• "reddedilemeyecek bir felsefi teklif" alt başlıklı çetin balanuye kitabı. ayrıntı yayınları'ndan henüz çıkmış.

    tıpkı mutluluk gibi “kendiliğinden istendik” ya da “kendi başına iyi” türde bir kavram olan “sevinç” konusunu didik didik inceleyip "sevince dönüşmüş bir varlık" olabilmeyi başarmış spinoza'yı rehber kılan balanuye, kitabında sevinç duymakla yetinmeyip sevince dönüşmeyi başarmamız gerektiğini ileri sürüyormuş: "sevince dönüşmek olanaklıdır ve bunu gerçekleştiren herkes hem kendisi hem de başkaları için en iyisini yapmış olur."

    acayip ilginç bir kitaba benziyor.
  • en yakın zamanda okumak istediğim kitap. zira benim böyle hocam olsa elini sıcak sudan soğuk suya sokmam, kitap yazmışsa da hemen alır okurum. gönül ister ki oturup kitabı konuşalım derste ama simdilik maalesef...

    tabii önce etika okumadan okunmaz bu kitap. zira spinoza için sevinçler, kederler başka şeyler...
  • bu hafta okudum, akıcı anlaşılır bir dilde ,spinoza'yı gündelik hayatta yaşadığımız tecrübelerle buluşturabilmiş.son zamanlarda okuduğum güzel kitaplardan.
  • çetin balanuye'nin okuması lezzetli eseridir. spinoza'nın bizlerden yıllar evvel keşfettiği gerçeklerin aslında hayatımızı ne kadar konforlu hale getirebileceğini gözler önüne sermekte bu kitap. aşkıncılık, insan merkezci özgür iradecilik ve erekselcilikten kurtulan bir zihnin artık nefret, kin, keder gibi duygularla kirlenemeyeceğini ve dolayısıyla bu temizliğin bizi ''sevince'' ulaştıracağını söylemekte. gerçektende bu eskimiş düşünce kuruntularından kurtulmak bizi öfke duymak yerine anlamaya yönlendirmektedir. fakat kitap neden üzülmemeliyiz veya nasıl mutlu olmalıyız sorusuna yanıt vermek konusunda eksik. belirlenimci bir düşünce tarzıyla nasıl ''öfkenin'' anlamsız bir duygu olduğunu keşfediyorsak aynı yöntemle ''mutluluk'' veya ''üzüntü'' gibi duyguların da anlamsızlığına ulaşmamız kaçınılmazdır. geriye tek bir insan modeli kalıyor:
    (bkz: nötr)
  • kitapta bana en yakın bulduğum düşüncelerden biri, balanuye’nin spinoza felsefesinde bu uzak durmamız istenen varsayımlara dair konuları açıklarken yer verdiği, doğada ve aslında evrende her şeyin eşit olduğu meselesiydi. öyle bir canlı türüyüz ki, dünyadaki her şeyin insan için var olduğu, her şeyden üstün olduğumuz ve dolayısıyla bizi ayrıcalıklı kılan “özgür irade”mizle bizim dışımızdaki (özgür iradesi olmadığına karar verdiğimiz!) diğer canlılara (cansızları zaten hiç saymıyoruz) canımızın istediğini yapma hakkına sahip olduğumuz gibi bir kendini bilmezlikle dünyanın canına okuduk, okuyoruz. bunu yaparken en büyük kötülüğü de kendimize yapıyoruz aslında. oysa doğadaki herhangi bir varlık olarak, aynı bizim gibi başka bir varlık olan bir taş parçasından, bir kum zerresinden hiçbir farkımız yok. doğayı, doğada etkileşimde bulunduğumuz canlı-cansız tüm varlıkları, bu etkileşimleri ve sonuçlarını anlama çabasının bizi daha güzel bir dünyaya götüreceği konusunda spinoza ile tam anlamı ile buluştuk.
  • kitabı birkaç ay önce okumuştum. kitap genel anlamda iyi diyebilirim.
    yazar spinoza'nın yazılarından yola çıkarak, nedensellikler zincirini anlamlandırdığımızda, önkabullerimizden kurtulabileceğimizi anlatmaya çalışıyor. aslında hayatta olan biten her şeyin bir belirlenim içerisinde olduğunu belirtiyor. tanrı ve doğadan anlamamız gereken şeylerin aynı olduğunu, sürekli bizi gözetleyen, durumumuzu not tutan aşkıncı bir düşüncenin bizi sevinçten alıkoyduğunu anlatıyor. doğa/tanrı kavrayışımız arttıkça sevincimizin de artacağını belirtiyor yani doğayı/tanrıyı gerektiği gibi kavrayabilirsek bunun bizi sevince götüreceğini anlatmaya çalışıyor.

    tabi bu arada seçimlerimiz konusunda sanılanın aksine patron olmadığımızı görüyoruz. yani özgür iradenin olduğunu sansak ta aslında bu kavramın olmadığını görüyoruz. bun uda bir takım örneklemeler ile dile getiriyor yazar. insanın, diğerleri ile karşılaşmalarından doğan etkileşimlerden oluşan bir varlık olduğunu görüyoruz. peki spinoza felsefesinde özgür irade nedir. alıntı yaparak bunu cevaplandırırsak

    “ancak ve yalnızca kendisini belirleyen zorunlulukların, nedenselliklerin ya da etkileşimlerin farkına varmak anlamına gelir”.

    işte özgür irade budur. belirlenimlerin farkında olmak.

    erekselci bir bakış açısının da yaşama sevincini söndüren bir durum olduğuna vurgu yapıyor. bir ereğe varmak için tüm hayatımızı kederli bir hale getiriyoruz diyor. bu da insanın yaşama sevinci önündeki en büyük engellerden biri oluyor haliyle.

    kısaca aşkıncı,erekselci kafadan kurtulmamız gerektiğine dikkat çekiliyor. son olarak bir alıntı ile bitireyim

    “etkin bir güce dönüşmek ancak var-kalma çabamızı çeşitlendirerek ve bu arada diğer varlıklarla karşılaşma fırsatlarını değerlendirmekle olanaklı; bu başarıldığı ölçüde sevinçli duygulanışlarımız artmakta, eşzamanlı olarak da etkileme gücümüz çoğalmaktadır.”
  • yaşamı bir tür sevinç olarak kabul etmesinden.spinoza paralelcidir; idea dünyasıyla gerçeklik arasında tam bir uyum olduğunu düşünür. idea dünyasında ruh dediğimiz şey gerçeklikte bedendir.ona göre var olan her şey varlığını devam ettirmeye çabalar.bu çaba herşeyin özüdür ve bu özün en etkin nedeni tanrıdır.şeyler de tanrıdan aldıkları bu özü yaşamları boyunca diri tutmaya çabalarlar.varlığını devam ettirmek için gereken maddelere sonsuz bir iştah duyar.bu çaba zihne atfedildiğine irade adını alır.iradesiyle iştahı arama eylemine ise arzu denir. zihnin arzuya ulaşmasıyla sevinç elde edilir.yani sevinç aslında zihni etkin hale geçiren edilgin durumdur. sonuç olarak varsan ve varlığını devam ettirebiliyorsan mutlusun aslında.varlığına karşı olan bir tehdit seni kedere düşürebilir sadece.
  • bi çırpıda okunabilecek bi eser. bunu elbette kavramları açarken yazarın eseri başından geçen olaylar/deneyimler ve kitap/film gibi orneklerle bezemesinin tesiri çok. aslinda hayat ne kadar bitmek bilmeyen acilar izdiraplarla dolu olsa da hayatı katlanilabilir/yaşanılabilir kılmak için "sevince dönüşme"nin bi imkan oldugunu gösteriyor. bunun modern zamanlara özgü acelecilikle gerçekleşmeyeceğini dingin bi halin oluşumu ile vucuda geleceğini belirtiyor. daha çok kitap bireysellik özelinde yoğunlaşsa da toplumsal durum için de onerilerde bulunuyor.
    sonuc olarak karşılaştığımız bazi durumlarda conatus(var kalma çabası)umuza, karşıdakine tepki olarak gösterdiğimiz ofke, kin, nefret, haset vs. gibi kederlenmemize yol açacak duygu durumlarından kurtulmamızın ancak ve ancak yalnız "anlama" ile çözüme kavuşacağını söylüyor. yani boyle bi durum hasıl olduğunda -ilk olarak- vidyoda kızına araba sürmeyi öğreten babanın sabırsız ve ne diyeceğini bilemez bi halde nalet olsun (bkz: sebebi neydi ki) tepkisini gülerek anımsayarak gevşeyebiliriz. ayrıca ikiz terzinin hikayesi enfes.
  • bir çırpıda bitirdim.

    aslında önce spinoza’nın ethica adlı eserini okumak, sonra üzerine cila olarak bunu okumak daha iyi olabilirdi belki ama neyse böyle de iyi oldu.

    *

    kitap sevinç duygusunun geldiği gibi kaybolup gitmesi yerine onu kalıcı kılmayı sorgulamış. sevinç duymakla yetinmeyip sevince dönüşmeyi anlatmış.

    böyle bakınca “kendine yardım” kitapları gibi gözükebilir ama değil.

    işte bu konuları didik didik inceleyen benedictus spinoza’nın görüşünü didik didik incelemiş yazar.

    *

    dünya görüşlerimizin temelini oluşturan varsayımlar var. spinoza sevinç düşmanı bu varsayımları (din, günah korkusu…vb) tek tek ortaya çıkarmış ve onları sevinçli başka varsayımlarla değiştirme yoluna gitmiş.

    *

    yazar kendi başına gelen bir olayı anlatmış. ellerinde siğiller varmış. babası ellerine dokunup dua etmiş, ertesi gün siğiller geçmiş.

    mucize gibi gözüküyor olabilir ama esasen olan plasebo etkisi.

    “iyileşeceğine yönelik güçlü bir inanç ve beklentinin geliştiği bazı vakalarda, hastanın durumunda tıbbi müdahalenin marifeti olmayan bir iyileşme ortaya çıkabilmektedir.”

    örneğin; ikinci dünya savaşı’nda yaralanan askerlere artık verecek morfin kalmayınca doktorlar morfin diye tuzlu su vermişler. onu morfin sanan yaralı askerlerde iyileşme gözlenmiş.

    yazar için de benzer bir şey olmuş, ama altında tıbbi açıklaması da var:

    ödül beklentisi içinde olduğumuz her durumda (örneğin, iyileşme beklentisinde) beynin dopamin salgılamaktan sorumlu bölümü etkinleşiyor, artan dopamin salgısı bağışıklık sisteminde yer alan beyaz kan hücrelerini baskılıyor, zamanla beyaz kan hücreleri azalıyor ve siğil denilen tümör dokuları kayboluyor.

    iskender de bir savaşta savaşı kaybedeceğini düşünüp umutsuzluğa kapılmış. uykusunda gördüğü rüyayı bir yorumcuya yorumlatmış. rüya yorumcusu savaşı kazanacağını söylemiş ve iskender gerçekten savaşı kazanmış. yani “sevinçli motivasyon”

    “elimizden en sık tutan duygu keder ise şayet, onunla el ele gideceğimiz yolun sonunda, bizi yenilgiden başkası bekliyor olamaz. oysa sevinç ve coşku, hemen her zafer yolunda atılmış en doğru ilk adımdır.”

    *

    kendimizi zihin ve beden diye ayırmamamız gerektiğini söylüyor spinoza. “ona göre gerçekliğin ‘düşünce’ ve ‘madde’ diye birbirinden tümüyle farklı iki kaynağı yoktur. doğa/tanrı, olmakta olan ne varsa onun ‘tek’ kaynağıdır ve sonlu varlıklar bu tek kaynağı türlü biçimlerde kavrayabilirler. bu farklı kavrama biçimlerinden biri ‘zihinsel’ yani düşünce yoluyla gerçekleştirilen soyut, cisimsiz ya da tinsel bir kavrayıştır. diğer kavrayış biçimi ise ‘maddi’ yani fiziksel yollardan gerçekleştirilen, somut, cisimli ya da bedenli bir kavrayıştır.”

    ayrıca tanrı ve doğayı da ayırmıyor spinoza. ikisini bir görüyor.

    tanrı’yı da aşkıncı bir yaklaşımla bütün evreni ve varlıkları aşan, en üstte görmüyor.

    *

    benim için en civcivli konu: özgür irade.

    spinoza’ya göre özgür irade sahibi değiliz. tanrı/doğa da değil. tanrı/doğa kendi zorunluluklarını yerine getiriyor. insan da başka bedenlerle (başka bir insan olabilir, hayvan olabilir, bitki olabilir…vb) karşılaşıyor ve onlardan etkileniyor.

    özgür irade şöyle tanımlanıyor kitapta: “bir varlığın eylemlerindeki ilk, tek ve belirleyici nedenin kendisi olması”

    örneğin;

    a ve b adında iki farklı birey olduğunu düşünelim. a, b’yi itiyor. b düşüyor. b’nin düşmesi özgür iradesi ile olmadı diyebiliriz rahatlıkla. çünkü eylemi gözlemledik.

    a, b’ye oyunu x partisi’ne vermesi içn propoganda yaptığında ve b oyunu x partisi’ne verdiğinde ise bunun özgür iradesiyle olduğu zannına kapılıyoruz. halbuki yooo.

    yazar da diyor ki: “gözlemlenemez etkileşimlerin sonucu olan gözlemlenebilir eylemlerimize özgür iradenin bir seçimi diyoruz.”

    kendi seçimimiz olmayan pek çok davranışımızı kendi seçimimiz sanarak davranışımıza gerekçeler uyduruyoruz.

    deneyler yapılmış. örneğin bir hastanın başına, rızasını alarak elektrotlar yerleştirilmiş. uzaktan kumanda ile gönderilen sinyaller sayesinde hastanın başını oynatması sağlanmış. hasta, başını neden çevirdiği sorulduğunda “bir ses duydum.”, “yatağın altına bakacaktım.” gibi şeyler söylüyormuş. “yorumcu beyin” deniyormuş buna.

    yani zihnimiz bize sürekli hikaye anlatıyor. en büyük hikaye de özgür irade olabilir.

    bu konuda bir kitap için (bkz: incognito)

    seçimlerimizin patronu olmadığımız gerçeğiyle yüzleşmek spinozacı bir sevinç olabilir.

    *

    spinoza’ya göre yanılsamalarımızdan özgürleşmemiz gerekir. örneğin insan olarak kollarını kanatmış gibi kullanıp uçamayacağını bilirsen uçamıyorum diye üzülmezsin.

    *

    evrenin eşsiz bir tasarım olduğu ile ilgili olarak da yoo yok öyle bir şey deniyor. çünkü “bu evreni tam olarak neyle kıyaslayarak onun kusursuz bir düzene sahip olduğunu söyleyebiliriz?”

    bu konuda bir kitap için (bkz: the god delusion)

    *

    mutluluğa ulaşmak/ilerlemek gibi kavramların evrende olmadığını anlatıyor kitap.”evrende hiçbir varlık tekrar eden (yinelenen) devinimler dışında hep ileriye denecek türde bir ulaşma çabası içinde değildir. ne rüzgarın, ne yağmurun, ne sincapların ne de her mevsim bir oraya, bir yeniden buraya göç eden kuşların özel bir ulaşma ereği vardır: var-kalmak için çabalamanın sıradan hali! yaşama direncinin gerektirdiği zorunlu yer değiştirmeler…varlıklar arasında yalnız biz kederli insan varlıkları, ‘ulaşmak’tan ‘ilerleme’yi anlarız.”

    var kalmak için örneğin okul bitiren, ayrıca yabancı dil öğrenen bir kişi, diğer yanda okul bitiren ayrıca iki yabancı dil öğrenen bir kişi. ikincisi daha etkin bir güce dönüşmüş ve bu açıdan var kalma çabasını güçlendirmiş. var kalma çabamızı çeşitlendirerek sevinçli duygularımızı arttırırmışız. aynı zamanda etkileme gücümüz de artarmış.

    *

    peki toplum içinde nasıl sevinçli, erdemli kalacağız? spinoza'nın nasıl sorusuna verdiği yanıt şöyle:

    1- doğa/tanrı’ya karşı sevgi, olumlama ve merak tavrını olabildiğince çoğalt.

    2- bu tavrın insanlar arasında olabildiğince yayılması için etkide bulun.

    3- etkide bulunmanın en iyi yolunun, her insanın kendi karşılaşmalarına taraf olan tekil şeyleri akılları yettiğince bilmelerine ve eyleme güçlerini artırmalarına olanak verecek bir toplumsal özgürlük için çalış.
hesabın var mı? giriş yap