• 1974 yılı mahsulu, martin scorsesenin yönettiği abd yapımı film.

    başrollerde inanılmaz bir performans ile ellen burstyn (bayan requiem for a dream de diebiliriz sanki), kris kristofferson (bu arkadaş için de bay convoy demek istiyorum müsaadenizle), diane ladd, harvey keitel ve minik jodie foster bulunuyor.

    filmin çekilme hikayesi de enterasan. warner bros bayan burstyn ile bir film çekmek istiyor ve elindeki bütün hazır senaryoları kendisine gönderiyor. ama bayan burstyn bunlardan hiçbirini beğenmiyor ve kendi bir senaryo aramaya başlıyor. tahmin edilebileceği gibi alice doesn't live here anymore'un senaryosuna ulaşıyor. senaryo warner brosdan da ok alınca bu sefer de filmi kim çekecek sorunsalı yaşanıyor. bayan burstyn yakın dostu coppola'yı arayarak genç, dinamik, adı duyulmamış ve yetenekli bir yönetmen tanıyıp tanımadığını soruyor. coppola bayan burstyn'den mean streets filmini izlemesini istiyor. film izleniyor ve yönetmen seçiliyor: martin scorsese.
  • kris kristofferson ve diane laddde bu filmde rol alirlar. hatta calismada jodie foster in kucuk de olsa dokturdugu bir rolu vardir.

    film ellen burstyna oscar kazandirmis olup, cok begenildiginden, alice isimli bir diziye ilham kaynagi olmus, bu dizi de boktan olmasina rahmen 10 sezon cekilmistir.
  • konusu asagi yukari soyle:

    alice'in kocasi olunce cuk gibi ortada kalir. genclik hayallerini gerceklestirmek icin 11 yasindaki oglunu da alarak yollara duser ve sarkicilik yapmaya baslar ve kendini bi erkegin kollarinda bulur. lakin erkek womanizer bi tiptir. onu birakir, garsonluga baslar. orada da ciftci bi adama vurulur, onunla yasamaya baslar. bu domestik hayat ne kadar surecektir aceba?

    bir de veledin bi arkadasi rolunde jodie foster'i itiraf etmekten utancagim kadar uzun bi sure erkek sandimdi :/
  • işlenişi, karakterleri, diyalogları ve mekan seçimleri olarak bayıldığım süper bir filmdir. ayrıca ben eberhart rolünde harvey keitel oynamaktadır.
  • scorsese'nin kırmızı renge olan ilgisinin yol açmış olması muhtemel, dudak uçuklatacak cinsten bir açılış sekansıyla başlayan film. youtube

    alice'in film boyunca özlemini çektiği, geri dönmek istediği, mutlu olduğuna inandığı çocukluk evinin; onun ve tabii büyüyen, çocukluğunu geride bırakmış hepimizin çocukluk zamanlarının resmedilmesi böyle masalsı bir çekimle mümkün olabilirdi sadece. (burada bir şarkı dinleme ihtiyacı hissettiyseniz entry'nin sonunda yazan şarkı listesindeki ilk şarkıyı açın. bir şey hissetmediyseniz devam.)

    ***

    filme ismini de veren alice karakterinin kendisinden detaylıca bahsetmek gerekirse:

    alice'in en belirgin özelliği şüphesiz, aldığı kararların arkasında durma dirayeti gösterememesidir...

    alice,

    - ben (harvey keitel) ile beraber oturmak istemez ama nihayetinde beraber otururlar.
    - ben'in yaşı küçük olduğu için onunla çıkmak istemez ama nihayetinde çıkarlar.
    - tommy (çocuğu) ile beraber david'in çiftliğine gitmek istemez ama nihayetinde giderler.
    - tommy'yi arabadan indirmekle tehdit eder, dediğini de yapar fakat yaptıktan sonra "ne yaptım ben" der, nihayetinde yaptığı şeyden pişman olur.
    - david'in evlilik teklifine hayır der fakat nihayetinde onunla evlenir.
    - "alice faye'den kesinlikle daha iyi şarkı söyleyebilirim" diyen küçük bir kızken, iş görüşmesinde şarkı söyledikten sonra kimse kötü bir şey demediği halde "biliyorum kötüydüm ama seçmeler zor olur biliyorsunuz değil mi" diyen, kendine güvenmeyen bir kadın oluverir.
    - "kocasız yaşayabilirim, kolaylıkla yaşarım hem de" der fakat kocasız yaşayamaz.

    ayrıca alice,

    - gürültüden patırtıdan oldukça korkar. üst kattan gelen kavga sesleri, ben'in kapı camını kırması, sinirlenen garsonun ketçabı masaya vurup yüksek sesle bağırması onu korkutur.
    - yolculuk yaparken çocuğunun oturduğu yerin kapısını mutlaka kilitli tutar.
    - yatma ihtimalinin olduğu erkekle mutlaka önceden bir yerde öpüşür, sonra yatacaksa yatar.
    - fazladan bahşiş alacağını bildiği halde gömleğinin üst düğmesini açmaz.
    - sulugözdür, bulutsuz gökyüzünde çakan bir şimşek gibi birden ağlamaya başlar. (yaşamış ölmüş tüm tanrılara şükürler olsun ilk defa cümle içinde kullandım bu benzetmeyi, eğreti durmadı inşallah.)

    ***

    şu açılış sekansına geri dönmek gerekirse (kopamadım zira):

    martin scorsese'nin açılış sekansı ile ilgili açıklamasını en başta yazdığım ilk iki paragrafı yazdıktan sonra gördüm. şöyle diyor: the purpose for the highly stylized opening, according to martin scorsese, was to find a way to represent how alice saw her past. "in her mind, monterey is fantasy, pure illusion. so i shot a flashback [to the late 1940s] as if it were a hollywood movie being made on a soundstage. unreal. because that's where alice is at."

    scorsese hemen hemen benim söylediğim şeyleri söylemiş valla. şimdi, kopya çekti mi benden bilmiyorum, haberim yok ama scorsese'yi ben özel biri olarak bilirdim. büyüğümdü, sayardım. ama maalesef öyle değilmiş. ben bile (burada mütevazılığımı göstermek istiyorum) onun gibi film çekebilirmişim demek ki. öyle gözüküyor. neyse. bunu da içimize atarız. gözlerimi kısıp uzaklara bakarak birkaç trivia verip entry'me devam etmek istiyorum.

    ***

    - scorsese filmi 3 saat 16 dakikadan 2 saatin altına indirmek zorunda bırakılmış yayıncılar tarafından. filmden kesilen kısımlar özellikle alice'in ölen kocasının karakterinin tam anlamıyla yansıtılamamasına neden olmuş. bu da scorsese'yi çok huzursuz etmiş.

    - tommy'nin annesine sürekli tekrarladığı "köpeği vur" hikayesini, tommy'i oynayan çocuk çekimler sırasında durmadan scorsese'ye anlatmış. scorsese gördüğü bu eziyeti filme aktarmış.

    - alice ile tommy'nin beraber yürüdüğü son sahnede başlarının üstünde, uzakta büyük bir monterey restoranı tabelasının görünmesi planlanarak yapılmış bir şey değilmiş. filmin görüntü yönetmeni scorsese'yi uyarmış ama scorsese görüntünün çıkarılmasını istememiş çünkü heyecan verici bulmuş.

    - scorsese açılış sekansıyla ilgili "kariyerimde ilk defa adam akıllı bir set kurma imkanı bulabildim" demiş. bahsettiği setin maliyeti 85 bin doları bulmuş.

    - açılış sekansı bir saygı göstergesi olarak the wizard of oz filmine göre dizayn edilmiş.

    ***

    filmde çalan üç güzide parça:

    - elton john - daniel
    - mott the hoople - all the way from memphis
    - dolly parton - ı will always love you
  • derdini kusursuzca ve incelikle anlatan, sinemayla uğraşan herkesin izlemesi gerektiğini düşündüğüm film.

    --- spoiler ---

    alice hyatt, eşinin ölümünün ardından tek çocuğuyla yaşamaya başlar ve evlenirken vazgeçtiği ideallerine hayatını idame ettirebilmek için sarılmak zorunda kalır. mükemmel açılış sahnesinde küçük alice'in şarkıcılık yeteneğine ve özgüvenine şahit oluruz, bir zaman sıçramasıyla "günümüz"e (1976) gelince ise alice artık bıraktığımız gibi değildir: evlendiği kocasının maço baskıları yüzünden şarkıcılık kariyerini baştan bırakmak zorunda kalmış, küçük evinde mutlu gibi davranmak zorunda kalmıştır. bu güçlü karakter, kötü olduğu rahatça söylenebilecek koşullar altında haline şükrederek yaşarken, eşinin ölümü üzerine bu korkunç yerden taşınmak zorunda kalır. sonrasında gittiği yerlerde yaşadıkları da, olay örgüsüne girip çıkan üç boyutlu karakterlerle alice'in başladığı yerde biten ruhsal serüveninin fonunu oluşturur. iyi bir metinde olması gerektiği gibi, yaşadığı olumsuzlukların tümü ana karakterin yoğrulmasına yardımcı olur, ancak filmin bitiminde alice'in yolculuğu tamamlanmamıştır, akıllanması gerektiğini düşündüğümüz anda başladığı yere döndüğünü görürüz. diğer yandan alice'in yolculuğu boyunca karşılaştığı üç adamın üçü de "falsolu" kişilerdir: sinirli ve bıkkın kocası donald, eşini ve alice'i aynı anda idare eden ben ve öfkesini kontrol edemeyen, eşini ve çocuklarını elinden kaçırmış david. kadın merkezli filmde gördüğümüz bu tersine seksist tavır, alice'in finalde kocasını birçok açıdan andıran david'e şans tanımasından çıkarılabilecek "kadının yeri kocasının dizinin dibidir" cümlesini yumuşatmak için kullanılmıştır bence.

    alice'in küçük oğlundan, çalıştığı kafedeki ağzı bozuk garsona kadar her karakterin farklı bir dili, kendince hisleri, metaforları ve perdeden/ekrandan taşan düşünceleri vardır bu filmde. herkes kendi hayatında mutlu olmak ister, bu uğurda başka insanların hayatını karartabilir. o kafedeki garsonlardan hiçbiri halinden memnun değildir, ama mutluluğu bulmalarının tek yolunun o kafe olduğunu bilirler. kısaca gördüğümüz bunalımlı garson kız vera bile sinir krizlerine rağmen çalıştığı yerin olumlu yerlerini görmeye uğraşır; alice de edepsiz esprilerinden hoşlanmadığı iş arkadaşıyla kısa sürede iyi bir arkadaşlık kurar çünkü çevresinde kendini anlayabilecek kimse yoktur. toplasan beş dakikayı bulmayacak perde sürelerine rağmen oldukça derindir bu karakterler. kötü fıkrasını herkese açıklamaya girişen, her şeyi oyun olarak gören küçük tommy, ilk belalı arkadaşını gittiği gitar kursunda edinir, ve başına gelen olayların üstüne annesiyle yaşadığı iletişim kopukluğu da eklenince yaramazlaşır. alice'in çokbilmiş sevgilisi bu yaramazlığı "şımarıklık" ve "kötü yetiştirilme"ye bağlar, aynı gerçek hayattaki gibi. olaylara gözlemci olarak katılan seyirci ise, çocuğu bu noktaya getiren süreçle beraber taraf tutar. günümüzde amerikan bağımsızlarından avrupa sinemasına herkes "gerçekçiliğin" peşinde koşup, bunu iyi kötü başaran iran sinemasına tapadursun; bunu kırk sene önce çektiği filmiyle başarmıştır scorsese. her sahne, her mimik, her cümle gerçektir sanki.

    çoğunlukla amerikan filmlerinde gördüğümüz ve çoğunlukla film için tehlike arz eden karikatürize olma sorunu, john cassavetes'in yüze yaptığı yakın çekimlerle cisimleştirdiği tavrıyla birazcık kırılmıştır; scorsese'nin de bu tavrın hollywood'daki sıkı savunucularından biri olduğunu derinlikli karakterler, doğal diyaloglar ve sağlam oyunculuklarıyla dikkat çeken bu filme bakarak anlayabiliriz. metinde ve filmin kendisinde bir hata bulmak imkansıza yakındır, jodie foster'ın mükemmel canlandırdığı belalı androjen çocuktan harvey keitel'ın karısını aldatan romantik maçosuna kadar herkes gerçektir bu filmde. film sektöründe bir şeyler yapmak isteyen herkesin bu işin nasıl yapılacağını anlamak için izleyebileceği küçük çaplı mükemmel filmlerden biridir kısaca. bülent ersoy sesiyle, yıldızlı on.

    --- spoiler ---
  • martin scorsese'nin genç dönemine ait bir film. film , martin scorsese'nin şimdiki yönetmenlik anlayışından daha farklı..hoş, benim için martin scorsese çok belli tarzı olan bir yönetmen olmamıştır hiç, ama yine de yönettiği film tarzı açısından farklılık gösteriyor.

    bu yazı spoiler içerebilir;

    film kısaca bir yol hikayesi gibi.. alice, bir zamanlar şarkı söylemek gibi büyük hayalleri olan bir kızken, hayallerinden vazgeçerek, memleketi monterey'den ayrılıyor. daima bir erkeğin onu sahiplenilmesine ihtiyaç duyan alice, mutsuz evliliğinden kaçma çabasında bulunmuyor bile.. bir gün, sürekli didiştiği fakat muhtaç duyduğu kocası trafik kazasında ölünce, alice istemeye istemeye hem kendi sorumluluğunu, hem de oğlunun sorumluluğunu alarak, yarım kalmış hayali 'şarkı söylemeyi' gerçekleştirmek üzere oğluyla birlikte monterey'e doğru yola çıkıyor.

    biraz para biriktirmek amacıyla yol üzerindeki şehirlerden uygun iş bulmaya çalışan alice, istediği gibi bir iş bulamaması, para biriktirememesi sebebiyle iyiden iyiye bu mücadelen yılıyor. en son durakları olan , en az ayrıldıkları phoenix kadar ölü bir şehir olan, tuscon'a geliyor. burada şarkıcı olarak iş bulamayan alice, bir garson olarak hayatına devam ederken bir adamla tanışıyor.

    , bana göre filmin kopuş sahnesi, alice'in çalıştığı cafe'de gülme krizine girdiği andır. o ana kadar tuscon'a ve iş yerine bir türlü aidiyet hissedemeyen alice, iş arkadaşının yaptığı , öncelerde çok rahatsız olduğu , cinsel şakaya katıla katıla gülüyor.. böylelikle alice, resmi olarak yaşadığı şehre ve insanlara uyum sağlıyor. aynı zamanda da sık sık tartıştığı sevgilisinin evlilik teklifini kabul ediyor.

    alice kısa bir mücadeleden sonra tekrar bir erkeğe teslimiyeti kabul ediyor..üstelik ölen eşinin bir farklı versiyonuyla, ayrıldığı şehrin tamı tamına bir benzeriyle, şarkıcılık ve monterey hayallerine veda ederek.

    bir kadının erkeğe bağımlılığını anlatır bu film.
  • jodie foster'ın rolünün hakkını fazlasıyla verdiği zaman zaman içine alıp zaman zaman kişiyi dışarıda bırakan bir film.
hesabın var mı? giriş yap