• hani böyle akılda bir çok şey vardır da yazmaya oturunca böyle bi lüzumsuz tutukluk oturur insanın üstüne, perdenin desenleri, masaya dökülmüş kül, şıpırdayan musluk sesi daha çok kendine çeker dikkatinizi ya da gelince yazmayıp da ertelemişsinizdir hani yazmaya oturunca boş boş kalakalırsınız, zannediyorum budur başlığa konu olan.
  • varoluş sıkıntısı ile aynı şeydir, ayrı başlık açmaya bile gerek yok. varoluş sıkıntısı insanda anlatma ihtiyacı uyandırır. o da kağıt kaleme şeyeder.
  • genelde lost izledikten sonra başa gelen durum. aslında bunu daha once yazacak entry bulamamak başlığında da belirtmiştim mesela radiohead başlığında da yazma sıkıntısı yaşıyor insan. ama lostta daha bi fena sanki. herkes bi teori ya da fikir üretiyor oysa sen ambale olmuş şekilde izlemişsin, kötü.
  • şahsen başıma aşık olduğum zamanlar gelen durum... hani acı çekerken cümleler derya deniz oluyor da, gözüm kör beynim kütüğe bağlayınca kelimeler çıkamıyor bir türlü... işin kötüsü yazmayı bırak konuşmak bile sıkıntı ya! ben susayım salak salak sırıtayım ancak... *
  • geçen sene bu zamanlar fazlasıyla yaşadığım sorun. belli başlı meseleleri olsa da dağınık ve savruk bir yazı alışkanlığına sahip bir yazara yoğunlaşmam gerekiyordu. her an her şeyden bahseden yazı alışkanlığı, yaşayan yazarlardan biri olması, tür olarak uzmanı olmadığım bir alanda kalem oynatması sıkıntıyı artıran faktörlerdi.

    ayfer tunç bir söyleşisinde yazıya oturmadan önce mutlaka şiir okuduğundan söz ediyordu. özellikle de edip cansever okuyormuş. sonrasında öyküyü ya da romanı kolayca yazabiliyormuş. mustafa kutlu -öykü yazmayı bırakmış olsa da- bir kıraathaneye oturup dış seslerle takır takır yazdığından söz eder hep. ya da meltem gürle de türkiye'deyken kafelerde çıkarırdı birgün yazılarını.

    bizi neyin rahatlatacağını keşfetmeliyiz. bazen sevmediğim, kötü bulduğum, hiçbir şey vadetmeyen metinler, eserler hakkında yazmam gerekiyor. sinekten yağ çıkarmanız isteniyor. o vakit yazıya yoğunlaşmak için masama aldığım dokuz nurdan gürbilek kitabından birini çekiyorum. rastgele bir denemeyi açıp ilhamın gelmesini bekliyorum. beni hiç yanıltmadı. her defasında kulağıma bir cümle fısıldadı. o cümleye tutunarak geniş bir alana çıktım. “benden önce bir başkası” ne söylemiş bilmek gerek.

    yazmak disiplin gerektiren bir uğraş, her gün zorla da olsa bir şekilde uğramamız gereken bir durak. “iyi olmayacak” endişesi taşımadan elimizi kolumuzu bağlayan takıntılardan arınmalıyız. arada sırada yaptığınız bir eylemi gerçekleştirirken elbette sıkıntı basacaktır. tabii kendimizi tekrar etmememiz adına okuma yoluyla desteklenmesi de önemli. hatta okumanın yazının önünde olması şart. yani okuma disiplinine de sahip olmalıyız. atölye atölye gezmeye gerek yok.
  • (bkz: hemingway) gibi nobel ödüllü büyük bir yazarın dahi içine düştüğü sıkıntıdır. hemingway, bu sıkıntılı anları nasıl aştığını kendi kendine telkinlerle şöyle aşarmış:

    “tasalanma. şimdiye değin hep yazdın, şimdi de yazacaksın. yapman gereken tek şey doğru bir tümce yazmak. bildiğin en doğru tümceyi yaz.”

    sonunda doğru bir tümce bulur ve yazmayı bu tümceden başlayarak sürdürürmüş. bunu yapmak zor gelmezmiş çünkü bildiği, gördüğü ya da birinden duyduğu doğru bir tümce mutlaka bulunurmuş aklında. eğer yazmaya bir sunucunun kılı kırk yaran havasıyla başlamışsa durur; o cicili bicili, süslü bölümleri kesip atar ve önceden yazmış olduğu yalın bildirim cümlesiyle yeniden başlarmış yazmaya. bütün yazı hayatı boyunca uyguladığı sert ama yararlı bir disiplin olarak görürmüş bu alışkanlığını. yazmayı bıraktığı andan itibaren yeniden yazmaya başlayana kadar da yazdığı şeyler üzerine hiçbir şey düşünmezmiş. böylece bilinçaltının konuyu işleyebilmesine zaman tanımış olmanın yanı sıra kendisinin de diğer insanlara kulak verebilmesi için zaman kazanmış olduğuna inanırmış. ayrıca yazma yetisinin üzerine düşünüp onu köreltmemek için de bol bol okurmuş bu zaman aralığında.

    hemingway'in yazılarını basit, kolay anlaşılan ve herkesin yazabileceği seviyede görenlere aslında yalınlığa ulaşmanın nasıl daha da özen gerektirdiğini hatırlatıcı önemli bir detay sanırım bu bilgi.

    bir başka ilginç nokta ise hemingway'in paris'teki sanat galerilerini gezerek buralardaki (bkz: cezanne) gibi izlenimci sanatçıların yalın ifadesini edebiyata uyarlamayı istemesidir. sonuçta sanat resimden edebiyata bir bütündür, değil mi?
hesabın var mı? giriş yap