• 1975 yili yunus nadi armaganini kazanmis attila ilhan romani.eser, bir yandan 27 mayıs 1960 devrimini izleyen siyasal panoramayı çiziyor, bir yandan da balkan ve birinci dünya savaşları ile istiklal harbi olaylarından kesitler veriyor
  • attila ilhanin aynanin icindekiler serisi icinde yer alan nadide eserlerdendir.
    aynanin icindekiler kitaplarinin digerlerinde oldugu gibi, yasanan hersey buyuk bir aynanin icinde gorulmustur; ustelik ayna dumanlidir ve olmayan bir sehirde gezinmektedir.
    ama o olmayan sehirde, türk edebiyatindaki en sicak ask hikayelerinden biri, birinci dunya savasi, istanbul'un isgali ve 1960 ihtilali gibi yakin turk tarihinin onemli olaylarinin cercevesi icine yerlestirilerek anlatilmistir.
    gercekte amac tarihin yazilmasidir zaten. ama hem tarihi cerceve hem de ask hikayesi o kadar guzel kaleme alinmistir ki, bu ikisi romanda bazen birbirlerinin onune gecerler.
    kitabin keyfine tam varabilmek icin karakterlerle ilgili bilgi ya da fikir sahibi olmakta fayda vardir. bu nedenle attila ilhan romanlari icin iyi bir baslangic noktasi degildir. once kurtlar sofrasi, bilahare bicagin ucu okunmalidir. bence, basim tarihi sirtlan payi'ndan sonra olmakla birlikte o karanlikta bizin de okunmus olmasinda fayda bulunmaktadir.
    dersaadette sabah ezanlari ve yaraya tuz basmak sirtlan payi'ndan once ya da sonra okunabilir.
  • bıcağın ucu'nu okuyan bir bünye için adnan menderes asla eskisi gibi olmayacaktır, yani sağ görüşlü ve sözde liberalist dayınızın size anlattığı gibi olmayabilir herşey.
    sırtlan payı'nın okuyan bir bünye içinse aslında bu ülkede hiçbir kurum eskisi gibi olmayacaktır, yani bu ülkeyi hep asker kurtarmıştır diyen amcanızın dediği de çok geçerli olmayabilir.
    al birini vur ötekinedir.

    not: yukardaki entrideki amca ve dayının gerçek kişilerle ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur. onları ben büyük bir aynanın içinde gördüm. üstelik ayna dumanlıydı ve olmayan bir ailenin içinde geziniyordu.
  • attila ilhan'ın aynanın içindekiler nehir roman serisinin ikinci romanı.

    "suat'ın gönlünde bir anda, binlerce ağaç çiçek açmıştı. içeriye, bir aynanın parlak yüzeyinden, ardına geçiyormuş duygularıyla girdi yine. belli belirsiz gülümsüyordu. farkında bile olmadan, deniz üstü odalardan birisine daldı, pencerelerden birisinin önünde durdu. gözlerinin bütün menekşe rengi yorgunluğuyla sessizce boğaz'ı kucakladı. arkasından, fısıltıya çok yakın bir sesle:
    - evim, dedi.
    yoksa sınıfı onu geri mi almıştı?"
  • aylardır okuyup henüz bitirebildiğim bu kitap, bundan önceki(attila ilhan külliyatını sırayla okuyorum) kitaplarda şırıl şırıl akıp giderken cılız bi akışla yordu. muhtemelen benden de kaynaklı olabilir ama kitap bitince altını çizdiğim, ucunu katladığım yer yok gibi mesela...

    kasıntı bi aile topluluğunun, miralay ferid hariç, sıkıcı bir tarih kesiti olan menderes ve 60 ihtilâline denk gelen dönemde olan biteninin anlatılması da kitapta bu yönlü kanı'mın oluşmasında etkisi olabilir...

    fazlaca yorum da yok kitap hakkında, önden bakıp okuyacaklar olursa bence diğer attila ilhan romanlarından farklı bi haz (cılızlığı) yaşayabilirler, benim gibi.
  • kaptan'ın bir sözü vardı, ara sıra söylerdi, "bu memleketi aydınlar batırır, halk kurtarır!.." gibi bir şeydi...

    gece birden sonra uykularda yer bulmak zorlaşınca, ne yapayım ne edeyim de uykum gelsin diye düşündüm, tuttum sırtlan payı'nı aldım elime. yarım saat- bir saat var ki, şöyle bir karıştırıyor, altını çizdiğim cümlelere bir kere daha kafa yoruyordum. ne buldum dersiniz, kaptan'ın daima tekrarladığı sözünü. mühendis ahmet ziya, o tantanalı 60'ların başında, suat'a şöyle söylüyor:

    "bu ülkeyi iki yüz senedir aydınlar batırır, halk, canını süngüsüne takıp kurtarır, işin aslı bu!.."

    fakat asıl dikkat çekici olan, kuva-yı milliyeci ahmet ziya'nın, bu tespitin hemen ardından şu cümleyi eklemesi:

    "solcu aydınlar, istihsalde ve kültürde, mustahsil ve ameleyle birleşmedikçe hakiki bir inkılabın objektif şartları doğmayacaktır."

    ahmet ziya ne kadar haklı, ondan bu tarafa değişen pek bir şey de yok gibi. memleketi yine "aydın" dediklerimiz batırdılar ve memleket kurtulacaksa yine o canını süngüsüne takan halk tarafından kurtulacak. ve elbette bu kurtuluş hakiki bir kurtuluş olsun, gerçek bir devrime evrilip bizi, gâzi'nin o yüzyılın başında gösterdiği "çağdaş uygarlıklar seviyesi"ne taşısın istiyorsak, onun da yolu belli: aydınlar, üretimde ve kültürde işçi ve köylüyle birleşecekler!..

    yoksa 200 yıldır izlediğimiz filmin yeniden başa sarması pek muhtemel!..
hesabın var mı? giriş yap