını yedikleri ölçüde deyim yerindeyse sevaplarını kaptıracaklar. eğer sevapları yoksa da onların günahlarını üstlenecekler.) sonuç olarak kimin cennete gideceğini elbette allah bilir ama bu hesaba göre, şu an yaşayan insanlar arasında cennete girmeye hak kazanacak insan sayısının yüzde 5'i bulması zor görünüyor. şimdi gelelim kader meselesinin bu konuya bakan yönüne. islam inancına göre, henüz bu sınav başlamadan önce yaratıcımız, bahsi geçen yüzde 95'lik kesimin cehenneme gideceğini, orada cayır cayır yanacağını biliyordu. lokman-34 ve kader konulu başka birçok ayet bu bilgiyi doğruluyor. şimdi bir öğretmen düşünelim. bir sınavı başlatmadan önce, öğrencilerinin yüzde 95'inin o sınavdan kalacağını bilse ne yapardı. bana kalırsa bu öğretmen eğer merhametli bir öğretmense, hatta merhametli olmaktan öte mantıklı bir insansa bu sınavı başlatmazdı. görev yaptığı süre boyunca bizzat kendi yaptığı sınavlardan, öğrencilerinin yüzde 95'i kalan bir öğretmene birilerinin çıkıp bazı sorular sorması, ortaya çıkan sonuca itiraz etmesi kaçınılmaz olacaktır çünkü. kaldı ki verdiğim örnekte öğrenciler yalnızca ilgili dersi geçme mutluluğunu yaşamaktan mahrum kalıyorlar. ateşe atılmaları söz konusu değil.

    3. bir insana ceza vermenin gerçek amacı nedir? ne olmalıdır? ıslah etmek mi yoksa intikam almak mı? bir insanın bir hayvana eziyet ettiği tipte görüntülerin yer aldığı bir video ile karşılaşırsak, hepimiz çok sinirleniyoruz değil mi? ben genelde alta yazılan yorumları okumadan geçmiyorum. bu yorumlarda bazı insanlar öyle şeyler yazıyorlar ki, dehşete düşüyorum. hayvana eziyet eden kişinin elbette işlediği suça uygun şekilde cezalandırılması gerekir. ancak yorumlara göz atarken, bu kişinin başının taşla ezilmesi gerektiğini savunan insanlarla bile karşılaşabiliyorum. böyle bir örnekte, bu yorumu yazan kişinin derdi şiddet içeren eylemlerin son bulması olabilir mi? "hayvanların hiçbir şekilde eziyet görmediği bir dünyayı nasıl kurabiliriz?" gibi bir derdi olabilir mi bu kişinin? şiddet içeren bir eylemi, şiddet içeren başka bir eylemle çözmek istiyor. bu yaklaşım tarzının bu problemi çözmeyeceğini, hatta daha da büyüteceğini öngöremiyor. bir insan herhangi bir insan tarafından mağdur edilince, aynı şey o kişinin de başına gelsin isteyebilir. ancak görüyoruz ki erdem seviyesi arttıkça bu durum değişiklik gösterebiliyor. bazı yüce ruhlu insanlar, intikamcı bir yaklaşımla hareket etmek yerine, o kişinin ıslah edilmesini, bir daha böyle bir suça bulaşmamasını sağlayabilecek bir ceza verilmesini, daha mantıklı bulabiliyor. farklı ülkelerdeki farklı uygulamalara bakınca görüyoruz ki, işlenen suça verilen karşılığın dozu sertleştikçe daha medeni, daha kuralcı toplumlar çıkmıyor karşımıza. peki hepimizi ve kainattaki her şeyi yaratan merhamet sahibi tanrımız, bu bilgilerle örtüşmeyecek tarzda intikamcı bir yol izliyor olabilir mi? hayatta olduğu sürece kişilere işledikleri suçlar karşısında müdahale etmeyip, adeta "sen ölüp de yanıma gelince ben sana yapacağımı bilirim." dermişcesine o kişinin ölmesini beklemesi ve sonra hiçbir şekilde ıslah etme amacı gütmeden intikamcı bir yaklaşımla onu cezalandırması söz konusu olabilir mi? yani mesela bu kişinin ruhunu bir kere bedenlendiren yaratıcı, bir kere daha, belki ihtiyaca göre yüzlerce kere daha bedenlendirip, acılarla dolu bu yeryüzü okulunda olgunlaşmasını sağlayamaz mı? (ceza konusuna bu tarz yaklaşımlar getiren başta merhum yaşar nuri öztürkolmak üzere bazı müslüman din adamları da var. ancak ben klasik islam modeli üzerinden değerlendirme yaptığım için, bu tarz islam alimleri kapsam dışında kalıyor.) istisnasız her suçun karşılığının yanmak olması, yalnızca sürelerin değişmesi, bu cezanın ıslah etme amacı taşımaması mantıksız değil mi?

    4. islamda cariye meselesini yine olabildiğince objektif bir bakışla ele almak istiyorum. önce ilgili ayetleri sıralayalım:

    mearic-30
    nisa-24
    nisa-25
    müminun-6
    nur-33

    bugün insanlık suçu haline gelmiş bir eylemin tarifi yapılıyor bu ayetlerde. çerçevesi çiziliyor. bunun da ötesinde, yukarıdaki bağlantıya gidilirse görülebilir ki nur-33 mealinde şöyle bir cümle mevcut. "namuslu yaşamak isterlerse, dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için cariyelerinizi fuhuş yapmaya zorlamayın." buradan çıkan sonuca göre, cariyenin sözde sahibi konumundaki kişi, bahse konu kadının eğer namuslu yaşamak istemediği gibi bir düşünceye kapılırsa, o kadını fuhuş yapmaya zorlayabiliyor. ben çok temiz bir niyetle bu cümleyi okuduğumda bile bunu anlıyorum.
    diyanet işleri başkanlığının resmi web sitesinde, nisa-24 ün tefsir bölümünde şöyle bir cümle var:

    islam’ın geçmişten devraldığı ve zaman içinde ortadan kaldırmayı hedeflediği kölelik sistemine ait bulunan bu hükümler tarihe intikal etmiştir.

    "zaman içinde ortadan kaldırmayı hedeflediği" şeklinde bir çıkarım yapabilmemiz için elimizde bunu doğrulayan ayetler olmak zorunda bana göre. kölelerin serbest bırakılmasına yönelik teşvik anlamına gelebilecek ayetler bulmak mümkün kuranda. ancak bu sistemi sonlandırma, köle edinmeyi kısa, orta ya da uzun vadede yasaklama talimatı veren bir ayet şahsen ben göremedim.

    5. tarihsel süreç içinde ahlak kavramının yalnızca bölgeden bölgeye değil, dönemden döneme de değişiklik gösterdiğini görüyoruz. bir dönemde kölelik kavramı tüm dünyada normal karşılanıyorken bugün şeriatla yönetilen ülkeler bile insanlık suçu sayıldığı için, bunu uygulayamıyorlar. kuran ise bütün dönemlere ve bütün coğrafyalara, yani bütün insanlığa gönderilen bir kitap olduğunu söylüyor. bu şartlar altında verdiği talimatların, yaptığı bilgilendirmelerin hiçbir güncellemeye ihtiyaç duymaması gerekmiyor mu?

    belki de 50 yıl sonra veganlık dünyanın bir çok ülkesinde yaygınlaşacak ve hayvanların etini yemek, sütünü içmek ayıp sayılacak. bugün bile inek sütünün zannedildiği gibi temel besin kaynağı sınıfında olmadığını savunan bilim insanları var. bu verdiğim örnek bir varsayım yalnızca. ama gerçekleşmeyeceğini garanti edebilir miyiz? sonuçta ineğin sütü belki de yalnızca yavruları içindir. bir takım dünya ölçeğinde ve profesyonel düzeyde yapılan pazarlama stratejileri sonucunda her şey bu noktaya gelmiştir.

    mesela eroin bile "hero in", adıyla eczanelerdeki yerini alabilmiş yıllar önce. bugün satışı tüm dünyada suç teşkil ediyor. afyon kullanımı yurdumuzda o kadar yaygınmış ki bir dönemde, afyonu patlamak deyimi günlük dile girmiş. oruç tutmak için sahura kalkan bir kişi, afyonu ambalajlı şekilde yutuyor ve mide asidi o ambalajı saatler sonra eritince afyonun etkisi ancak ortaya çıkıyormuş. oruç tutan kişi de daha az süre afyonsuz kalıyormuş. henüz ambalaj erimeden canını sıkan bir durumla karşılaşırsa da, "afyonum bile patlamadı" diyormuş. bugün böyle bir anlayış söz konusu olabilir mi?

    hızır reisler, turgut reisler döneminde dünya donanmalarında, ölüm cezasından bile ağır sayılan "forsa" uygulaması çok yaygınmış. hatta halikarnas balıkçısının turgut reis adlı kitabındaki anlatıma göre, dümen tutan kişinin canı sıkılmasın diye ispanyol donanmasında uygulanan bir adet varmış. forsalardan biri, küpeşte üzerine monte edilen bir karış uzunluğunda bir kazığa oturtulurmuş. bu şartlarda bu kişinin ölmesi 2 gün civarında sürermiş. bu kürek mahkumu şahıs, ölene kadar geçen sürede, dümen tutan kişinin uykuya dalmaması için onun eğlencesi haline getirilirmiş. bu kitaba roman diyip geçemeyiz. zira cevat şakir, 1908 yılında oxford üniversitesi yeni çağlar tarihi bölümünden mezun olmuş bir tarihçidir aynı zamanda. yine aynı kitaptaki anlatıma göre turgut reis, bir büyük zafer sonrası forsalara ganimetten pay vermek istediği için, kendi tayfasının, kendi elleriyle seçtiği tayfasının tepkisi ile karşılaşmış. insanın aklı almıyor bir yerden sonra. ayrıca harp gemilerinin denizde karşılarına çıkan herhangi bir ticari gemiye rampa etmesi ve o gemiden ganimet alması tüm dünyada tamamen olağan sayılan bir durummuş o yıllarda. bugün bu tarz bir eylem "terör" olarak adlandırılıyor.

    son olarak kadınlar konusunda bir örnek vermek istiyorum. atatürk kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı verdiği zaman, batı medeniyetleri için bile yenilik sayılan bir devrimsel hareket anlamına geliyordu bu. atatürk gibi dahiyane özellikler taşıyan bir liderin bu güzel gelişmeye öncülük etmesi normal karşılanmalı ama, aradan henüz 100 yıl dahi geçmemiş olmasına rağmen, bugün şeriatla yönetilen arap ülkeleri bile kendini kadınlar konusunda bazı adımlar atmaya mecbur hisseder hale gelmiş durumdalar.

    bu konu üzerinden çok sayıda örnek verilebilir (birleşik devletlerdeki ırkçılık meselesinin tarihsel gelişimi, antik roma'da yaygın şekilde uygulanan gladyatörlüğün son bulması vs vs) ama daha fazla uzatmak istemiyorum. sonuç olarak bazı doğrular bölgeden bölgeye, dönemden döneme değişebiliyor. dinlerin koyduğu değişmesi gündeme dahi getirilemeyen katı kurallar, bu değişime ne kadar adapte olabiliyor. burada ciddi bir soru işareti var bana göre.

    6. maide-82: kuşku yok ki iman edenlerin, insanlar içinde en amansız düşmanlarının yahudiler ve şirk koşanlar olduğunu göreceksin. yine, onlar arasında iman edenlere sevgi bakımından en yakın olanların da, "biz hristiyanız" diyenler olduğunu göreceksin. çünkü bunların içinde (insaflı) keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.

    bu ayeti okuyan müslüman bir kişi, hristiyanlar hakkında olumlu hislere kapılıp, eğer etrafında varsa hristiyanlık dinine mensup kişilerle dostluk etmeyi düşünebilir. ancak aşağıda yer alan ayeti okursak, bu kişinin yanlış bir hisse kapıldığı sonucunu çıkarabiliriz.

    maide-51: ey iman edenler! yahudileri ve hristiyanları veli edinmeyin. onlar birbirlerinin velileridir. sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

    7. casiye-14: iman edenlere söyle de allah’ın (yargı) günlerine inanmayanları bağışlasınlar; çünkü (böyle) bir topluluğu, hak etmeleri yüzünden allah cezalandıracaktır.

    bakara-256: dinde zorlama yoktur. doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. artık kim sahte tanrıları reddeder de allah’a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. allah her şeyi işitir ve bilir.

    bu ayetlerin ifade ettiği anlamlar çok açık. ahiret gününe inanmıyor diye hiç kimse üzerinde baskıcı bir tutum sergilenemez. hiç kimse, hiç kimseyi inancı konusunda zorlayamaz. mesela hristiyanların kendi aralarında yaptığı oldukça çetin geçen mezhep savaşları sonrası istanbul'u fetheden fatih sultan mehmed'in yazdığı mektupla isteyen tüm hristiyanların istanbul'a dönebileceklerini, özgürce inançlarının gereklerini yerine getirebileceklerini söylemesi belki de bu sebepledir.

    bugün var olan din ve vicdan hürriyeti anlayışı ile de örtüşen modern bir yaklaşımla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz kutsal kitabımızda yer alan bu iki ayete bakınca. ama gelin görün ki bu konuda verilen talimatlar bu iki ayetle sınırlı değil kuranda.

    tevbe-29:
    ehl-i kitap’tan allah’a ve ahiret gününe inanmayan, allah ve resulünün yasakladığını yasak saymayan ve hak dine uymayan kimselerle, yenilmiş olarak ve kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.

    işte bu noktada islam alimleri devreye girerek bazı tevillere başvuruyorlar. diyanetin tefsir bölümünde yer alan açıklamalarına göre bu tarz ayetler, ayetlerin indiği dönemde gerçekleşen olaylarla birlikte ele alınmalı. bahse konu ayetlerin, genel bir talimat içermediğine, spesifik bir duruma yönelik olarak gelmiş olduğuna dair bir bilgilendirme yapılmış. yani bazı olaylar yaşanıyor. o esnada bu olaylara dair talimat mahiyetinde ayetler vahyediliyor. peki bu durumda kuran bütün zamanları ve bütün insanlığı kapsayan bir rehber olarak nasıl girebilir hayatımıza. tevbe-29'u okuyan bir müslüman şahıs, diyanetin tefsir bölümünde yer alan açıklamaları reddedip, doğrudan doğruya bu ayeti okuduğu zaman ne anlıyorsa onu uygulamaya kalkıştığında ne yapacağız? bugün örnekleri yaşanıyor bu söylediğim şeyin. asırlar boyunca da yaşanmış. kim nasıl isterse öyle yorumluyor. islam alimleri bile kendi aralarında büyük anlaşmazlıklar yaşamışlar. yaşamaya da devam ediyorlar. düşünün bugün hanefi mezhebinin kurucusu olarak bilinen imamı azam ebu hanife, yaşadığı dönemde, başka din alimleri tarafından tekfir edilmiş. kafirlikle itham edilmiş yani. aynı şey günümüzde de yaşanıyor. klasik islam modelinin temsilcisi pozisyonundaki çok sayıda din adamı, merhum yaşar nuri öztürk'ün küfre girdiğini, bu sebeple de cehennemlik olduğunu dile getirmekten çekinmiyor. burada bahsi geçen şahısların hepsi müslüman din adamları. hepsi aynı kutsal kitabı okuyorlar. islam alimi olarak tanımlanan insanlar bile en temel ve en kritik konularda mutabakat sağlayamıyorlarsa, eğitimsiz bir müslüman nasıl bir değerlendirme yapacak? hangi hocanın izinden gidecek?

    8. nur-2:
    zina eden kadın ile zina eden erkeğin her birine yüz sopa vurun. allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, allah’ın dinini uygulama hususunda o ikisine karşı merhamet duygusuna kapılmayın. müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya tanık olsun.

    nisa-15: kadınlarınızdan çirkin fiilde bulunanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.

    nisa-16: içinizden bu çirkin fiili işleyen ikilinin canlarını yakın. eğer tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse artık onlara eziyet etmekten vazgeçin; çünkü allah tövbeleri çok kabul eden, çok esirgeyendir.

    zina hakkında 3 farklı ayete yer verdim yukarıda. nisa-15 ve nisa-16 hakkında yukarıda vermiş olduğum bağlantıya gidilirse tefsir bölümünde bir açıklama ile karşılaşıyoruz. bir erkek ve bir kadın zina suçunu işlerse nur-2'nin uygulanması gerektiğini, iki kadının zina suçunu işlemesi durumunda nisa-15'in, iki erkeğin zina suçunu işlemesi durumunda ise nisa-16'nın uygulanması gerektiğini ifade eden bir bilgilendime var. ayrıca yine aynı açıklama içerisinde yer alan bir hadise göre, zina suçunu işleyen erkek ve kadın eğer evli iseler cezaları recmedilerek öldürülmek. peki bu bilgilendirme, ayetler içerisinde, tartışmaya yer vermeyecek şekilde ve apaçık bir biçimde neden yapılmadı? islam alimleri bu sonuçlara nasıl ulaştılar. ben tefsir bölümünü okumadan önce nisa-15 ve nisa-16'dan eşcinsel ilişkiden bahsedildiğine dair bir sonuç çıkaramadım şahsen.

    9. lokman-15: eğer anne baban, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa bu durumda onlara uyma ama yine de onlara dünyada iyi davran; yüzünü ve özünü bana çevirenlerin yolunu izle; dönüşünüz yalnız banadır, o zaman yapıp ettiklerinizin sonucunu size bildireceğim.

    tevbe-23:
    ey iman edenler! şayet inkarı imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi dahi dayanıp güvenilecek dostlar edinmeyin. içinizden kimler onları dost edinirse, işte kendilerine kötülük edenler bunlardır.

    lokman-15'e göre anne ve babaya inanç konusunda zorlama yapmalarına rağmen iyi davranmaya devam etmek gerekiyor. tevbe-23'e göre ise herhangi bir baskı söz konusu olmadığı halde, onlarla dostluk edilmesi kesin bir biçimde yasaklanıyor.

    10. maide-69: iman edenler, yahudiler, sâbiîler ve hristiyanlar, (bunlardan) allah’a ve ahiret gününe inanıp dünyaya ve ahirete yararlı işler yapanlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.

    görüldüğü gibi oldukça hoşgörülü bir mesajı var maide-69'un. ne var ki ali imran-85'i okuyunca her şey bambaşka bir hal alıyor.

    ali imran-85: kim islam’dan başka bir din arama çabası içine girerse, bilsin ki bu kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır.

    bu iki ayeti okuyunca ortaya çıkan çelişki hakkında da akla yatkın bir açıklama çıkmadı karşıma.

    11. islam alimlerine bakılırsa kuran çok derinlikli bir kitap olduğu için, bazı ayetlerin ifade ettiği birden fazla anlam var. hatta bir 7 anlam meselesi var birkaç yerde geçen. peki yaratıcı neden böyle bir yol seçmiş olabilir? ben buna mantıklı bir cevap bulamadım. ancak her okuyanın farklı şekilde yorumlamasına açık olan bazı ifadelerin yol açtığı olumsuzluklara biraz da başka bir açıdan bakmak istiyorum.

    daha önce söylemiş olduğum gibi kuran varoluşundan itibaren tüm zamanlara ve tüm insanlığa hitap ettiğini söyleyen bir kitap. peki insanlık hangi koşullarda yaşam sürüyor yeryüzünde? koşullar hakkında söylenecek çok şey var ama ben din istismarı meselesine değineceğim bu maddede. dünyanın her coğrafyasında her dönemde değişmeden devam eden bir durum var; din istismarcılarının mevcudiyeti. bazıları kitleleri peşinden sürüklemiş bu yolla. hatta büyük çapta tarihi gelişmelerin yaşanmasına neden olmuş. savaşlara yol açmış bu insanlar. belki binlerce insan ölmüş bu yüzden. kimileri hapse düşmüş. kimileri mallarını kaybetmiş. çocukları kandırıp ailelerinden koparmışlar. yeri gelmiş çocuklar anne ve babalarına düşman olmuşlar. her dönemde başka başka acılar yaşanmış. bugün hala yaşanıyor. ne sebeple yaşanmış bütün bunlar? cevapsız sorularla dolu bir dünyada yaşayan ve aslında derin derin düşünmeye başlayınca endişeye kapılan, bazen çok korkan varlıklarız. birileri de söylediği yalanlarla bu durumu kolayca istismar edebiliyor. allah diyor kandırıyor. şeytan diyor kandırıyor. ben peygamberim, hatta ben tanrıyım diyerek kandırmayı başaran bile olmuş. hz muhammed vefat ettikten hemen sonra yalancı peygamberler çıktığını ve birilerinin de onların peşine takıldığını biliyoruz. bu gibi durumlarda kendisine anlatılanlara temiz niyetlerle inanan ve birilerinin güdümüne girip özgür düşünceden uzaklaşan insanları ne kadar suçlayabiliriz? sonuçta koşullarla çok büyük ilgisi var kimin ne seviyede bilinçli hareket ettiğinin. hangi ailede doğduğu ile, nasıl bir eğitim aldığı ile çok fazla ilgisi var. okula gitmeyi şeytanlaşmak sayan bir anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya gelen bir insanın özgür düşünmeyi başarması ile, aydın bir anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya gelen bir insanın bunu başarması arasında uçurumlar var. din çok başka bir olgu. diğer hiçbir şeye benzemiyor. neden bu dünyaya geldik sorusunun cevabını hiç kimse, bilim de dahil kanıtlarla ortaya koyamıyor. dolayısıyla her senaryo birilerine inandırıcı gelebiliyor. çünkü korku kavramı giriyor devreye. bunu yapmazsan cehenneme gideceksin diyen biri var karşında. buna inanmazsan akıbetin çok kötü olacak diyen biri var. aklından bütün bunların yalan olduğu geçerse kafir olur ve ebediyen cehennemde kalırsın diyen biri var. bu din istismarcılarının, karşımıza çıkan çoğu örnekte üst seviyede hitabet ve belagat becerileri var. kandırılan kişinin ise bu yalanlara kanmamak için ihtiyaç duyulan en önemli şeylerden yoksun bir hayat sürdüğünü hatırda tutmak gerekiyor. hatta iyi eğitim almış insanlar bile kolaylıkla aldanabiliyorlar bu konuda. çünkü çocuk yaşından itibaren inançla ilgili meselelere korku odaklı yaklaşması ve belli kalıplardan asla sıyrılmaması bir şekilde sağlanmış. çok yönlü okumalar yapmamış din konusunda. özgür düşünmeyi öğrenememiş. bazen sorduğu sorular sebebiyle ikaz edilmiş. fazla sorgulama yapmaması, tanrıyı akılla değil kalple bulabileceği söylenmiş. bu tarz sorgulamalar yapmaya devam etmesi durumunda dinden çıkabileceği söylenmiş. bugün ülkemizdeki evlerin belki tamamına yakınında kuran vardır. ama kaç kişi açıp türkçe mealini baştan sona okumuştur. şimdi çıkıp birisi diyebilir ki, eğitimsiz olduğu halde din istismarcılarına aldanmayanlar da var. onları ne yapacağız, diye sorabilir. böylesi otodidakt olarak adlandırılabilecek istisnalar her zaman çıkacaktır. önemli olan ezici çoğunluğun içinde bulunduğu durum bana göre. din istismarı sorunu bu dünyayı nasıl bir cehenneme dönüştürmüş? önemli olan bu.

    işte koşullar böyle yeryüzünde. bu koşulların böyle olacağını en başından bilen bir yaratıcıdan bahsediyor islam dini. dolayısıyla neden böyle herkesin işine geldiği gibi yorumlamasına açık, kesinlik içermeyen ifadeler kullanmış olabilir tanrı, aşırı derecede hayati meselelerden bahsederken? ben bu soruya mantıklı bir cevap bulamadım. bulan varsa dinlemek isterim.

    12. talmud meselesi gibi açıklama gerektiren, şüphe oluşturan başka meseleler de var ama bunların tamamına burada yer vermek mümkün değil. kafamda oluşan bütün bu sorulara rağmen, ben şahsen bir yaratıcının varlığına inanmaya devam ediyorum. bu inancımı hangi argumanlarla desteklediğimi maddeler halinde sıralamak istiyorum.

    a. evrenin varoluşu bana göre irrasyoneldir. bilimsel yaklaşımlara büyük bir önem veriyor olsam da şunu açık şekilde görüyorum ki bilim bazı noktalarda varsayımlarla hareket etmek zorunda kalıyor. mesela büyük patlamanın öncesine, böyle bir patlamanın neden gerçekleştiğine dair yapılan açıklamalar bilindiği gibi tatmin edici olmaktan çok uzak. evren en başından hiç var olmasaydı bence daha mantıklı olurdu. evrenin var olması için bir sebep var mıydı? varsa o sebep neydi? işte bu şartlarda evrenin tanrı tarafından var edildiği ihtimali güçleniyor zihnimde. yine aynı şekilde evrende bizlerin, evrenin varoluşunu sorgulayan canlıların yaşıyor olmaları da bana göre olağanüstü durumlara işaret ediyor. yalnızca fizyolojik olarak ele alınca, insanı evrimleşerek gelişmiş bir canlı gibi, diğer türlere kıyasla daha donanımlı bir organizma gibi gördük diyelim, düşünce gücünü ve bir ruhu olduğuna olan inancımı hesaba katınca insanı olağanüstü bir varlık olarak görmekten kendimi alamıyorum ben şahsen. bu ve benzeri nedenlerle ölüm sonrası yaşamın varlığını kabul ettikten sonra artık akıl dışı bir alana geçiş yapıldığı için bugünkü aklımla okurken bana fantastik ve hayal ürünü gibi görünen anlatımların gerçek olma ihtimalleri aslında çok güçlü. bilimin her konuya bir açıklık getirme çabasını, her soruya rasyonel bir cevap verme gayretini çok seviyorum açıkçası. bu alanda bilgi seviyemin artması için uğraş da veriyorum. ancak bilimin ortaya koymaya çalıştığı şey sebeplerden ibaret. işte ben bu sebepleri de var eden bir yaratıcının var olduğuna inanıyorum.

    b. descartes bilindiği gibi, insan ruhunda doğuştan bulunan fikirler olduğunu, tanrı fikrinin de yani sonsuz ve mükemmel bir varlık hakkındaki fikirlerin de bu türden olduğunu söylemiş. bu en mükemmel ve en gerçek varlık fikrinin bize duyularımız yoluyla gelmiş olamayacağı, çünkü duyularımızın bize tanıttığı şeylerin mükemmel ve kusursuz varlıklar olmadığı sonucuna ulaşmış ve buradan şu çıkarımı yapmış: "biz kendimiz de mükemmel bir yaratık değiliz; eksik ve sınırlı bir varlığız, öyleyse bu fikri bizim ruhumuza koyan tanrının bizzat kendisidir; demek ki tanrı mevcuttur." modern filozofinin babası sayılan fransız filozofun mantık yürütme tekniği ve ulaştığı sonuçlar beni belli ölçüde etkilediği için, bir yaratıcının var olduğuna inanmamın sebeplerinden biri bu olabilir.

    c. yeryüzünü acılarla dolu bir okul gibi görüyorum. önceden bazı insanların dertsiz tasasız bir yaşam sürdüklerini zannederdim. sonra anladım ki başka başka türlerde büyük dertlerle yaka paça herkes. jim carrey'nin bu konuda söylediği ve her yerde karşımıza çıkan o bilindik sözü çok anlamlı: "umarım bir gün herkes zengin ve şöhretli olur. böylece aradıklarının bu olmadığını anlarlar." michael newton un ruhların yolculuğukitabında tarifini yaptığı modeldeki gibi herkes kendisi mi seçiyordur burada yüzleşmek istediği sıkıntıları bilemem. ama ben şahsen, bu dünyada organize şekilde acı çektirildiğini düşünüyorum insanlara. hiçbir zaman hiçbir şey için arzu edilen seviyede bir tatmin yakalanamıyor bu hayatta. yaşarken çok sıkıcı her şey. dönüp geriye bakarken güzelleşiyor genelde. uzaklaştıkça değerleniyor sahip olunan ne varsa. yakınlaştıkça sıradanlaşıyor. insan büyüdükçe hayalleri küçülüyor. mutluluğu elde etmesi giderek zorlaşıyor. hiçbir derdi yok zannedilen adama bir bakıyorsun, intihar ediyor bir anda. düşünsenize yaşamaya daha fazla tahammül edemeyeceği seviyede ne yaşıyor bu insan? eğer kendi isteği ile yaşamına son veren kişi varlıklı biriyse, yoksullukla boğuşan bir başkası, intihar eden kişiyi en ağır şekilde yargılamaktan çekinmeyebiliyor. sonuçta çok parası olan birinin ne kadar derdi olabilir ki diye düşünüyor. dünyada başka başka sebeplerle büyük acılar yaşanmıyor zannediyor. ama durum göründüğünden daha karmaşık. yıllarca hayalini kurduğu hedefe ulaşan bir insan, beklediği ölçüde bir mutluluk elde edemiyor asla. diyelim ki böylesi bir mutluluğu elde etti, o zaman da kısa süre içinde yepyeni sıkıntılarla kuşatılmış buluyor kendini. yalnızca başka insanları mutlu etmekten geçiyor gerçek mutluluğun yolu. diğer her şey peşinde koşmaktan yorulmadığımız seraplardan, sanrılardan ibaret. bir tekine aldanmamız yeterli olmuyor, gerçekte ne olup bittiğini anlamamız için. bütün yalanların peşinden tek tek koşuyoruz yaşamımız sonlanana kadar. yaşlanınca durum değişir zannedebiliyor genç olanlar. yaşlanınca artık bu dünyadan bir şey beklemeyeceğini zannedebiliyorlar. ama bunun böyle olmadığını anlamak için yaşlanmak gerekmiyor.

    sonuç olarak belki de seviyemizi yükseltmek için, "no pain no gain" kaidesi ekseninde yeryüzü okuluna gelmeye kendimizi mecbur saydığımız için, içimizde var olan iyiyi, kötü olan ne varsa hepsinden arındırıp tanrısal öze ulaşmak için, kendi isteğimizle geliyoruzdur dünyaya. belki de gnostizm inanışında olduğu gibi dünya hayatı bir çeşit hapishanedir. aslolan hayat ruhani hayattır. bu sıkıntılar burada büyük anlamlar ifade ediyor ama orada belki de michael newton'un modelinde olduğu gibi geçmiş zaman, bugün ve gelecek zaman bir bütün olarak görülebiliyor, algılanabiliyordur. bir insanın bildiği her şeyi unutmuş olarak yeryüzünde bedenlenmesi ve sonra aslolana, yani ruhani aleme geri dönmesi belki de aslında çok kısa bir süreçtir. ben çok önceleri "ezeli" kavramını anlayamazdım. peki bir milyar yıl önce ne vardı diye sorardım. tanrı o zaman da vardı diyen birine, peki 100 milyar yıl önce ne vardı diye sorardım. ama uzay zamanın bükülmesi gibi, kara delik gibi kavramlarla tanışınca, hatta zamanın dışına çıkılması gibi meseleler hakkında yapılan bilimsel tartışmalara tanıklık edince "o hep vardı" şeklinde bir kavramı aklımla biraz olsun kavrayabilir hale geldim.

    esasen michael newton'un modeline de, spiritüalizme de, tibetin ölüler kitabına da, budist öğretilere de, diğer semavi dinlere de aklım tam anlamıyla yatmadı. hepsinde içinden çıkılması zor açmazlarla karşılaştım. önemli sorularım için tatmin edici cevaplar bulamadım. tüm dinlerde ve tüm inanışlarda, o inancın mensupları aksini iddia etseler de bir şeylerin değiştirilmiş olduğu düşüncesi ağır bastı. budanın oldukça örnek bir yaşam sürdüğüne eminim ama kendisinin ölümünden sonra sahneye çıkan istismarcılar, kim bilir neler eklediler öğretisine. mesela merhum yaşar nuri öztürk, hz muhammed'e ait hadislerin tamamına yakınının gerçek olmadığına inanıyor. bir şey söylemek, bir değerlendirme yapmak zor. dinlerde durum böyle ama ateizme de hiçbir şekilde yakınlık duymadım, duymuyorum. çünkü gördüm ki herkes bakmak istediği pencereden bakıyor bütün meselelere. bir şekilde bu çok mümkün. neye inanmak istiyorsan ona uygun argümanlar bulabilmek, hatta üretebilmek çok mümkün. her şeyi bilimle açıklama çabası da bir yerden sonra zorlama geliyor bana. mana uçup gidiyor tamamen. ateist bir şahsın, peki hayatın anlamı ne sorusuna şöyle bir cevap verdiğine tanıklık ettim bir videoda: "bu soru çok soruluyor bana. bunu soran kişiye, evet senin yaşamının bir anlamı yok demek istiyorum, ama nezaketen diyemiyorum. bu anlamı kişinin kendi kendine belirlemesi gerekiyor. anlamsızlığa düşmemesi gerekiyor." işte ben bu söyleme itiraz ediyorum. anlam bütün insanlığı, hatta bütün evreni kuşatmak zorunda bana göre. belli seviyede eğitim almış ve kişisel gelişim öğretilerinden beslenmiş bir insan olarak bunu söylemen kolay. afrikada açlıkla boğuşan bir kabilede dünyaya gelen bir çocuğa, ya da zihinsel engelli olarak dünyaya gelen bir çocuğa bunu anlatabilir misin? bu vb nedenlerle bir yaratıcının varlığına inanıyorum. peki antropomorfik bir tanrı anlayışı mı, yoksa soyut bir tanrı anlayışımı mı (zeki bir enerji, tanrısal bir varlık) daha akla uygun? bu konu hakkında da yazmaya başlarsam işler çığırından çıkacak. o nedenle bu noktada son vermek istiyorum sözlerime.

    inanç konusunda objektif olabilmek çok zor. insanlar kişiliğinin bir parçası haline getiriyorlar bu konuyu. eleştiri yöneltilince de bu eleştiriyi kişiliğine yönelik olarak yapılmış bir eleştiri gibi algılayabiliyorlar. bu nedenle insanların kutsal saydığı değerlerden bahsederken ölçülü ve saygılı olmak çok önemli. ben de bu altın kuralı uygulamaya çalıştım böylesine hassas bir konu hakkında değerlendirme yaparken. umarım başarabilmişimdir.

    edit :

    1. çok sayıda mesaj aldım, geçen 2 günlük süre boyunca. mesajlar aralıksız şekilde gelmeye de devam ediyor. bu mesajların ezici bir çoğunluğu teşekkür ve övgü dolu güzel sözler içeriyor. bu mesajları yazan arkadaşlarıma çok teşekkür ederim.

    2. sorularıma cevap içeriği taşıyan mesaj ve entry ler var. bunlar arasında kayda değer bulduklarım hakkında bir süre sonra bir ekleme daha yapacağım.

    3. yazdığım yazıyı okumak zorunda değil hiç kimse. okunmak istenmemesinin sayısız nedeni olabilir. ancak okumadan cevap yazmaya kalkışan arkadaşlar var. bu arkadaşlar hakkında bir şey söyleyeceğim. hani yazımda herkes çok mutsuz demiştim ya. bu arkadaşlarımı bu kapsamın dışında tutmak istiyorum. kabul etmem gerekir ki onlar çok mutlu. onlara imrenmiyor da değilim zaman zaman. çok iyi biliyorum ki onlar burada ve başka platformlarda fanatik şekilde savundukları dinin, kutsal kitabını da okumuyorlar. sorgulamıyorlar, düşünmüyorlar. çocukken ne anlatılmışsa ona kalpten inaniyor ve öylece kabul ediyorlar. bu şartlar altında bir yaşam sürmek adeta mutluluğun tarifi gibi. becerebilenlere, bu konuda kendine güvenenlere önerebilirim bu yöntemi. ama ben beceremiyorum.

    4. yanlış yolda olduğumu söyleyenler ve hatta beni cehennemlik ilan ederek kendi dünyalarında küçük bir mutluluk yaşayanlar var. cennete gidecek olmalarıyla ilgili o kadar emin ki kendinden bu arkadaşlar. bilmiyorlar ki islam dini bu gibi durumlarda bu tarz bir yaklaşım sergilenmesini asla doğrulamıyor. beni ikna etmeye çalışmaları, gerekirse bu konuda kendilerini daha fazla geliştirmeleri, ben cehenneme gidecek olduğum için ciddi ciddi üzülmeleri gerekiyor. kendi cennetlerini de asla garantide görmemeleri gerekiyor.

    5. kuranı anlayamadığımı söyleyerek cevabını bununla sınırlı tutanlar var. bu arkadaşlardan ricam engin bilgileri ile hepimizi aydınlatmaları. sorduğum sorulara, geçiştirmek yerine somut yanıtlar vermeleri.

    6. benimle görüşmek, sorularıma yüz yüze cevap vermek isteyenler var. bu arkadaşlardan ricam bir zahmet bu başlık altında bizi aydınlatmaları. eğer ezberimi bozan, yeni bir ufuk katan entry lerle karşılaşırsam, istemeleri halinde bu arkadaşlarla görüşebilirim.

    7. bunlar allahın kelamı diyenler, bunları sorgulamak sana düşmez diyenler var. ne yazık ki böyle insanlar hala var. kusura bakmayın ama sizden çok sıkıldım. kendi inandığınız dinin ölçuleri ile ters düşüyor ve insanların bu dinden uzaklaşmalarına neden oluyorsunuz.

    8. yalnızca başlığı okuyup ebedi cehennem sorusuna cevap verenler var. sonsuz cehennemin nesine itiraz ediyorsun diyenler var. bu arkadaşların ebediyet hakkında derin derin düşünüp düşünmediklerini merak ediyorum yaşamları boyunca. onlara orantılı ceza vs gibi kavramları anlatmaya çalışmayacağım. uluslararası hukuk normlarından, temel hukuk ilkelerinden filan da bahsetmeyeceğim. sadece şunu sormak istiyorum bu kişilere. dünyada aklımıza gelen en ağır suçu işleyen bir insanın ölünce cehenneme gittiğini düşünelim. cehenneme atılıyor. aradan bir yıl geçiyor. bu bir yıllık süre boyunca her an yanıyor. yeni deriler çıkıyor yandıkça vücudunda (böyle bir tarif var kuranda) hayal etmeye çalışın ki çığlık çığlığa bağırıp duruyor sürekli. çok pişman. gerçekten çok pişman. nasıl pişman olmasın 1 yildır yanıyor ateşte. bir şans daha istiyor. verilmiyor. yanmaya devam et deniyor. neyse aradan 10 yıl daha geçiyor. ya bi adam vardı cehenmemde. çok ağır bir suç işlemişti. ne oldu o adama. ne olacak yanmaya devam ediyor. çığlıkları duymuyor musunuz? derken bir bakıyorsun, aradan 1 milyon yıl geçmiş. siz cennette çığlıklarını duymuyor, yandığını bilmiyorsunuz ama yaratıcı her şeyi biliyor. adam yanmaya devam ediyor. zaman nasıl da su gibi akıp geçti. inanamiyorum 1 milyar yıl olmuş. sahi ne oldu o 1 milyar yıldır yanan adama? ne olacak dostum? bu da sorumu? tabii ki yanmaya devam ediyor. sonsuz cezanın neresini anlamıyorsun? adamı sorup duruyorsun. arkadaşlar allah bize akıl da, mantık da vermiş. düşünme gücü vermiş. kuran da sürekli düşünmez misiniz diye soruyor. lütfen biraz düşünelim. zannedildiği kadar zor değil.

    9. nur-33'e yönlendiren bağlantı yanlış verilmişti. düzelttim. ikaz eden arkadaşlarıma teşekkür ederim.

    10. diyanet işleri başkanlığının resmi web sitesinden verdiğim referenslar yetmemiş, bir arkadaşımız çıkmış demiş ki, "kuranda sonsuz ceza kavramı yoktur, başlığın değiştirilmesini talep ediyorum." yaşar nuri öztürk tefsirinden de alıntılar yapmış. şu mesnetsiz özgüvenin yarısı bende olsa kim bilir neler başarırdım şu hayatta. arkadaşım talebinizi diyanet işleri başkanlığına iletmeniz gerekiyor. ekşi sözlük yönetimine değil. gören de insanları yanıltmak adına yalan yanlış bilgi verdiğimi, olur olmaz yerlerden alıntı yaptığımı filan zanneder. ne yani bu sözcüğün türkçe karşılığı "uzun süre" olmasına rağmen, diyanet kasıtlı olarak "ebediyen" diye mi çeviriyor? merhum yaşar nuri hocayı ben de severim ama kendisi her konuda yaptığı tevillerle bu tarz açmazları makul seviyelere çekmek adına uğraş vermiş bir din adamıdır. buda'nın, socrates'in, konfüçyus'un peygamber olabileceğini, hatta reenkarnasyona inandığını bile ifade etmekten çekinmemiştir. sonsuz kavramı ona da mantıksız geldiği için "uzun süre" kavramını kullanmıştır. buradan başlığı değiştirmeye yetecek malzeme çıkıyorsa buyursunlar, değiştirsinler ilgili kişiler.

    edit 2:

    entry me yapmış olduğum yukarıda yer alan ilk eklemenin ikinci maddesinde, bana mesaj olarak gelen cevaplar arasından kayda değer bulduklarım hakkında ikinci bir ekleme yapacağımı söylemiştim. üzerinde tartışmaya değer bulduğum hususları maddeler halinde sıralıyorum:

    1. kuranın arapçadan türkçeye çevirisi hakkında eleştiri yapan çok sayıda yazar arkadaşım oldu. mesela diyanet işleri başkanlığına ait çeviride "sonsuz" olarak geçen ifadenin, merhum ilahiyat profesörü yaşar nuri öztürk tarafından kaleme alınan eserde "uzun süre" şeklinde kullanıldığını belirtti bir yazar arkadaşımız. bu konu hakkında bir yorum yapamıyorum. bu konu hakkında isabetli bir değerlendirme yapabilmek, arapçaya ileri seviyede hakim olmayı gerektirir bence. ancak şunu eklemeden geçemeyeceğim. kuranın türkçeye doğru şekilde çevrilmesinin mümkün olamayacağını iddia eden yaklaşımın ürettiği çok ciddi olumsuzluklar var. zaten doğru şekilde çevirilemez, sen arapçasını okumaya ve hiçbir şey anlamamaya devam et sonucu da çıkıyor buradan. kuran'ın anlaşılmadan kabul edilmesi, birilerinin kötü niyetli amaçlarına katkı sağlıyor olabilir mi? bu kitabı bize allah gönderdiyse eğer, anlamamızı da istemiş olmalı. siz bir insana okuyunca anlayamayacağından emin olduğunuz bir elektronik posta gönderir misiniz? böyle bir düşünceyi bir insan nasıl savunur, aklım almıyor. dünya nüfusu ele alındığında, azınlık denebilecek sayıda insanın arapça konuştuğunu, kalan herkesin başka dillerde iletişim kurduğunu tanrı bilmiyor mu? kuran'ın indiği sırada bilmiyor muydu? arapça bilmeyen insanların bu kitabı anlayabilmeleri için birilerinin bu kitabı farklı dillere çevirmesi gerekeceğini bilmiyor muydu? söylendiği gibi arapça aşırı derecede derinlikli ve zengin bir dil olduğu için, bu dilden diğer dillere sağlıklı şekilde çeviri yapılamıyorsa, bu durum o dil açısından bir dezavantaja dönüşmez mi? sonuçta yalnızca araplar için indiğine inanmıyoruz kuran'ın, öyle değil mi? bütün bir insanlık için gönderildiğini zaten kuran kendisi de söylüyor. din adamlarından aldığı talimatlarla hareket eden insanların, bu kadar yoğun yaşadığı bir toplum haline gelmemizin bir nedeni de bu mu acaba? sen zaten anlamazsın, sen okuma. ben senin için okuyup, sana anlatırım. eksik olmayın sayın hocam. ben kendim okurum. tanrı bana göndermişse bu kitabı, bir zahmet ben kendim oturup okuyabilirim.

    2. bir müteşabih ayetler meselesi var. bunu yazan da çok oldu. bu konudaki düşüncem aslında yazımı okuyunca anlaşılabiliyor. işte neden böyle bir şey var? ben yazımda bunu sordum. neden var bu ayetler? çok önemli konularda, hatta bu dünyaya dair meselelerde, bazı hukuki düzenlemelerin çerçevesini çizen ayetlerde bile var bu karmaşık anlatım. zina suçu işlenmiş, suçlulara ceza verilecek, ama gelin görün ki mutabakat sağlanamıyor. sonucunda adam öldürülecek mi? 100 değnek mi vurulacak? eve mi kapatılacak? netlik var mı? netlik yok. peki ne var. farklı hocaların farklı yorumları var. her hocaya göre kendisinin söylediği tartışmasız şekilde doğru. bunun neresini anlayamıyorsunuz, diye de soruyor bize. o kadar emin ki söylediği şeyden, farklı bir yorum duyunca öfkeleniyor. ama bunların hepsi yorum. ve iş bu yorumlara kalmış. çünkü ayetler net değil. peki bu neden böyle? bu arada zina suçu konusunda paylaştığım ayetlere bakılırsa aslında şöyle bir durum çıkıyor karşımıza. her ayetin tek bir anlamı var gibi görünüyor. problem bu ayetlerin birbirleri ile çelişki içerisinde olmaları. bu ayetlere müteşabih ayettir onlar, biz anlayamayız denilebilir mi bu şartlarda? bunlar başka bir sınıfa giriyor belki de. konu hakkında bilgisi olan varsa aydınlatabilir. buraya ekleyebilirim mantıklı bir açıklama gelirse.

    3. kuran'a ayet ayet değil bütüncül şekilde yaklaşılması gerektiğini söyleyenler oldu. bu söylemde haklılık payı olabilir. değerlendireceğim. ancak şu var ki din adamları da, kendisini dindar olarak tanımlayan çok sayıda vatandaşımız da özel günlerde kuran'dan ayet paylaşıyor. bu durumda bu tarz paylaşımların da yapılmaması gerekirdi bana göre. ayet değil, en azından sure paylaşın şeklinde bir uyarı yapan gördünüz mü şu ana kadar? tek başına bir ayet paylaşılmaz deniyor ama o ayet baştan sona okunduğu zaman bir mesaj içeriyor. surenin tamamını okuyunca sonsuz ceza kavramı ortadan kalkmış mı oluyor? ya da cariye meselesi çözülmüş mü oluyor?

    4. bir yazar arkadaşım hud-107'yi örnek göstererek ebedi cezanın tanrının isteğine bağlı olarak sonlandırılabileceğini söylemiş. umarım öyle olur. çünkü ben hiçbir insanın sonsuza kadar cezalandırılmasını mantıklı bulmuyorum. sonsuza kadar kavramı, üzerinde derin derin düşünülürse çok korkunç ve akıl almaz bir kavram.

    5. müslüman olmayan anne, baba ve kardeşler hakkında paylaştığım ayetlere dair gelen bir cevaba göre, bu ayetler onlara iyi davranılmasını ama dostluk seviyesinde bir yakınlık göstermekten de uzak durulmasını emrediyor. böyle yorumlanabilir evet ama sırf o dostluk etmeyin diyen ayeti okuduğu için, ya da bir yerlerde duyduğu için, ya da istismarcı bir insanın ailesi ile arasını bozmak istemesi sonucunda kulağına bu ayeti fısıldadığı için, anne babasına düşmanlık eden insanlar çıkması kaçınılmaz olacaktır bence bu şartlarda. bu iki ayet en azından bir arada ve tek bir ayet halinde inseydi, bu seviyede bir kafa karışıklığının yaşanması en başından engellenebilirdi diye düşünüyorum. peki neden böyle olmadı?

    6. --- spoiler ---

    allah çok iyi bilmekte, kimin ne kadar süre yaşasa, özünde iyi olup olmayacağını... zaten hak edeni, bir şekilde iman ile buluşturuyor. hak edeni, içinde hayır olanı, daha dünyada iman ile buluşturacağını zaten söylüyor kitabında.

    --- spoiler ---

    bir yazar arkadaşımız bunu söylemiş. 71 kişi de favlamış. ben de şunu sormak istiyorum. hak edenler bir şekilde iman ile buluşturulduğuna göre dünyadaki insanların yüzde 95'i bunu hak etmemiş (bu hesabın içeriği yazımda mevcut). peki bu milyarlarca insanın özünde hiçbir zaman iyi olmayacağını allah biliyorsa, onlar için böyle bir sınavı neden başlatmış olabilir? bu öz bu insanlara kim tarafından verilmiştir. çok hoşunuza gidiyor değil mi kendinizi o özel yüzde 5 lik dilimin içinde görmek. diğer insanların cehenneme gidecek olmalarından gizli bir mutluluk duyduğunuzu düşünüyorum.

    7.--- spoiler ---

    sorunun cevabı çok basit bir adamın elinde 14 mermisi olan bir tabanca olsa ve bir insanı mermisi bitene kadar vursa o kişiyi öldürmesi ne kadar sürer? 20–30 saniye hadi bilemedin 1 dakika yâni tüm eylemin toplam süresi 1 dakika diyelim şimdi hakim bu adama ceza olarak 1 dakika hapis cezası verse ne kadar mantıklı olur?
    --- spoiler ---

    böyle eğlenceli entry ler de girildi ve insan beynini bu kadar yoran bir meseleyi değerlendirirken arada bir dinlenmiş ve gülüp eğlenmiş olduk hep birlikte. teşekkür ederiz kendisine. temel hukuk ilkelerinin nasıl işletilmesi gerektiği konusundaki hayran bırakan mantık yürütme tekniği ve keskin zekası için kendisini ne kadar tebrik etsek az bence.

    suçluya, suçun işlenme süresi kadar ceza verilmesini kim savundu? 99999999999999999999999999999999999999999999999999999999999999999999999999999999........................... bu kadar yıl alevler içinde yanması mantıklı mı onu sordum ben.

    8. --- spoiler ---

    kafası biraz karışmış yazarın. değinecek bir çok husus var ama şu an mobildeyim, sadece kader ile ilgili kısma cevap vermek isterim. bakınız sevgili suserler , örnek ile açıklayacak olursam , bir yol ağzına geldin ve yol ikiye ayrılıyor, sağ ve sol tarafa, senin hangi tarafa sapıp yoluna devam edeceğini allah biliyor ama bunu allah ın bilmesi senin seçimini değiştirmiyor, sadece biliyor, sen kendi hür iradenle seçimini yapıyorsun ve devam ediyorsun.
    --- spoiler ---

    bu arkadaşımız da kader gibi karmaşık bir mesele hakkında, getirdiği dahiyane yaklaşımla hepimizi aydınlatmış. arkadaşım bu islam'daki en temel kader tanımı zaten. bunları bilmediğimizi size düşündüren nedir? insanların yüzde 95'inin (hesabın içeriği yazımda mevcut) cehenneme gideceğini bile bile yaratıcımızın bu sınavı başlatma sebebi nedir? verebiliyorsanız buna cevap verin.
  • sonuna kadar okuyan öteki dünyaya geçiyormuş diye duydum.
  • düşünmeyelim şimdi. ölünce görcez anyayı konyayı. aralarda derelerde gezmek en iyisi
  • bir kelime dahi atlamadan sonuna kadar okudum...

    genel çıkarımım arkadaşımızın düşüncelerinin platon’un tanrısal ve varoluşsal bakış açısına benzediği yönünde.
  • gezegende 4200 küsür din var ve bu dinlerin tanrıları... temel yanılgı mevcut ortadoğu kökenli din kitaplarının tanrı sözleri olarak kutsal kabul edilmesi... yaratıcının dini olmaz. insan beyni kutsal kitaplara ait sözlerin tanrı sözleri olamayacağını anlayacak kapasitedir.
    bu berbat kayalık gezegende hayata gelmek ve yaşayarak hayata tutunmak tüm canlılar için zor bir süreçtir. canlıların birbirini yediği boktan bir gezegen. üstüne üstlük bunca meşakkatin üzerine, sonsuzlukta bir göz kırpması kadar yaşanan bir hayatı sonsuza kadar cehennem ile cezalandırmak akıl alacak bir iş değildir.
    bu palavralar, temeli korkuya dayanan başta ortadoğu kökenli dinlerin uydurmasından başka bir şey değildir. millet din ile korkutulacak, din adamlarına muhtaç olacak ki din adamları, din üzerinden siyaset yapan politikacılar saraylarda varlık içinde yaşasınlar. bedelini her daim din ile uyutulan insanlar öder.
    einstein'in dediği gibi... insanoğlunun aptallığı sınırsızdır. milyarlarca insanın din tanrılarına inanıyor olması bu aptallığın en büyük kanıtıdır. ve bu sebeple insanoğlu 21. yy'da da halen karanlık çağdadır. dindarlık büyümemişliğin, olgunlaşmamanın, öldükten sonra tamamen yok olmayı kabul edemeyenlerin, hayatına bir anlam yüklemeye çalışanların işidir. yaratıcıya olmayan bir şeyleri yüklemek dinlerin işidir. kimsenin gerçekte bir şey bildiği yok.
    haa.. tanrının bir cenneti, cehennemi olamaz mı?.. isterse olur. ister diriltir, ister ölen öldüğü ile sonsuza kadar kalır. kimsenin yaratıcı adına söz söyleme, ahkam kesme hakkı yoktur.
  • oldukten sonra butun cezalar sacma.ceza nicin vardir? adam bir daha yapmasin diye. adam bir da zaten yapmicakki adam ölmus.
    rehabilitasyonun suyu mu cikmis ?
    yok bu ceza caydiricilik icinse tanrinin ortaya cikmasi lazim ki simdiki yasayanlar icin bir caydiriciligi olsun simdi kimse tanridan emin degilki bir de ustune cennet cehennemden emin olsun.
  • çok adildir.

    1 kadına tecavüz etmiş bir sapık, 30 yıl cezasını çekip dışarı çıkınca, iyi bir insana dönüşmüştür, diyemeyeceğimiz gibi; cehennemde 100 sene 1000 sene 10000 sene acı çeken bir kişiye ''tamam artık iyi bir insan oldu o...'' diyemeyiz.

    bu dünya hayatımız, aslında sonsuz şıklar ve olasılıklar, sonsuz sınavlar içinde, benliğimizin iyi biri mi yoksa kötü biri mi, olduğunun gösterildiği bir yer.

    yani koca 1 pasta düşünün, 50 senelik, 70 senelik hayatınız, o koca pastadan alınmış ufacıcık-ince bir dilim...yani siz, sonsuz şıklı, çok koca bir dünya hayatında yaşayacağınız-olacağınız bir kişinin, ''portatif'' halini görmektesiniz. 50 sene değil, 1000 sene, hatta 10000 sene yaşasaydınız da şerefsizseniz, şerefsiz olacaktınız. zalim bir yöneticinin 1000 sene sonra da yaşamaya devam etse, şerefsiz olmayacağının garantisini verebilir misiniz yooo??? hatta ölüm kendisine yaklaşmakta olsa bile, 70'inde 80'inde pisliğine devam eden, o'na bu'na tecavüz edebilen, para hırsıyla dünyaya daha da tutunup dünyayı pis beton yığını haline getirebilen, bir sürü yaşlıyı görmekteyiz...adam ''daha şunun şurasında kaç sene yaşayacağım'' demiyor da şerefsizliğe devam ediyor...varın bir de siz bu kafaların ''100 sene 1000 sene daha yaşarım'' zihninde olduğunu düşünün. eline çok daha uzun seneler geçse, hatta ölümsüzlük geçse, dünyanın efendisi olmak isteyecek, ve arzu ettiği karanlığı, sapıklığı, pisliği yaşatmak isteyecek; yahut o küçük hazları için doğruyu-adaleti-iyiliği satacak bir sürü insan var...50 senelik bir hayat için insanlar ne kadar şerefsiz oluyor da, insanların elinde 50.000 sene olsa, daha az azıtacaklarını mı sanıyorsunuz? yoo. daha şimdiden ufacıcık hayatlarında dünyanın peşinde bu kadar mahvolmuş pislenmiş haldeler. ''kısa süre sonra ölüm var'' desen işlemiyor. bir de adamın 50.000 senelik ömrü olduğunu düşünsene. daha 50 senesi için yapmayacağı pislik-şerefsizlik yok adamın...50.000 senesini garanti altına almak için, kim bilir kimler, ne şerefsizlikler haysiyetsizlikler yapar...

    yani boş yere ''50 senelik kötülüğün bedeli sonsuz cehennem mi yani?'' deyip durmayın. zira kimse size, dünyalık anladığınız anlamda, dünya yılı ile değerlendirildiğinizi söylemiyor. siz, benliğinizle ve hak ettiğinizle değerlendiriliyorsunuz. bu yüzden, fatır 37.ayet çok anlamlı. deniyor ki bu ayette: ''size, düşünenin düşünüp öğüt alanın öğüt alacağı kadar ömür vermedik mi?'' yani boş yere, ''ay ben 1000 sene yaşasam belki iman edecektim.'' veya ''iyi bir insan olacaktım.'' deme. ayrıca iyi insan olacaksan, al dakikalar, saatler, aylar zaten işliyor, şimdi iyi insan olunamıyor mu? (iyi insan olmak için, objektif ahlak yasasını bilmek gerek tabi...yani iyi insan, sizin kafanıza göre olan iyi insandır diye bir şey yok...size göre iyi olan bir davranış, başkasına göre kötü olabilmekte...yani ahlakı ancak, sizin ve diğer insanların dışında bir merci belirleyebilir. bu da evrendeki ayetlere iyi bakan gözler için, yaratıcı olduğu aşikardır...)

    zaten allah, cehennemliklerin, geri gönderilseler bile, her şeyi tekrar yineleyecek kişiler olduğunu bildiriyor. bakınız konu hakkında bir ayet: geri gönderilselerdi yasaklandıkları şeyi mutlaka yineleyeceklerdi. doğrusu, onlar, tam yalancıdırlar. (enam-27,28)

    allah çok iyi bilmekte, kimin ne kadar süre yaşasa, özünde iyi olup olmayacağını... zaten hak edeni, bir şekilde iman ile buluşturuyor. hak edeni, içinde hayır olanı, daha dünyada iman ile buluşturacağını zaten söylüyor kitabında. konu hakkında şu yazı okunabilir. zaten hak edeni, bir şekilde affedecek inşallah. kimin affa layık olduğunu, kimi affetmesi gerektiğini o çok iyi biliyor. siz rahat olun. tanrı'nın bilgisinin 1000'de 1 ine sahip olmayan zekanızla o'na akıl vermeye kalkmayın.

    sonsuz azap adaletsizlik mi? isimli şu yazıyı okuyabilirsiniz. (yazının sonundaki yorumlar da çok önemli)
  • ekranı aşağı doğru kaydırmak bile 20 saniye sürdü. durumu olup okuyana saygılar.
  • yaraticidan daha merhametli olduğumuzu gosterir

    buarada bi el atarsanız süper olur: #85625931
hesabın var mı? giriş yap