• salih mirzabeyoğlu'nun alti ciltlik romanı. anlaşılmaz, anlamsız, anlamlandırılamayan, bütünlüğü olmayan bir hali var. ileriki zamanlarda daha geniş şeyler yazmayı umuyorum. altıncı cildi yasaklıdır ayrıca.
  • salih mirzabeyoğlu'nun 6 ciltlik "tilki günlüğü" adlı eseri ilk başta okuyucuya tuhaf, anlaşılmaz, karmakarışık bir eser olarak gözükebilir. ancak bazı öncüller bilinirse durumun hiç de öyle olmadığı anlaşılır.

    evvela tilki günlüğünün ana kurgusunun muhyiddin-i arabi'nin füsus-ul hikem(hikmetlerin özü) adlı eserinden mülhem olduğunu belirteyim. füsus'un iyi okunması ve anlaşılması tilki günlüğü için güzel bir hazırlık ve önçalışma olur.

    füsus'u okumaya üşenen veya vakti olmayanlar için en vurucu noktalarını ve bilhassa tilki günlüğünün de temeli olan "rüya" bahsini ele alalım...şeyh-i ekber(muhyiddin-i arabi'nin künyesi, en büyük şeyh manasında) "rüya" bahsini yusuf a.s. kısmında ele alıyor:

    -bu nur hikmetinin yayılması hayal hazreti üzerindedir. ve
    inayet ehli (yani nebiler) için, hayal hazreti, vahyin ilk başlangıcıdır.

    -resulallah’a vahyin gelişi rüya [rüya-yı
    sadıka] ile başladı. ve gördüğü rüya, içerisinde herhangi bir gizli saklılık olmaksızın,
    gün ışıması gibi apaçık olurdu.ve bu
    rüyalar altı ay sürdü, sonra melek(cebrail) geldi.

    -yusuf, babasına (yakub aleyhisselam) şöyle dedi: “onbir yıldız ve güneş ve
    ayın bana secde ettiklerini gördüm” [yusuf suresi, 12/4]. imdi, kardeşlerini yıldızlar
    suretinde, babasını güneş ve teyzesini de ay suretinde gördü.

    -çok sonraları (kardeşleri, babası ve teyzesi mısır’da kendi önünde saygıyla
    eğildiklerinde) yusuf şöyle dedi: “bu önceden gördüğüm rüyanın yorumudur.
    rabbim bu rüyayı doğru kıldı” [yusuf suresi, 12/100] — yani, önceden hayal
    suretinde görünen şeyi, zahir planda da açığa çıkardı.

    - son peygamber ise "insanlar uykudadır öldüklerinde uyanırlar" buyurdu. böylece
    dünya hayatı ile hayal/rüya arasındaki farkı kaldırdı.(=dünya hayatı da bir rüyadır)

    - böyle olunca, “rabbim bu rüyayı doğru kıldı” sözü; rüyasında uykudan uyandığını
    görüp, gördüğü rüyayı tabir eden kimsenin sözünden farklı değildir. bu kimse
    bilmez ki, hala uykudadır ve uykudan uyanmamıştır.

    -imdi, son peygamberin (sav) idrakiyle, yusuf’un idraki arasındaki farkı gör! (bu gerçeği bilen)
    son peygamberin vârislerinin ilminin ne kadar şerefli olduğuna bir bak!

    -bil ki, “hak’tan başka” olan veya “âlem” olarak adlandırılanın hakk’a nisbeti,
    gölgenin kişiye nisbeti gibidir. böyle olunca alem, allah’ın gölgesidir.

    -böyle olunca, hak, bir şeyin gölgesinden bilindiği ölçüde bilinir. ve hak, bir şeyin
    gölgesinden bilinmediği ölçüde bilinmezdir.

    -ve iş söylediğim gibi olunca; alem vehmolunmuş bir şeydir, gerçek bir varlığı
    yoktur ve bu "hayal" demektir. yani sen alemin zaid/fazladan bir şey olduğunu, kendi başına
    durduğunu ve hakk’ın dışında olduğunu hayal ettin ama aslında öyle değildir.

    -gölgenin, gölgesi düşen kişiye ilişik olduğunu ve gölge için bu ilişikliğin ortadan
    kalkmasının olmayacak bir şey olduğunu görmez misin? o halde ayn’ını bil: sen
    kimsin? hüviyetin nedir? hakk’a nisbetin nedir? ve sen ne yönden hak’sın ve ne
    yönden alemsin, hak’tan başkasın?

    - bil ki, sen bir hayalsin. idrak edip, “başkadır” “ben
    değilim” dediğin ne varsa hayaldir. bütün bir varlık
    hayal içinde hayaldir. ve gerçek varlık [vücud-i hak]
    ancak allah’ın varlığıdır.

    şimdi meseleyi toparlayalım...muhyiddin-i arabi hazretlerinin de belirttiği gibi son peygamber ve onun ümmeti marifette ve varlığın hakikatine vakıf olmakta imtiyazlıdır. önceki ümmetlere verilmeyen ilim, irfan ve marifet bu ümmete verilmiştir. bu bilgilerden mühim bir hakikat de şu yaşadığımız hayatın dahi bir rüya/hayal olduğu beş duyu verileri ile hayal/rüya arasında kategorik bir fark olmadığı gerçeğidir.

    o halde hem gece uykuda gördüğümüz düşleri hem de günlük hayatta karşılaştığımız hadiseleri yani gündüz düşlerini tevil, tabir ve yoruma tâbî tutabiliriz. günlük hadiseler dahi tıpkı uykuda görülen rüyalar gibi gelişigüzel ve rasgele değil bizim şuur dünyamızın bir görünümü ve projeksiyonu halinde tecessüm ederler.

    neden tabir etmek zorunda kalıyoruz? çünkü

    "bu demektir ki, asıl suretinden başka bir surette beliren bir
    şey tabir edilir. böylece tabir eden kişi, rüyada görülen suretten, o şeyin asıl anlamına intikal eder.
    tabii eğer bunu gereğince yapabilirse [isabet].
    resulallah’a ilim süt suretinde göründü ve o bunu yorumlarken, süt suretinden, ilim
    suretine geçti. ve bu süt suretinin anlamının ilim olduğunu söyledi."

    böylelikle gerek gece, gerekse gündüz düşlerimizin tabir ve yorumuyla kendi nefsimizi tanıma yolunda ilerler ve neticede kendi nefsimize arif oluruz. burada müjde açıktır. "men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu- nefsini/kendini bilen rabbini bilir"

    zaten insanın varoluş gayesi de budur. "allah kainatı insan için, insanı da kendini bilmesi için yarattı"
  • andrei tarkovsky, mühürlenmiş zaman olarak türkçe'ye çevrilmiş eserinde bir kadın seyircisinin "ayna" isimli filmi için yazdığı mektuptan alıntılama yapıyor; o alıntının sonu şu cümleyle bitiyor:

    "...biliyor musunuz, o karanlık sinema salonunda, yeteneğinizin ışıklandırdığı bir perde parçasına bakarken, hayatımda ilk kez yalnız olmadığımı hissettim."

    tarkovsky yine aynı eserinde şöyle bir görüşüne yer veriyor:

    "itiraf etmeliyim ki, profesyonel eleştirmenlerin açıklamaları ve yorumları, övücü nitelikte olsalar bile beni sık sık hayal kırıklığına uğratmıştır..."

    tarkovsky'den bu iki alıntıyı birleştirirsek:

    tilki günlüğü'nü okumak isteyen ve peşin hükmün ne olduğunu anlayan ne olmadığını bilen birisi için şunu söylemek çok yanlış olmaz; tilki günlüğü'nü anlayan birisinin yorumu önemli olabilir ama yorum eserin kendisi olamaz. esere aittir, eserdendir ama eserin kendisi değildir. mana aleminden süzersek eseri okurken yalnız olmadığınızı hissetmeniz anlayışınız ölçüsünde mümkündür.

    stalker film müziği

    bir gün yukarıda paylaştığım müziği dinlerken şu yorumu yapmıştım:

    "stalker, kuantum fiziği gibi. ikisini de tam manasıyla anlayamıyoruz ama düşünmekten de geri duramıyoruz. belki de stalker ve kuantum fiziği aynı şeyi anlatıyordu. bilmiyorum."

    sonra aradan biraz süre geçti. bir gün, salih mirzabeyoğlu, 'adalet mutlak'a' konferansıyla karşılaştım. konferansta mirzabeyoğlu'nun bazı yerlerde konu bağlamında bilim disiplini olarak kuantum fiziğini hususiyetle belirtmesi dikkatimi çekti. konferans serisini tamamladıktan sonra bu sefer yolum tilki günlüğü'ne vardı.

    tilki günlüğü'nün birinci cildinin bir yerine geldiğimde ise mirzabeyoğlu sanki beni bekliyordu. mirzabeyoğlu, mühürlenmiş zaman'ı okumuştu ve tilki günlüğü'nü tarkovsky'nin okumasını istiyordu. kitap şu an elimde olmadığı için ilgili yerin sayfasını yazamıyorum ne yazık ki.

    belki bir eser izlersiniz ve izlerken yalnız hissetmezsiniz, belki bir eser okursunuz ve yalnız hissetmezsiniz. belki eserin yalnızlığını ortadan kaldırmasının sebebi sizin eserle birlikte iki değil bir olmanızdır.

    belki tilki günlüğü, "ayna"dır.

    saadet zamanı: avluya doğru oturmuşuz, sen ve ben
    endamımız çift, sûretimiz çift, rûhumuz tek, sen ve ben
    bulandıran palavralardan âzâde, gamsız bir keyif, sen ve ben
    sen ve ben, ne sen varsın ne de ben, bir olmuşuz aşk elinden

    mevlana
hesabın var mı? giriş yap