• ben bunların her türlü durumunu, yerinde ve yerimizde gördüm sanıyordum. yanılmışım.

    geçen gece edirne-istanbul yolundayız. bir yerde mola verdik kahve almak için, yerde yatan bir adam gördüm. böyle battaniyesi var, altında döşeği var, yastığı var. yok yok. hemen yan tarafta da otel var. dedim kapitalizmin anasını sikeyim, otelde oda boşken bu adam parası yok diye sokakta yatıyor.

    derken yanına bir kadın geldi yandaki mersodan. vay dedim herkes ben gibi göt değil, bak çorba veriyor. anasını sikeyim meğer kadın yerdekinin eşi ya la? plaka alman, araba merso, az yanaşıp gittim arabanın içi çöp ev gibi kim bilir neler kolilerde filan. sonra? herif 3-5 verip insan gibi otelde yatmıyor sokakta yatıyor, yetmiyor çoluk çocuk da aynı.

    daha güzeli: orada kaç araba gördük belçika, almanya, fransa... plakalı, hemen hepsinin yanında, yerde yatan bir adam. alayı kaç bin kilometreyi arabayla zulüm çeke çeke geliyor, iki hafta tatilin birini yolda geçiriyor, onda da otele para vermemek için sokakta yatıyor.

    bak bu görmemişlik, eziklik, aşağılıklık... filan değil. bunun adı yok, bunun adı konamaz. alayının geçmişini sikeyim, böyle bir şey yok arkadaş. arabayla gelip arabada bile değil, sokakta yatmak...

    alayının geçmişini geleceğini, onlara insan diyenin de taallukatını sikeyim. otele verecek 10-20 yurosu "olmayan" ama arabayla gelip ekonomi çok iyi filan çeken, burada senin benim hayatımı sikenlerin cümlesinin geçmişini geleceğini sikeyim. hayatımın şoklarının biri amk, bunun ötesi de zaten çocuklara hallenenler. konseptine soktuklarım.

    ertesi günden ek: entri almış yürümüş, o yolda yatanların biri de damlamış. katılan katılmayan var, bir daha okudum da bir yanlış anlaşılması olası yer hakkında not düşeyim:

    cümle almancıya sövmüyorum. gelip yerde yatmak için döşek taşıyan, sonra burada sana bana artistlik yapan, ekonomi çok iyi hüloğ filan çekenlere sövüyorum. mesaja damlayan da o, ona da sövüyorum yani. yoksa, dışarıdaki her kimseye neden küfür edeyim amk, manyak mıyım? olayım yerde yatanla da değil yani. herkesin hayatına kimse karışamaz demiş filozof. yerde yatıp sonra artistlik yapanla. onların alayına bir posta daha sövdüm sayın.
  • özellikle 60'li yıllardan itibaren avrupa'nın çeşitli ülkelerine (almanya, hollanda, fransa, belçika yoğunluk sırasına göre, isvicre ve avusturya'ya gidenler de var) gitmiş insanların genel adıdır.

    kendim de bir alamancı olarak, biraz gözlemimi aktarayım, biraz da elimden geldiğince bilgi vereyim dedim (bugünki odasında kaldığı öğrenciye 10 euro veren kadin başlığı isteğimi tetikledi). uzunca bir yazı olacak, vaktiniz varsa okuyun. bundan sonraki ilk cümle aslında yazının özeti.

    öncelikle hepsini aynı potaya koyup eritebileceğiniz insanlar değiller. işine insan giren hiç bir şeyde tek tip olmaz çünkü.

    işçi göçü, avrupa'nın 2. dünya savaşının yaralarını sarıp, yavaş yavaş sanaliyeşmeye hız vermesi sonucu çıkan işçi açığıyla başlamış. o dönemin haritasına bakarsanız, italya'dan türkiye'ye kadar neredeyse tamami demir perde ülkesi. bunlar haricinde yugoslavya (bağlantısızlar) ve yunanistan var. yugoslavya ve yunanistan nüfusunu da düşünürseniz ağırlıklı olarak alımlar türkiye'den yapılmış (italyanlar, portekizliler ve yunanlılar da var tabi ki aralarında). türkiye'den ilk gidenler (hatta uzun süre boyunca gidenler), köylerde de kentlerde de en fakirleri (toprağı olmayan köylüler, zanaati olsa bile başkalarının yanında çalışan insanlar). şimdiki gibi zırt pırt istediğiniz ülkeye gidebileceğiniz, haftasonu türkiye'deki ailenizi ziyaret edebileceğiniz, uçak biletlerinin otobüs biletinden ucuza olduğu, telefonla görüntülü görüşebileceğiniz dönemler değil. bir gidince uzunca bir süre sizin için kıymetli olan insanlarla tek irtibatınızın mektup olduğu dönemler.

    burada her iki ülke de ciddi bir hata yapmış (bundan sonra almanya üzerinden devam edeceğim, bu sebeple 2 ülke diyorum, diğer ülkelerde durum nasıl ilerlemiş çok bilmiyorum), bu insanlara ne burada ne orada herhangi bir entegrasyon eğitimi verilmemiş. almanlar, nasılsa geçici süreyle burada kalacaklarını düşünmüş. dolayısıyla köyünden giden adam kendini birden dilini, kültürünü bilmediği, tamamen farklı bir ortamda bulmuş. sizin kafanızdaki profildeki orada sosyal demokrata, türkiye'de ak parti'ye oy veren almancı prototipine hiç uymayan akrabalarım bile arada dalga geçerek nasıl alafranga tuvalete tünediklerinden bahsediyorlar. ayrıldıkları yer köy çünkü. eskiden köy tuvaleti, evin biraz ötesinde (evlerde su yoktu. özal'dan hiç haz etmesem de, yaptığı iyi şeylerden biri köylere elektrik ve su götürmesi), etrafı kapalı bir delikten ibaret.

    almanlar bir hata daha yapmış (sonuçta hep geri döneceklerini düşünüyorlar) ve bu insanları topluca öğrenci yurdu gibi lojmanlarda tutmuş. yani sabah işe gidiyorsunuz, akşam yurda geliyorsunuz. dil bilmediğiniz için, sizinle aynı dili konuşan insanlarla konuşuyorsunuz. evinizi özlediğiniz için aynı köyden, aynı çevreden gelen insanlarla takılıyorsunuz. bir kısmı orada para kazanmaya başlayınca, yavaş yavaş çalışabilecek durumdaki eş ve çocuklarını da getirmeye başlamış. almanya hukuk devleti, vergi verdiğiniz süre uzadıkça ciddi haklara sahip oluyorsunuz ve buna nereden geldiğinizden bağımsız olarak kavuşuyorsunuz, bu şekilde ailelerini getirme hakları çıkmış. aileler gelmeye başladıkça insanlar yurtlardan ayrılıp evlere yerleşmeye başlamış. ama gelişteki ana amaç para kazanmak olduğu için de, şehirlerin en ucuz kısımlarına yerleşip, en çok para getiren ama almanlar'ın istemediği işlerde çalışıp (hepsi değil tabi ki, ama özellikle madenlerde falan çalışanların ciddi bir kısmı türkler) bir şekilde kendi aralarında takılmaya devam etmişler. türk gettoları da bu şekilde oluşmuş. bir arada yaşayıp, kendi dilinde sosyal iletişim kuran, çalıştığı basit işlerde de almanca'ya çok ciddi ihtiyacı olmayan insanlar. bu sebeple çoğu ilk nesil almancı almanca'yı çok iyi konuşamaz.

    dili hala öğrenmemişsiniz, evinizi özlüyorsunuz, size benzer kültürden gelen insanlarla beraber aynı yerde yaşayıp aynı işlerde çalışıyorsunuz. türkiye'ye de bir kaç yılda bir gidip geliyorsunuz. dolayısıyla türkiye, ayrıldığınız dönemdeki gibi kalıyor kafanızda. ve bağınızı koparmak istemediğiniz için de kafanızda kalan halini daha da abartarak orada yaşamaya, yaşatmaya çalışıyorsunuz. bu sebeple almancıların kafası türkiye ile ilgili hep gittikleri dönemde kalmış çok uzun bir süre (çocuklarına da haliyle o şekilde aktarmışlar). bu sebeple size filtre kahve getiriyorlar, alman çikolatası getiriyorlar, türkiye'de de bulabileceğiniz şeyleri getiriyorlar (orada hoşuna giden bir şey, sevdikleri de denesin istiyor. orada bulamaz diye düşünüyor). bir de çok ciddi bir kısmında almanlaşma korkusu oluşmuş (belki almanlar kendilerini dışladığı için, etkiye tepki. belki dini duyarlılıktan dolayı domuz eti korkusuyla aynı yerde yeme içmekten kaçınmak, belki almanlar'ın kadın erkek ilişkilerindeki rahatlığını görüp, eşini, kızını kaptırma korkusu, bilemiyorum), dolayısıyla çok içli dışlı olmamışlar. biz sonradan giden eğitimli nesil olarak bu iletişimsizlik olayını o kadar fazla deneyimlemedik. en azından ingilizce'yi iyi (hatta almanlar'dan iyi) konuşuyoruz ve bir şekilde iletişim kurup işimizi yapıyoruz. gettolaşma ihtiyacı hissetmediğimiz için almanca'yı da daha çabuk öğreniyoruz.

    türkiye'ye gelip kendini çok zengin göstermeye çalışma, hava atmaya çalışma olayını ben hep 'bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı' sendromuna bağlıyorum. ama inanın herkes bmw'ye binmiyor (burada bir öğretmen kadın ile mesajlaşıp tatışmıştık. bana göre saçma sapan bir yorumuna tepki gösterip mesaj attım. olayın sonunda hakkımda, yetişin, bmw'li para saçan almancı beni eleştiriyor tarzı bir entry girmişti. alman ehliyetim yok. arabam da yok haliyle. yürüyemediğim mesafeye toplu taşıma, hızlı tren, uçak ile ulaşıyorum ben). ama burada gördüğüm kadarıyla, türkler üst sınıf alman arabalarına almanlar'dan daha fazla ilgi gösteriyor (mercedes'e kadar olan üst sınıf diyelim en azından), gösteriş yapmayı daha fazla seviyor (alman bu konuda arabaya, motora, markaya özel bir ilgisi yoksa, işimi görsün, vergisi az olsun, çevreye duyarlı olsun diye bakıyor). bu da belki bir şekilde kendini daha üstün hissetme dürtüsüdür. sonuçta burada arabalar o kadar pahalı değil. leasing gibi pek çok imkanla, epeyce lüks arabalara oldukça uygun fiyatlarla ulaşabilirsiniz.

    buradaki türklerin şark kurnazı olma konusuna da kendimce değineyim. evet, ciddi bir ahlaksız kesim var. bunu daha önce de yazdım, benim başıma almanlar'dan kötü bir şey pek gelmedi (şirketimi mahkemeye verdiğim oldu, ama kazandım), hep türkler'den geldi. ama bu da biraz genel türk insanı ile alakalı. buraya gelen kesimin büyük kısmı, şu an sizin çomar olarak adlandırdığınız kesim aslında. türkiye'de sauron'un iktidarındaki orklar gibi çoğalıp gün yüzüne çıktılar (buradakilerden daha fazla hatta). burada da sistem açığını yakaladıkları için böyleler. almanya insani açıdan olmasa da, devlet olarak herkese aynı şekilde davranmaya çalışıyor. almanlar sistemin açığını bulmaya, bundan istifade etmeye çalışmıyor (edeni illa ki var), sonuçta adamın kendi ülkesi. ama türkler ne yaparsam yapayım sonuçta yavur, ne elde edersem kardir diye düşünüyor (yine hepsi değil tabi ki).

    ak parti'ye oy verme olayına gelince. rte tam olarak burada kendini ezilmiş hisseden insanların nabzına göre şerbet veriyor. burada alt tabaka olan insanlar, sesini çıkaran birini gördüklerinde haklarını savunduklarını düşünüyor. burada inşa etmeye çalıştıkları gittikçe din ekseninde dönen (geldikleri dönemden öncesine dönüş hikayesi) türkiye vaat ediyor. buradaki sosyal demokratlar da, nereden gelirse gelsin her kesimden insanın hakkını eşit şekilde korumaya çalışıyor (olması gereken sosyal demokrasi zaten o), haliyle türkler'e de değer veriyor.

    sıkıysa gel, burada çalış olayına da kendimce bir açıklama getireyim. türkiye'ye dönüp şansını deneyen 2. hatta 3. nesil arkadaşlarım var. bu insanların aileleri gerçekten türkiye sevdalısı ve oradaki hayatları da nispeten şehir kökenli, daha iyi eğitimli. buradan gidenler de iyi eğitimli. türkiye'de tatile gittiklerinde istanbul'daki, ege veya akdeniz'deki evlerine/yazlıklarına gidiyorlar. haliyle gördükleri hayatı seviyorlar. bu sevgiye istinaden gidiyorlar ve oradaki çalışma hayatını bir süre deneyimledikten sonra da geri geliyorlar. istisnalar, buradaki global şirketlerde çalışırken (daimler, bosch vs.) oraya kariyerini de beraberinde götüren yeni nesil (onların arasında da sisteme isyan edip dönen oluyor). burada alt tabaka işlerde çalışan, eğitimsiz kesim salak değil, insanların üniversite mezunu olarak bile ne kadar zor iş bulduğunu görüp kendi şansının hiç olmadığını zaten hissediyor. ticarete atılacak parası varsa geliyor ancak.

    türkçe konuşmama konusunda da bir şeyler yazayım kendimce. buraya gelen insanların çoğunun eğitimli olmadığı cepte, haliyle türkçe'yi de yanlış yazar, az okur şekilde, kendi yöresel aksanlarıyla biliyorlar. çocuklar ana okulundan itibaren almanca öğreniyor. türkçe'yi az eğitimli aileden ve aksanlı olarak alıyor. haliyle türkçe/almanca arası bir dilleri var. arada kendini geliştirenler tabi ki var ( belit onay bence çok güzel bir örnek. ben hep ailesinin doktor/avukat gibi iyi eğitimli kesim olduğunu düşünmüştüm şahsen), daha eğitimli ailelerden gelip gayet iyi türkçe konuşanı da var (yazmada yine de fark ediliyor. yazım eğitimini aldığınız dile cidden çok bağlı), ama bana göre genelinin ana dili artık türkçe değil, almanca. bir de yaptıkları her hatada dalga geçenler olunca, konuşmaya pek de istekli olmuyorlar. ayrıda buradaki kürt kökenli türkiye vatandaşları da haliyle kendi arasında gettolaşmış. onlar da burada kendini rahat rahat kürt olarak tanımlıyor. bir kısmı ciddi milliyetçi ve bilse bile türkçe konuşmak istemeyen bir kesim de var (ben döner alırken türkçe konuşmam mesela mekanı iyice tanıyana kadar. sizi de onları da sıkıntıya sokabilir cünkü).

    almancılar para içinde yüzüyor olayına da kendi gördüklerimi aktarayım. çok para kazanmak ilk işçi göçünde olduğu kadar kolay değil (dünya eğitimsiz insanın iş gücüne gittikçe daha az muhtaç çünkü). eğitiminiz yoksa, alt seviye işlerden kazanılacak para çok yüksek değil. almanya'da asgari ücret konusunda yazınca eksileyen saçma sapan bir güruh var, ama bir kez daha yazayım. burada aylık asgari ücret diye bir kavram yok. saatlik asgari ücret var. bu şekilde çalışan insan sayısı çok çok az. ama bu insanlar aylık full mesai yapsalar bile brüt 1600, net 1200 euro para kazanıyor (1600 euro net kazanç değil yani). burada kira ciddi bir gider. eviniz yoksa, başkaları ile aynı evi paylaşmıyorsanız (türkler'e çok uyan bir sistem değil ev paylaşmak), size kalan para çok fazla olmuyor. aç kalmıyorsunuz, açıkta kalmıyorsunuz, ama etrafa saçacak paranız da olmuyor.

    açılışı yaptığım şekilde bitireyim, insanın olduğu herhangi bir konuda tek bir tipten bahsetmek mümkün değil. almancı'ların içinde de bin bir türlü insan var. bizlerden çok önce buraya gelip okumuş insanlar da var (dil bilmediğimiz dönemde aradığımız türkçe konuşan doktorlar gibi). ama yeni nesil gittikçe daha fazla önem veriyor eğitime. türkiye'yi sırf kendi ailesini ve dolayısıyla onların kökenini sevdiği için seven insanlar da var. fırsat bulunca gidip orada çalışanları da var. burayı memleketi olarak görüp, türkiye ile bağını yalnızca ucuza antalya tatili ile sınırlandıranı da. rte'yi çok seveni de var, her gün küfür edeni de (son dönemde gelen riskli ülke olayına siyasi diyoruz da, nazi dediğiniz insanların bundan alınacağı ve sizden bir şekilde intikam alacağını düşünmüyoruz türkler olarak nedense).

    edit: bir kac yazim yanlisini düzelttim. okuyunca aslinda düsündügümden bile uzun yazdigimi fark ettim. pek cok güzel mesaj aldim ama, bu sebeple okuyanlara tesekkür ederim. aklima gelen, yazmayi unuttugum bir kac seyi daha yazayim.

    almancilarin kendilerini buraya ait hissetmemelerinin en önemli sebebi muhtemelen din. dindar olanlarin cogu burayi yavur memleketi olarak görüyor. o sebeple burada bir ahlaksizlik yaptiklarinda cogu zaman bunu ahlaksizlik olarak görmüyor. özellikle ilk gelen nesil icin memleket her zaman türkiye. bir kismi zaten yazin türkiye'de, kisin almanya'da yasiyor. her iki taraftan da emekli maasi aliyor ve burada da aileleri kök salmis artik.

    daha az dindar olanlari veya aleviler genelde buraya daha fazla adapte olmus. memleketi olarak da almanya'yi veya türkiye'yi görmesi biraz nasil bir hayati olduguna bagli. buraya geldikten sonra cok örselenmediyse, daha iyi islerde calisip, kendini gelistirme firsati bulup, almanlar'la da kaynasabildiyse burali gibi. ama burada dislandiysa ait hissettigi yer türkiye.

    bir de, ilk gelenler mümkün oldugunca cok para kazanip bir an önce dönmeyi hedeflemis dedik. bu sebeple cok uzun süre ev bark sahibi olmamislar, kirada oturmuslar. ama burada yasamaya karar veren, burayi sevenler veya yatirima kafasi daha iyi calisanlar burada ev yaptirmis. bir nevi imece usulüyle birbirlerine yardim ettikleri icin de, almanlar'a göre cok daha ucuza mal etmis. o sebeple koca apartmani satin alip, tamir edip (ettirmek neredeyse satin almayla ayni paraya geliyor her seyi disariya yaptiracaksaniz) sonra kiraya veren insanlar da var. yine ayni sekilde, yerlesmeyi kafasina koyan insanlarin büyük bir kismi ticaret isine de girmis, türk bakkallari seklinde baslayan islerden, egetürk, baktat gibi isletmelere dönenleri olmus.
  • almanya'da yabancı hakları için sosyal demokratlara oy verir ama türkiye'de muhafazakar partileri destekler.
    sürekli almanya'yı kötüler ülkesini özler ama çıkıp türkiye'yeye gitmez.
    türkçe konuşamaz ama ülkücüdür.

    çelişkilerin insanıdır, bu yüzden de genelde mutsuzdur.
  • %60'i akp'ye oy vermis grup. fransa almancilari, belcika almancilari da oyle...

    ulan hayatinizda bir defa duzgun olun be. insan olun.
  • her sene ortaya çıkmalarına sebep olan olgulara sövdüğüm...
    derincede müstakil bir evde oturuyorum. sakin, bahçe içinde, kısmi deniz manzarası, bahçede koşturan köpeğim vs.. (çok şükür) hayallerimdeki evdeyim kısaca.
    bizim ev gibi evlerden oluşan bir site burası.
    tam karşı komşumuzda bir almancı.
    senede ortalama 1 ay kalıp dönüyorlar.
    adamlar gurbetten geliyor. özlemişler vatanı. almanyanın çeşitli illerinden 4-5 aile gelip bu evde oturuyorlar. üstüne birde onları ziyarete gelen akrabalarıyla beraber abartmıyorum 50 kişi oluyor evde. ev metre kare açısından çok büyükte değil. bir evde 50 kişi olmasından dolayı muhtelemen içersi 35-40 derece sıcaklıkta olduğu için dış kapı dahil evdeki bütün cam çerçeve ve bilumum delikler açık.
    carıltı curultu hak getire.
    birde sigara içmek veya telefonla konuşmak için balkona veya kapı önüne çıkma ritüelleri var. 20 kişi endürstiri meslek lisesi kapısı misali, kapıda aynı anda sigara içiyor.
    çocuklar yarı türkçe yarı almanca konuşarak/bağırarak köpeğime kafayı yedirmeye çalışıyolar.
    ben zaten kafayı yedim.
    böyle bir gürültü yok arkadaş ya. o evde aynı anda 50 kişi uyuyamayacağı için muhtemelen dönüşümlü uyuyorlar. bu yüzden 7/24 birileri uyanık oluyor ve bize adam gibi uyuma imkanı tanımıyorlar.
    çikolata'da getirmiyo pezevenkler. çikolata getirseler başka tabi.
  • sadece sedanı var sandığımız arabaların station wagon'unu kullanan insan.
  • alman devletinin gösterdiği işleri beğenmezler, devletin kirasının büyük bölümünü ödediği evde otururlar, bütün günlerini türk kahvelerinde geçirirler. işsizlik parası çocuk parası gibi gelirlerle hayatlarını parazitlik derecesinde sürdürürler. her yaz bmw, mercedes tarzı araçlarla buraya gelip kural kanun tanımadan 4 ya da 6 hafta gezerler. ama en büyük milliyetçi bunlardır vatanlarını çok severler ama en fazla senede 6 ay burada yaşayabilirler çünkü geri dönmezlerse açlıktan ölürler. burada işsizlik maaşı diye bir şey yoktur devlet kiranı ödemez devlet sana iş göstermez beğenmediğin zaman ikinciyi üçüncüyü önermez. bu ülkenin hiç bir şartına kuralına göre yaşamazlar ama bu ülke üzerinde en büyük söz sahibi bunlardır. yaşamadıkları vasıfsızlıktan 2 ay yaşayamayacakları sistemleri oylarlar ve kararlarını sadece sevdikleri adama göre verirler. ne olacakları burada yaşayan milyonların çekeceği sıkıntılar umurlarında değildir.
  • almancı fenomeni çok ilginç bulduğum bir şey.

    öncelikle almancı'yı anlamak için gastarbeiter kavramını anlamak lazım.

    gastarbeiter, "konuk işçi" demektir ve 1955-73 yılları arasında, almanya'nın 1955te önce italya, sonra 1960'ta ispanya ve yunanistanla imzaladığı, sonra amerika'dan ve türkiye'den gelen baskılarla 1961'te türkiye'yle imzaladığı - türk işçilerin korkulduğu kadar kötü olmadığı görüldükten sonra fas ve tunus'la imzaladığı - daha sonra 1968'de yugoslavya ile imzaladığı bir konuk işçi programı.

    önceleri bu işçilerin izinleri geçiciydi ve iş bittikten sonra ülkelerine dönecekleri düşünülüyordu.
    netekim ispanyol ve italyanlar ülkelerine döndüler.
    almanya'nın niyeti de bu işçileri uzun vadeli çalıştırmak ve asimile etmek değildi.
    zaten almanya'nın isteği kalması halinde değer katacak kalifiye elemanlar almak değil, sadece ve sadece ucuz işçi almaktı.
    https://www.theguardian.com/…ster-guest-workers-row

    türkiye'den göçen işçilerin de ekseriyetle kırsal kesimden geldikleri biliniyor.

    şimdi elimizde, türkiye'de zaten kıt kanaat geçinen, kalifiye olmayan, düşük kalibreli insanlar var.

    almanya'nın önceden kültür farkı çok diyerek istemediği, ama zorla aldığı, yine de "nasılsa dönecekler" diyerek egitim, asimilasyon vs gibi işlere girişmeden 50 sene geçirdiği bir kitle bu kitle.

    bu ikisini birleştirdiğin zaman, ortaya, kendi düşük kalibresinden habersiz, alman devletinin ekonomik ve teknolojik imkanlarından faydalanan ve bu yüzden üstünlük duygusuna sahip bir kimlik ortaya çıkıyor.

    almanya bu insanları sallamadığı ve robot süpürge gözüyle baktığı için bu insanlar, türkiye'de kalsalardı yaşayacakları medenileşmeden de "gavur işi bunlar" diyerek uzak kaldı. yani ne almandan fayda gördü ne türkten.

    almancılar içerisinde şaşmayan bir trend gözlemledim - cidden dünya vatandaşı olanlar, türk mahallesinden taşınıyorlar. türklükle - daha dogrusu almancı kültürüyle aralarına mesafe koyuyorlar. bu modeldeki almancılar ile bugün 20li yaşlarında türkiye'den sktr olup giden profil çok farklı değil. 10 numara insanlar çoğu.

    almancılar içerisinde reyizci kalibredekiler ise şaşmaz bir şekilde cam fanus içerisinde türk kültürüyle yaşamaya devam ediyolar. yani al getir o adamı bagcılara bırak, akvaryumdaki balık gibi hiç yabancılık çekmeden yaşamaya devam eder.

    sizin "reyiz çok eyi almanya bok gibin gel gör" diye şahit olduğumuz model işte bu ikinci model. sebebi de hem türkiye'den göçerken giden işçinin tıpkı bize itelenen suriyeliler gibi en düşük kalibre, ne yapacağımızı bilemediğimiz profildeki işçiyi resmen almanyaya itelemiş olmamız ve torunlarının o genetik mirastan gelen insanlar olmaları, hem de almanya'nın "herr türk zaten gidecek türkiye'ye, benim burada bir egitim, adam etme, geliştirme ihtiyacım yoktur, ucundan tutsam yeter, olayı kapan kapar, kapamayan zaten emekli olup gider" demesiyle ortalama türk insanının bile gerisinde bırakılmış olmaları.
  • buyuk cogunlugu akp'ye verince cennete gidicem sanan grup.
  • almanyada sosyal demokratlara türkiye'de akp'ye verirler. başka sözüm yok.
hesabın var mı? giriş yap