• her ekonomik büyüme süreci toplam gelirin, yatırımların ve tüketimin artması anlamına gelir (q=y, y=c+i). bu artan yatırımlar içerisinde sanayi yatırımlarının da artması söz konusudur. ancak ülkemiz sanayi yatırımlarında kullanılması gereken ara malları, örneğin üretim makinelerini büyük ölçüde kendi üretememekte, bu nedenle sanayi yatırımlarının ve ihracatının arttığı büyüme sürecinde ithalat ve döviz giderleri de paralel olarak artmaktadır. buna bir de hammadde ve malzemelerin, ayrıca ithal tüketim mallarının oluşturduğu döviz ihtiyacını da ekleyebiliriz, ama burada asıl etken yatırım araçlarının dışarıdan temin edilmesinden dolayı oluşan döviz açığıdır. bu beraberinde dış borçlanmayı da yarattığı için, bu borçların faizleri de ayrıca döviz açığı üzerinde arttırıcı etki yapar. üretime dönük yatırımlarda kullanılan araçları dışarıdan almak zorunda kalmamızın sebebi ise, ülkemizdeki sermaye sahiplerinin buluş yapamayan, teknolojik gelişmeye katkı koyamayan, rantla yaşayan bir karaktere sahip olmasından dolayı sermaye verimliliğinin düşük olmasıdır.

    ülkemiz kıtaların birleştiği, yer üstü ve yer altı kaynakları bakımından zengin bir coğrafyada, derin tarihsel kökleri olan bir topluma ve dinamik iş gücüne sahiptir. ancak ülkemizin bugünkü endüstri ilişkileri yapısı daha çok cumhuriyet döneminin eseridir. 1923 yılında başlayan modernleşme hamleleri köken olarak 1876'da başlayan ve hatta tanzimat dönemine değin uzatılabilecek bir sürecin ürünüdür. avrupa'da xix. yüzyıl boyunca etkisini gösteren teknik ilerlemeler ve sanayileşme, 1923 yılına kadar ülkemizde çok az yer bulabilmiştir. 1923 ile birlikte modernleşmeye ilişkin bakış açısı, tasfiye edilen osmanlı aristokrasisinin ve onun üzerinde durduğu feodal yapıların yerine, henüz yeterince palazlanamamış bir yüksek burjuvazinin ve artık hakim konuma gelen orta ve küçük burjuvazinin önünü açacak bir devlet anlayışının oluşturulmasına dayalıydı. bu kapsamda 1925 yılında gerçekleştirilen izmir iktisat kongresi, yeni devletin başlangıçta yabancı sermayeye kucak açan ve liberal bir anlayışa sarılan ilk eğilimlerini göstermekteydi. ancak söz konusu dönem, kapitalizmin genel bunalımının hissedildiği ve 1929 büyük ekonomik buhranının yaşandığı, serbest sermaye hareketlerinin gücünü yitirdiği, bu nedenle de devletlerin kapitalist üretim sisteminin devamlılığını sağlamak için halkın parasıyla devlet kapitalizmini uyguladığı yeni bir ara dönemin başlaması sonucu kısa sürecekti. yani keynesyen tedbirleri görmek için akademik çalışmaları beklemeye gerek yoktu ve pek çok devlet gibi türkiye de kapitalizmin gelişip palazlanabilmesi için, yürüyecek takati olmayan sermayedarların elinden tutan sanayileşme politikalarına girişti. bizim ülkemizin batılı ülkelerden farkı, onlar gibi koltuk değnekleriyle kurtarılmayı bekleyen yaşlı sermaye çevrelerinin yerine, henüz yürümeyi öğrenmeye çalışan bebek sermayedarlara sahip olmasıydı. keynesyen tedbirler 30'lu yıllarda etkisini göstermeye başladı ve bu etki yetmişli yılların sonuna değin hem ülkemizde, hem de dünyada devam etti.

    bu süreçte büyümeyi finanse edecek güç olan sermaye birikimi en büyük sorun oldu. batı gelişmiş tekelci kapital sahiplerinin hem teknolojik hem de finansal olanaklarına, yetişmiş insan gücüne ve teknik birikime sahipti. biz ise ülkemize özgü asyatik feodalizmin üst yapısal unsurlarından olan tarikat, cemaat, ulema hakimiyeti toplumun her alanda iliklerine kadar işlemiş olduğu için teknik birikim ve modern iş alışkanlıkları geliştirebilme açısından yetersiz kaldık. matbaa ile tanışabilmek için 18. yüzyılı, buharlı sistemlerle tanışabilmek için 19. yüzyılın ikinci yarısını, elektrikli aydınlatma ve telefon ile tanışmak için 20. yüzyılı beklememiz gerekti. daha da kötüsü bu yenilikleri kendi iç dinamiklerimizle edinemedik ve toplumun yetişmiş insan gücünün bu pozitif dışsallıkları hazmedip öğrenebilmesi için bile oldukça geç kalındı. 1908'de başlayıp kesintiye uğrayan ve 1919'da yeniden hız kazanan türkiye burjuva sosyal devriminin özellikle toplumsal modernleşme adına başlattığı cebrî yürüyüşlerin temel kaygısı da bu nedenle yeni ve modern bir toplum yaratmak olarak karşımıza çıkar oldu.

    devlet başlangıçta harf inkılabı gibi yeniliklerle bu geriliği dengelemeye çalıştı. ancak osmanlı'dan mirası devralan ve henüz çok genç olan sermaye çevrelerimiz batıdaki gibi teknik birikime katkı koyamadılar ve geleneksel iş alışkanlıklarının ötesine geçemediler. yabancı sermayenin mecalinin kalmadığı bir ortamda, prematüre durumdaki burjuvazimizin gelişip palazlanabilmesi için, burjuvazinin hizmetindeki devlet, yüksek sermaye birikimi isteyen temel endüstrileri ve donatım sanayisini emekçi halktan topladığı vergilerle güç bela kurabildi. ülkenin çeşitli yerlerinde rafineriler, şeker fabrikaları, demir çelik tesisleri kuruldu. sermaye sahiplerinin bunlara bağlı yan endüstrileri ve tüketim sanayisini geliştirerek, bu yeni yapıya eklemlenerek büyümesi beklendi. ancak kısa bir süre sonra ikinci emperyalist paylaşım savaşı patlak verdi. savaş sonrasında ülkemiz abd'nin başını çektiği küresel emperyalist sömürü düzenine giderek daha bağımlı hale geldi. bu özellikle gelişmiş kapitalist ülkelere hammadde satan ve onlardan yeni yatırımlar yapabilmek için üretim araçlarını satın almak zorunda olan tüm geri kapitalist ülkelerde olduğu gibi kaynak bulma sorununu derinleştirdi. çarkın dönmesini isteyen abd, savaşa giren ülkelerle birlikte bize de sözde ekonomik yardımlarda bulundu. türkiye bu yardımları başlangıçta amerikalı iş çevrelerinin istediği gibi kimsenin araba sahibi olmadığı yurdumuzda büyük yol inşaatı ve alt yapı çalışmalarına ayırdı. zaman içerisinde devletin rant yaratıcı rolü de derinleşti, ancak toprak sahipleri ranttan daha çok yararlandığı halde, batılı iş çevreleriyle ortaklıkları bulunan sanayi burjuvazisi bundan istediği payı alamadı. sonunda 27 mayıs 1960 hükümet darbesi yaşandı ve sanayi burjuvazisi devletçilik ilkesinin yanında, kendisini geliştirmek için ithal ikameci kalkınma politikasını da yasal mevzuatın içine koydurarak gelişimine giden pek çok yolu açtı. ama temel sorun kendi ürettiği malların dışarıdan gelmesine izin vermeyen burjuvazi, üretmediği malları bize ithal eden yurt dışındaki tekellerin de küçük ortakları konumundaydılar. bu nedenle, 60 darbesiyle kendisine inanılmaz bir zenginleşme kulvarı açan koç, sabancı, eczacıbaşı gibi aileler, yerli otomobiller, buzdolapları, çamaşır makinaları üretimi yaparken, bunların içindeki motorları ve elektronik aksamları da üretmek adına yeni yatırımlar yapmak yerine, yurt dışındaki firmalardan almaya devam ettiler. örneğin ülkemizde makina mühendisleri kendi yerli otomobil motorlarımızı tasarlayabilecek eğitimi almış olduğu halde, anadol gibi yerli tasarım otomobillerimizin içinde kent motor gibi yabancı parçalar kullanılmaya devam etti. diğer yandan giderek zenginleştiği halde yerli sermaye çevrelerimiz kendi tekstil fabrikalarını, beyaz eşya fabrikalarını vb. açtıkları halde bu fabrikalarda kullanılan üretim makinalarını imal etmek için yatırım yapmadılar. devlet petrokimya ve rafineri tesisleri yaptığında buradan gelen ürünleri kullanan yan sanayiler geliştirdiler belki ama büyük para isteyen sektörlere asla girmedikleri gibi, teknoloji geliştirip üretim sürecine eklemlemek gibi bir çabaya da asla yanaşmadılar. sonuç olarak ülkenin büyümesi için gereken sanayi yatırımlarında kullanılan üretim araçlarını üretemediğimiz için, ülkemizin dış ödemeler dengesi açık vermeye devam etti ve böylece giderek daha borçlu ve bağımlı bir ülke olduk.

    bu kısır döngüden çıkabilmenin tek yolu, ülkemizin gelişmesinin önünde engel oluşturan bu sermaye çevrelerinin iktidarına son vermekti. bu kapsamda işçi emekçi halkımız sendikal mücadele ve ulusal demokratik ilerici bir cephe oluşturarak politik iktidarı değiştirmeye çalıştı. ancak hakim sınıfsal unsur olan burjuvazi yine askeri darbe kartını oynadı ve seksenli yıllara gelindiğinde önündeki tüm engelleri kaldırdı.

    12 eylül 1980 darbesi, yasal sistem çerçevesinde yürürlüğe konulması güç olan neo liberal politikaların önünü açmak için burjuvazi tarafından tertiplendi. sendikal hak ve özgürlükler giderek törpülendi, emeğin ucuz ve esnek kullanımının önü açıldı, emekçi halkın ödediği vergilerle oluşturulan bütçelerden sermayedarlara ihaleler, sübvansiyonlar, ihracat destekleri akıtıldı. ancak yine de sermaye çevreleri ar-ge'ye, teknoloji geliştirmeye, uluslararası pazarda avantaj kazanmaya yönelik inovasyon yatırımlarına yanaşmadı. diğer yandan ihracattan elde edilen gelir bütünüyle yeni üretken yatırımlara aktarılmak yerine, sadece mevcut yatırımlarda kapasite kullanımını arttıracak şekilde kullanıldı. devlet de bu anlayışı destekledi ve sonuç olarak döviz getirisi sağlayan yatırımlar çoğunlukla yurt dışi inşaat projeleri ve turizm işletmeciliğinin ötesine geçemedi. tekstil ve otomotiv üretimi de gelişti ama bu alanlarda kullanılan üretim makineleri yurt dışından ithal edilmeye devam etti. yani ihracat hacmi arttı ancak bu ithal girdilerde artışı beraberinde getirdi. bir de üstüne 1989 yılında dışa açık sermaye hareketlerinin serbest bırakılması eklenince, ülkemiz küresel finans kapitalin oyun sahasına dönüştü. sonraki yıllarda yaşanan 1994 ve 2001 ekonomik krizlerinde görülen sıcak para hareketleri üzerinden gerçekleşen sermaye çıkışları ülkemizin nasıl soyulduğunu özetler niteliktedir. sonuç olarak ülkemiz 80'li ve 90'lı yılların ardından bugünlere geldi ama halen türkiye ekonomisinin temel sorunu çözülmekten son derece uzaktır.

    yeni binyılda türkiye halen orta gelirli ülkeler klasmanındadır. 1999 yılındaki gsmh rakamı ile şimdiki aynı değildir belki, ama halen dünya sıralamasında aynı yerdeyiz, hatta 1999 yılında 17inci sıradayken şimdilerde 19. sıraya gerilemiş durumdayız (tabi karşılaştırmalar dolar üzerinden yapılıyor olsa da, doların bile yıllardır uluslararası piyasada yaşadığı değer kaybı ile büyüme rakamlarının enflasyon etkilerinden arındırılmamış olarak açıklanmasından dolayı reel büyümenin aslında çok daha az olduğu gerçeği maskelenmektedir). nüfusu ve işgücü bizden çok daha az olan ispanya, italya gibi ülkeler halen gsmh nicelikleri bakımından bizi katlamaya devam etmektedirler. halen daha çok tarım alanımız olduğu halde, tarımda daha çok insan istihdam edildiği halde verim hollanda gibi küçücük ülkelerden bile daha düşüktür. ispanya, italya vb. ülkelerden daha çok insanı sanayi alanında çalıştırdığımız halde elde ettiğimiz çıktı miktarı bu ülkelerin çok altındadır. yani daha çok çalıştığımız halde emek üretkenliğimiz daha düşüktür. çünkü teknolojik ve teknik olarak prodüktiviteyi arttıracak yatırımlar asla yapılmamaktadır. daha da kötüsü zamanında çok büyük bir fırsatmış gibi sunulan, 2002 yılından itibaren abd'nin faizleri düşürüp bütün dünyaya para pompalaması olayıyla ülkemize de akan ikraz sermayesi bile, dışa bağımlılığı azaltacak teknoloji yatırımları yerine yine inşaat projelerine harcanıp betona gömülmüştür. özetle türkiye ekonomisi'nin temel sorunu orta gelir tuzağından kurtulamama olarak kestirip atılmamalıdır. ülkemiz gibi emperyalizme bağımlı geri ve orta kapitalist ülkeler açısından orta gelir tuzağı sorununun temelinde, ulusal iktisadi birikimin, toplumsal verimliliği arttıracak yatırımlar yerine egemen sermaye çevrelerinin lüks yaşamına ve hatalı yatırımlara akması ve bu nedenle küresel emperyalist sömürü sistemine bağımlılıktan kurtulamama sorunu yatmaktadır. sorun ülkemizdeki kapitalist düzenin bizzat kendisidir.

    aslında sosyalizmi, "muassır medeniyetler" seviyesine ulaşmak için bir araç olarak göstermek, emperyalizmin kazanımlarından nemalanan batıyı yakalamak için bir seçenek olarak görmek, marksizm leninizmin asıl amacıyla örtüşmez; sosyalizm toplumsal evrim sürecinde bir aşamadır. ancak bugün gelinen nokta itibariyle gerek kemalist devlet ideolojisinin benimsediği kapitalizmle barışık kalkınma politikaları tarihine baktığımızda, gerekse liberal muhafazakar kesimin izlediği yollara baktığımızda bile, ülkemizin hiçbir zaman emperyalizme bağımlılıktan kurtulamadığı ve kurtulamayacağı ortaya çıkmaktadır. bu bağlamda, sosyalizm sadece ilericiler için değil, muhafazakar olsun, kemalist olsun, ülkesinin iyiliğini isteyen herkes için artık bir zorunluluktur.

    (bkz: brüt ulusal gelir/#57655698)
  • üretememe
    dışa bağımlılık
  • serbest piyasa ekonomisinin işlememesidir. türkiye'de biri zenginleşecekse buna devlet karar verir. ruhsat, oda kaydı, lisans, kurum kuruluş izinleri, harç, vergi vb. yüzlerce engel ile serbest piyasaya müdahale eder siyasiler. örnek olarak überi gösterebiliriz. yerel çapta da minibüs hatlarına, büfe işletmelerine vb. bakabilir.
  • bir diğer sorun ise okumayan yarı-cahil insanlardır. duyan da dünyanın herhangi bir gelişmiş kapitalist ülkesinde, örneğin abd'de, örneğin ingiltere'de ya da almanya'da devlet piyasaya müdahale etmiyor sanar. bu durumun daha da ötesinde, uzlaşmaz sınıfsal karşıtlıkların olduğu toplumların doğası gereği hele ki kapitalizmde devlet daima bir burjuva kliğinin çıkarına daha çok hizmet eder.
  • güven sorunu. yönetenlerin kendisi dahi ülkeye ekonomisine adaletine güvenmiyorsa sıkıntı büyük. kimse ülkede yatırım yapmayı bırak ülkede para tutmak bile istemiyor. iktidardakiler bile parasını başka ülkelerde tutuyorsa sıkıntı büyük. yahudileri nasıl bilirsiniz avrupalıları? onlarla mı iş yapmak istersin ortalama bir türk şirketiyle mi? kimin seni kazıklama ihtimalı daha yuksek? ülke böyle olunca ticari ahlak kültürü de oluşmuyor. israilli avrupalı da seni soyabilir tabi ama 3 kuruş için soymaz.
  • temel zihniyeti işte. adı üzerinde, belli değil mi.
  • (bkz: türk lirası)
  • guncel sorun güven ortamının olmayışı, genel sorun ise, gene güvenle alakalı türk insanının ticareti becerememesi.

    piyasanın devlete güveninin artması, güncel krize son verir. insanların birbirlerine güveninin artması da sürdürülebilir olarak ülke ekonomisini düzeltir.
  • hiç uzun uzadıya yazmayacağım. bana göre en büyük sorun;

    din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılamamasıdır.

    hangi parti olursa olsun, çok uzun zamandır bu sorun var. sadece 20 yıllık bir süreç değil.. bana göre en temel neden budur.

    eğitim, sanayi, tarım, hayvancılık.. işçiler, üreticiler, ev hanımları, esnaflar... ülkede her konu, her olay, bir çok konu bu mevzu altında şekilleniyor.

    yoksa gerçekten ülke bir çok bakımdan zengin ve bir çok şeye elverişli..
  • türkiye'de bir ekonomi olmaması
hesabın var mı? giriş yap