• ufak bir kaç nüans hariç tamamına katıldığım tespit. modern dünya "seküler"liğe duyulan inanç etrafında kurulmuştur. haliyle böyle bir baskının olmadığını söylemek ya bir yalandır ya da bilgisizliktir.

    edit: ilerleyen entry'lerde gördüğüm kadarıyla artık bilgisizliği de aşmış ciddi bir cehalet var, o açıdan entry'i düzenleme gereği duydum. şimdi öncelikle bir kaç noktadan bahsetmekte fayda var.

    1. sizin "benim çalıştığım yerde böyle bir şey yok" demenizle seküler mahalle baskısı yok olmuyor. böyle bir akıl yürütme olamaz. önce bir sosyolojik yöntem nedir, ne değildir onu öğrenin; ya da bu tarz başlıklara yazmak yerine futbol konuşulan başlıklara doğru yol alın.

    2. "ramazanda oruç tutmayana yönelen baskı, mini etekliye duyulan öfke..." arkadaşım önce bir sakin ol ve o klavyeyi yavaşça yerine bırak. bu başlıkta muhafazakar mahalle baskısı yoktur demiyor. seküler bir mahalle baskısının da bir fenomen olarak toplumda görüldüğünden bahsediyor.

    3. seküler mahalle baskısı, seküler mahallelerde görülen baskıyı imlemiyor. olayı baştan yanlış algılıyorsunuz. kamusal alanlarda var olan "seküler" bir baskıyı imliyor. yani seküler orada bir sıfat değil, isimdir.

    4. bir önceki maddenin devamı olarak, "o zaman siz de seküler mahallelere gelmeyin canım" demek başlı başına seküler bir baskının olduğunu bilinçsizce dışa vurmak demektir. şunu diyor bu adam aslında, "biz kamusal alanları kendi varlığımızla ele geçirmiş ve sosyal ilişkilerimizle var ediyor, yeniden üretiyor durumdaydık. bu muhafazakarlar da nerden çıktı? bunların bize ait olan alanlara girmesinden rahatsızız. bu yüzden de baskı uyguluyoruz."

    5. lakin burada anlaşılması gereken şey şudur ki, hiçbir kamusal alan herhangi bir zümreye ya da gruba ait değildir. toplum sosyo-ekonomik durumuna göre semtlere dağılıyor doğru, fakat sen hangi hakla kadıköy'ün, şişli'nin ya da ankara'da çankaya'nın kendine ait olduğunu iddia edebiliyorsun? bu durumun arkasında kendi bölgesini çişiyle işaretleyen hayvanların paylaştığı ilkel bir dürtü var. ve bu öteki üzerinde bir tahakküme, yani baskıya yol açıyor.

    bu kısa girişten sonra sanırım meselenin kalbine doğru yol alabiliriz. mahalle baskısı denen kavram ilk defa rahmetli şerif mardin tarafından ortaya atılıyor, ve türk modernleşmesine içkin bir kavram. yani batıda gerçekleşmiş olan modernleşmeyi olduğu gibi alıp türk coğrafyasına uyarlayamayız. kendine münhasır, özel bir modernleşmeye sahibiz ve dolayısıyla bu alana ait yeni kavramlar üretmemiz gerekiyor.

    şerif mardin, mahalle baskısını osmanlı'daki mahalle kültüründen başlatıp; cami, hoca, dini kitaplar ve mahallenin havasını oluşturan o sosyal-psikolojik ortamın türk modernleşmesi ile girdiği çatışmanın, uyumsuzluğun, güçler savaşının bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylüyor. ona göre, hocanın otoritesinin yerine öğretmen geçiyor ve bunun akabinde mahalleyi oluşturan unsurlar olarak okul, öğretmen, ders kitapları ön plana çıkıyor. fakat mardin, bu güçler savaşını öğretmenin kaybettiğini ve mahalle baskısı denen o kavramın toplumsal bir fenomen olarak siyasi otoritenin de üzerinde olduğunu söylüyor. yani mardin'e göre, mahalle baskısı siyasi otoriteyi de zorlayabilir, kendine tabi kılabilir.

    ben tam da bu noktada, haddim olmayarak farklı bir görüş dile getireceğim. görüş de denmez ya, belki sadece doğruluğu ya da yanlışlığı test edilmemiş bir hipotez. bana göre türk tipi modernleşmeye ait olan bu mahalle baskısı 1923 ile başlayan yeni devlet ideolojisinin gölgesinde serpilip gelişmeye başlıyor. muhafazakar zümre devletten ve kamusal alanlardan her uzak tutuluşlarında, git gide kendi mahallelerine kapanmaya başlıyor ve bir grup kimliği geliştiriyor. hegel'in diyalektiği uyarınca da bir bakıma resmi ideoloji islam'ın siyasi unsurlarının oluşacağı zemini hazırlıyor, onları bilinçsizce besliyor. 90'lı yıllara gelindiğinde, bu devletten uzak tutma eylemi artık sosyal hayatın gelişmesi ile birlikte de saklanamaz, göz ardı edilemez bir seviyeye ulaşıyor. 40'lı, ya da 50'li yıllarda resmi ideolojinin muhafazakar kesim karşısında uyguladığı baskıyı ancak tarih kitaplarından öğrenebilecekken, ve eğer hiç okumamışsak "yalandır" diyip geçiştirebilecekken; 90'lı yılların baskısına kısa bir internet araştırmasıyla ulaşabilir hale geliyoruz. teknolojik ilerleme, ve bu ilerlemenin tahakküm altına alınamaz yayılımı ile birlikte devlet aygıtının baskısı gizlenemez bir konuma ulaşıyor ve içten içe kaynayan muhafazakar öfke gerek belli zamanlarda** kolektif bir şekilde patlayarak gerekse de 1995'te ve 2002'de siyasal otoriteye yol vererek kendine bir alan açmaya çalışıyor.

    açıkçası 2002'de akp ile başlayan süreç türkiye'de katı modernizmin, ya da diğer bir deyişle türk tipi modernleşmenin direği olan kemalizmin kırılması olarak okunabilir. fakat bu katı modernizmin kırılmasından da önemli olan bu durumun sonuçlarıdır. muhafazakar zümre, resmi devlet ideolojisinin onlar üzerinde uyguladığı tahakkümü kaldırması sonucu; kapatıldıkları, hapsedildikleri mahallelerden kamusal alanlara çıkmaya, topluma dahil olmaya ve sisteme entegre olmaya başlıyor. bu türk muhafazakarlığı açısından da göz ardı edilemez, çok mühim bir başarıdır. zira yüzyıllar boyunca mahallelere, radikal ideolojilere, ve nostaljik bir gelenek özlemine hapsedilmiş olan muhafazakar cenah; modernleşip, artık kamusal alanlarda kendini ifade edebilir, çağı okuyabilir ve yönetebilir hale gelmeye başlıyor. bu minvalde benim iddiam şudur, hali hazırda muhafazakar bir mahalle baskısı yoktur demiyorum. fakat bu muhafazakar baskı 50 sene öncesine kıyasla fevkalade azalmıştır. sivas'ta bir otelin yakılmasıyla, mini etekli kadının uğradığı münferit saldırılar kıyaslanabilir baskılar değildir. ikisi de olmamalı evet ama, ülkenin nereden nereye geldiğini görün diye bu örnekleri veriyorum. dolayısıyla farklı gruplar ve kimliklerin üzerindeki devlet baskısı azaldığı ve kamusal hakları güvence altına alındığı sürece mahalle baskılarının da azalacağı, yok olmasa bile sönümleneceği kanaatindeyim.

    tekrar söylüyorum, bunu anlamakta zorlanıyorsunuz ama, türkiye 30 sene öncesine göre kamusal alanda hareket etmenin çok daha özgür olduğu bir ülkedir. bana inanmıyorsanız, 80'li yıllarda çekilmiş türk filmlerini açıp izleyin ve mahalle kültürünün birey üzerinde nasıl baskın bir unsur olduğunu görün. o yıllarda toplum kendi özel alanına hapsedilmiştir ve aynı viktorya döneminin avrupasında olduğu gibi erotizme duyulan furya da buradan patlak vermiştir. burada atıp tutanların hiçbiri çarpık kentleşmenin olduğu; şehrin, mahallenin, dinin, devletin ve otoritenin çorba gibi birbiri içinde çözüldüğü, at izinin it izine karıştığı o dönemlerde yaşamak istemezdi. yine günümüzdeki kadın cinayetlerindeki artış da bu modernleşmenin bir sancısıdır. geriye gidildiği anlamına gelmez, bu bir geçiş sürecidir. 30 sene önce yalnızca üst zümrenin kadınlarına ait olan bireyleşme hakkını bugün alt kesimden kadınlar da zor da olsa elde etmeye başlıyor. eskiden bu, kadının teklif dahi edemeyeceği bir şeydi.

    şimdi asıl konuya seküler mahalle baskısına gelelim. zira muhafazakar mahalle baskısını anlamadan seküler mahalle baskısını anlayamıyoruz. geçmişte, seküler mahalle baskısı diye bir şey yoktu. sekülerlik hali hazırda modern devlet tarafından resmi ideoloji olarak benimsendiğinden dolayı muhafazakar adam zaten kamusal alana kolay kolay dahil olamıyordu. o dönemdeki yani 2000 öncesi baskı, devlet aygıtının uyguladığı bir baskıydı. fakat 2000 sonrasında devlet aygıtının bu baskıyı ortadan kaldırması ile birlikte, seküler yaşam tarzına sahip on yıllar boyunca kamusal alanlara hükmetmiş ayrıcalıklı toplum kesimi, sırtlarını yaslayacakları bir direk bulamadı ve aynen zamanında muhafazakar kesimin yaptığı gibi kendi içlerinde bir grup kimliği oluşturmaya, kamusal alanın güvensizliği ve kaybedilmişliği karşısında kendi mahallelerine, özel alanlarına çekilmeye başladı. bunun sonucu olarak da muhafazakar kimliği ile modern dünyada kendini var eden kesime karşı bir korku doğdu. seküler mahalle baskısı bu durumun bir sonucudur. zira seküler kesim, kamusal alanda kendini var etme başarısınının ancak ve ancak modern hayat unsurlarının benimsenmesi ile başarılabileceğini düşünüyordu. muhafazakar kimlikle kendini var edenleri gördükten sonra kendi durumlarına karşı da şüphe ile yaklaşıp dillendiremeseler de bilinçaltı bir süreç olarak kamusal alanların kaybedileceği korkusunu yaşamaya başladılar. özellikle 2010'lara kadar yapılan yoğun cumhuriyet mitingleri bu endişeli halin bir tezahürüdür. devlet aygıtının 2012'lere kadar sürdürdüğü seküler yaşam tarzı üzerindeki söylem ise, nasıl zamanında resmi ideoloji muhafazakar mahalle baskısını büyüttüyse, aynı şekilde bu sefer de bu söylem seküler mahalle baskısını besledi; ve bu baskı 2013'te gezi olayları ile patladı. devletin bu söylem türünden kaçınması ise, gezi olayları ile sonuçların ne kadar ciddi olabileceğini görmesi ile başlar.

    sonuç olarak toplum içine bir miktar su doldurulmuş balon gibidir. neresinden sıkarsanız diğer tarafı şişmeye başlar. biz baskının bir çözüm olamayacağını,kamusal, siyasal her türlü alanda demokratik katılımın, temsilin bir zorunluluk olduğunu bu yüzden söylüyoruz. fakat kamusal alanları fethedilecek alanlar olarak gören ve ötekine yaşam alanı tanımayan 2000 öncesi resmi ideolojinin artığı olan bir toplum tabakası komikli bakınızlar vererek, ve işi mizaha alarak uyguladıkları baskıyı göz ardı edebileceklerini sanıyor. seküler mahalle baskısı vardır ve en az muhafazakar mahalle baskısı kadar gerçektir.

    filmlerin linkini vaktim olduğunda koyacağım. tarihi kendi 20-30 senelik yaşamlarından ibaret sananlara, geçmişin ne olduğunu hatırlatmanın en kolay yolu sanırım bu.
  • sadece duygusal olarak hissedildiği iddia edilen baskıdır.
    tersi durumdaki fiziki müdahaleler yanında lafı bile olmaz.
  • (bkz: mahalle yanarken orospu saçını tararmış)

    edit: şairin burada kime orospu dediğini anlayabilecek kimse var mı aramızda, bilmiyorum.
  • yok denecek kadar azdır.
  • her yaş grubu için kendi cihetinde hissedilebileceğini düşündüğüm, gördüğüm durumun bazılarının örneklerle izahatı yapılmış olan durumun başlık içerik bütünüdür.

    durum doğaldır. her toplum kendi değerlerine uymayanı 'öteki' görür kendince. kimi zamanla rayına oturur sentez olur; kiminde biri diğerine baskın gelir, biri galip olur*.

    bunu yadırgamak doğru mu yanlış mı tartışmasına girmek boştur zira doğru-yanlış kavramı da değişir. kimsenin ruhu incinmesin, kalbi kırılmasın, burnu kanamasın.
  • gordugum kadariyla turkiye'de yeterli degildir, artmasi gerekmektedir.
  • çevreme baktığımda kesinlikle olduğunu gözlemlediğim durum. hatta yakınlarda sevmedikleri bir dindar arkadaşı tamamen izole ettiler şirkette. sebep de çocuğun cumadan cumaya namaza gitmesi. gerçekten modern ve çağdaş olduğunu iddia eden kişilerin bu hareketlerine anlam veremiyorum. beni şahsen kime taptığı ilgilendirmiyor.

    içkili bir partide çocuk içmeyip kenarda kendi halinde takılıyor diye arkasından demediklerini bırakmadılar. bir kaç kişinin de işten atılması için kulis çevirdiğini düşünüyorum ama emin olamıyorum.
  • (bkz: oksimoron)
hesabın var mı? giriş yap