• aşkın metafiziğini bize öğretmiş olan üstad.
  • sevmeyeni bol olmasının sebebi gerçekliği aptallara direkt söylemesi değil de, ağır bir mama issues vakasını dünyanın sırrını çözen adam olarak lanse eden, üstelik bunu alemin derdi olmuş demek ki zamanında iyi koymuş tarzı bayağı bir şekilde ifade eden kezbanik fanboylarıdır.

    evet schopenhauer, nietzsche'nin yolunu aydınlatan dahidir. istenç ve tasarım olarak dünya'da bahsettiği yok edemediğimiz hakim güç olarak isteğin mutsuzluk yarattığı, bu haliyle dünyanın mümkün olan en kötü tasarım olduğu fikri bence de çok doğrudur. ancak adamın öznel yorumlarını allah sözü, çürütülemez, aksi teklif dahi edilemez zannetmek sağlıksız bir seviye. hele ki schopenhauer gibi sorunlu bir adamın... gerçekliği kim kaybetmiş de schopenhauer bulsun? bunlar ne kadar ciddi iddialar haha.
  • "insan başta hiç mutlu değildir; ama bütün hayatını kendisini mutlu edeceğini sandığı bir şeyin peşinde çabalayarak geçirir; nadiren amacına ulaşır, ulaştığında da yalnızca düş kırıklığıyla karşılaşır. sonunda bir enkaz gibidir ve limana direkleri, donanımları yok olmuş bir şekilde gelir. ondan sonra da mutluluk ya da mutsuzluk aynıdır. çünkü hayatı içinde bulunduğu her dakika, yok olan andan fazlası değildir...
    ve şimdi de sona ermektedir..."

    acı olan ise, sizi ömrü hayatında sadece limana ulaştığınızda görenlerin, enkazdan başka bir şey görmemeleri.

    öyle büyük bir üstattır ki, onun bir kaç kitabını okuduktan sonra, artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
  • şeyh şopaynur deriz aramızda
  • arthur schopenhauer ile ilgili hep yazmak istemiştim, kısmet bugüneymiş.

    kitaplarını okul kütüphanesinde birkaç kere okumuş ve sevmemiştim (karamsar adamları oldum olası sevmem). sonra da okudum, hem sevdim, hem sevmedim. sevdim, çünkü adam teoride haklı. sevmedim, çünkü adam pratikte haksız. ve esas itici olan nedir bilir misiniz, bu karamsar yazarlarda çoğunlukla tuhaf bir kibir de bulunur. sanki, dünyanın gizemini çözmüşler, bir tek kendileri çözmüşler ve şimdi son derece haklı olarak kedere bürünmüşlerdir. oh mon dieu! hayatın gizemini gerçekten çözen insan hiç mutlu olur mu? ancak budalalar mutlu olur, basit insanlar mutlu olur. he mi?

    he değil işte. bu düşünce dünyanın en ama en küçümsenmesi gereken düşüncesidir. gerçek budalalık ve ahmaklıktır. edinilen tecrübeler sonucunda karamsara bağlamak yolun yarısında kalmaktır. bırakın bu pasif agresif halleri. hayır dostlar hayır, en güzel olanı nedir bilir misiniz? bütün olumsuzluklara rağmen yine de kahkahalarla gülmek. yolun sonunu görmek!deli olmak!

    bir adam var, desiderius erasmus*. bakın ne demiş;
    “davranışlarını akla göre düzenleyenler, delilerden daha deli olduklarından, insanlıklarını unutur, tanrılığa özenirler. bilim üstüne bilim, sanat üstüne sanat yığarlar. bütün bunları da doğaya karşı savaşmak için kullanmaya kalkarlar. ey ulu tanrılar; kendilerine deli diyen kişilerden daha mutlu kişiler var mıdır yeryüzünde?”
    ''akıllıyla deliyi ayırt eden nedir? biri aklının, öbürü tutkusunun peşinde gider. oysa, akıllıyı aklının peşinden sürükleyen de tutkusudur. o öylesine bir zavallıdır ki, mutluluk sağlayan bir tutku yerine mutsuzluk sağlayan bir tutku seçmiştir.”
    (bkz: deliliğe övgü)

    niye mutsuz olmayı seçiyorsunuz? niye doğadaki bazı çarpıklıklara gülüp geçmiyorsunuz da, mutsuz mutsuz aforizma kasıp karamsar olmayı bir halt sanıyorsunuz? çok mu bir şeysiniz? vallahi değilsiniz. en fazla 80 yıla buradaki herkes ölecek. dünya siz hiç olmamışçasına, devam edecek. dünya çok anlamlı değildir, anlamınızı siz yaratmaya çalışır, ya da anlamsızlık içinde mutsuz mutsuz geberir gidersiniz. peki, neden böyle bir düzende karamsar olup var olan zamanınızı kendinizden ve başkalarından nefret ederek yemeyi matah bir şey sanıyorsunuz? ne faydası var bunun? kurtulun şu yarı-dahi(cahil) agresyonundan artık. cool falan da değil. pasif-agresif kişilik bozukluğunuz varmış gibi duruyor, belki schopenhauer'un da vardı, o karanlık yola girmeyin.

    desiderus erasmus'a bir kez daha kulak verin.
    ''kendinden nefret eden biri başka birini sevebilir mi ? kendi canından sıkılan, kendinden yorulmuş biri içinde yaşadığı topluma mutluluk verebilir mi?''

    schopenhauer'un güzel tespitleri var doğruya doğru. fakat çok karamsar. iyiliği, güzelliği bile şüpheyle karşılıyor. bu adam mutsuz, bu adam mutsuzlukla yazmış, bu adam kendisini de başkasını da sevmiyor, bu adam sizi yorar. bu adamı okuyun ama bu adamı içinize almayın . bu adamı anlayın ama bu adamın henüz anlayamadıklarını da anlayın ve alay edin. bu adamın sözlerinde çok fazla doğru var ama bütün o doğruların kökleri, bütün bu karmaşık davranışlarımızın altında yatan güdüler komik, çok komik. biraz onları düşünün, biraz gülün, biraz deli olun. schopenhauer mutsuz bir adamdı ama siz mutsuz olmayın.

    ne demişti paul wastlawick "vaziyet umutsuz ama o kadar da ciddi değil"
    ne demişti woody allen ''umarım dediklerimi anlıyorsundur''
    ne demişti jesus christ ''kulakları olan işitsin''

    edit : arthur schopenhauer'un uzun süreli bir kız arkadaşı tarafından terk edildiği, annesinin kendisinden sürekli mızmız ve karamsar bir çocuk olduğu için şikayet ettiği, karamsarlığı ve somurtkanlığı yüzünden kadınların da kendisinden iyiden iyiye uzak durduğu bilgisi geldi bir suser tarafından. daha da ilginci, ileriki yaşlarında kadınların ilgisini kazandıktan sonra ise kadınlar hakkındaki fikirleri yumuşamış. ulen ya! bildiğin loser agresyonu ile yazmış adam iyi mi?
    ne diyorduk her davranışın altında, gerçekten komik bir motiv vardır, hayrını görün.

    teşekkürler
  • söylediği her söz üzerine sayfalarca kitap yazılabilecek, günlerce düşünülebilecek, saatlerce beyin fırtınaları ve sohbetler yapılabilecek, insan hayatını, insan yaşamının anlamını muhteşem bir genel zeka ve tahlil ile çözebilmiş alman filozof.

    etkileyici sözlerinden bazıları;

    “ insanın olası mutluluğunun ölçüsü bireyselliğiyle önceden belirlenmiştir”

    “ bizi mutlu ya da mutsuz eden olayların nesnel açıdan gerçekte ne oldukları değil, bizim için, kavrayışımız için ne olduklarıdır”

    “ çünkü bir kimse kendinde ne kadar çok şeye sahipse dışarıdan o kadar şeye daha az ihtiyaç duyar. "

    " herkes zihinsel fukaralığı ve basitliği ölçüsünde sosyaldir”

    “zihinsel olarak doldurulamayan boş zaman ölüdür ve canlı gömülmek gibidir”

    “ boş zaman şöyledir: cahillerin can sıkıntısı. sıradan insanlar sadece zaman geçirmeyi düşünürler, herhangi bir yeteneği olan inse ondan faydalanmayı”

    “ değeri ya da değersizliği başkalarının gözünde nasıl göründüğüne dayalı bir varoluş da acınası olmalı”

    “ akıllı kişi zevkin değil acı vermeyenin peşinden koşar. mutluluk öğretisi doğrultusunda yaşamından bir sonuç çıkarmak isteyen kişi hesabını tattığı sevinçlere göre değil atlattığı felaketlere göre yapmalıdır”

    “ şüphesiz yaşam tadını çıkarmak için değil, ona göğüs germek, yaşayıp bitirmek için vardır”

    “ hayal ettikleri bu dünya, düşkünlük ve acıdan sıyrılmış olsa, can sıkıntısının avucuna düşecekler ve can sıkıntısından kaçabildikleri ölçüde de düşkünlüğe, acılara, sıkıntılara yeniden yöneleceklerdir. demek ki, insanı daha iyi bir duruma ulaştırmak için, onu daha iyi bir dünyanın içine yerleştirmek yetmez; asıl yapılması gereken iş, onu tepeden tırnağa değiştirmek ve o ana kadar ne ise, artık öyle olmamasını sağlamaktır.”

    “ benim felsefemi bütünüyle benimsemiş olanlar hiçbir şeye ya da hiçbir duruma dair büyük beklentiye girmez, dünyada hiçbir şeyin peşinden tutkuyla koşmaz, herhangi bir konuda başarısız olduğunda yakınmaz”

    “ benim felsefem bana büyük şeyler kazandırmadı ama büyük tehlikelerden korudu”

    " tüm sınırlamalar mutlu eder. görüş, etkime ve dokunma alanımız ne kadar darsa o kadar mutluyuzdur. bunlar genişledikçe kendimizi o kadar sıkıntılı ya da endişeli hissederiz”

    “ her toplum öncelikle zorunlu olarak karşılıklı bir uzlaşma ve kaynaşma gerektirir. bu nedenle büyüdükçe ruhsuzlaşır. insan ancak yalnız olabildiği ölçüde bütünüyle kendisi olur; o halde yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevemez”

    “ buna göre iyi dedikleri toplumun sakıncası sadece övemeyeceğimiz ya da sevemeyeceğimiz insanları bize dayatmakla kalmaz, kendimiz olmamıza izin vermez, daha çok ötekilere uyum sağlama uğruna büzülmeye ve hatta kendimizi deforme etmeye zorlar”

    “ ayak takımının hepsi sosyal insanlardır. çünkü, “sosyallik insan sevgisine değil yalnızlık korkusuna dayanır ve burada aranan aslında diğer insanların hoşsohbet varlığı değil, daha çok yalnız olmanın bunaltıcı sıkıntısından, yanı sıra bilincin tekdüzeliğinden kaçmaktır”

    “ mutluluğumuzu ve esenliğimizi ilgilendiren her konuda hayal gücümüz dizginlemeliyiz. yani öncelikle hayaller kurmamalıyız. çünkü hemen ardından iç geçirerek tekrar yıkılacağımızdan fazla pahalıya mal olurlar”

    “ gözümüze yakın tutulan küçük cisimlerin görüş alanımızı kısıtlayarak dünyayı kaplamaları gibi en yakın çevremizdeki insanlar ve olaylar dikkatimizi ve düşüncemizi gereğinden çok, hatta tatsız bir şekilde meşgul ederler. önemli düşünceleri ve konuları bastırırlar. buna karşı koymak gerekir”

    “ sahip olmadığımız bir şeye bakarken içimizde ‘bu benim olsaydı nasıl olurdu” düşüncesi oluşur ve bu eksikliği bize hissettirir. bunun yerine şöyle sormalıyız: ‘bu benim olmasaydı nasıl olurdu?’”

    “ ilişkide üstünlük sadece insanın karşısındakine hiçbir şekilde ihtiyaç duymaması ve bunu belli etmesiyle oluşur. bu yüzden ister kadın olsun ister erkek, herkese zaman zaman ondan pekala vazgeçebileceğimizi hissettirmek tavsiye edilebilir”

    " bir özelliğe gerçekten eksiksiz sahip olan kişinin aklına bunu sergileyip övünmek gelmez; aksine bunu içine sindirmiştir.”

    “ fikirlerinin inandırıcı bulunmasını isteyen kişi, bunu soğuk ve tutkusuz bir şekilde söylemelidir”

    edit: ilk cümledeki harf yanlışı düzeltildi.
  • ''doğuştan gelen bir kusurumuz var; hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz. bu kusurumuzu gidermedikçe, dünya gözümüze çelişkilerle dolu bir yer görünecektir. çünkü her adımımızda, ister büyük ister küçük bir şey yapmış olalım, dünyanın ve insan hayatının, mutlu bir yaşam sürdürmeye olanak verecek biçimde tasarlanmadığını anlayacağız. işte bu yüzden bütün yaşlıların yüzlerinde aynı ifadeyi, yani düş kırıklığını görmek mümkündür.'' arthur schopenhauer
  • “aşkta, erkeğin, yapısı gereği vefasızlığa; kadının ise vefalı bir davranışa eğilimli olduğunu söyleyelim. erkeğin aşkı, doygunluğa erdiği andan sonra, gözle görülecek biçimde azalır; önüne çıkan her kadın, elde ettiği kadından daha çekici gelir ona; çeşitliliği arzulamaya başlar. kadının aşkı ise, doygunluğa erdiği andan sonra artmaya başlar. bu, doğanın amacının, türün sürdürülmesi ve elden geldiğince çoğaltılması olmasının bir sonucudur. erkek, bir yılda, yüzden fazla çocuğu kolaylıkla yapabilir; oysa kadın, ne kadar erkekle sevişirse sevişsin, yılda ancak bir çocuk yapabilir. işte bundan ötürü, erkeğin gözü her zaman başka kadınlardadır; oysa kadın, bir tek erkeğe iyice bağlanır. çünkü doğa onu, kendisi farkına varmaksızın, gelecekte doğacak çocuğun besleyicisini ve koruyucusunu elde tutacak biçimde davrandırmaktadır. bu bakımdan, evlilik hayatında erkeğin gösterdiği sadakat yapay, kadınınki ise doğal ve kadının kocasını aldatması, hem sonuçları bakımından nesnel olarak hem de doğaya aykırı bulunmasından dolayı öznel olarak, erkeğin aldatmasından daha güç bağışlanan bir suç olarak görülmüştür.”
  • "her şeyden önce, erkeğin doğası gereği aşkta vefasızlığa, kadının ise sürekli sadakata eğilimli olduğu gerçeği vardır.
    erkeğin aşkı, doyum bulduğu andan itibaren belirgin bir biçimde azalır. hemen hemen bütün öteki kadınlar onu, sahip olmuş olduğu kadından daha fazla çekerler. erkek değişiklik özler.
    kadının aşkı ise, özellikle o andan sonra artmaya başlar. bu, türü koruyup onun varlığını sürdürmeye, bu bakımdan da olabildiğince fazla çoğalmaya yönelik doğanın amacının bir sonucudur.
    bildiğimiz gibi erkek, kendisine yeterince kadın sunulduğu takdirde, kolayca yılda yüz çocuk meydana getirebilir. kadın ise, istediği kadar çok erkeğe sahip olsun, ikiz ihtimalini hesaba katmazsak, yılda sadece bir çocuk dünyaya getirebilir. bu nedenle erkeğin gözü hep başka kadınlardadır.
    kadın ise buna karşılık tek bir erkeğe sımsıkı sarılır. çünkü doğa onu içgüdüleri gereği ve hiç düşünmeden, gelecekteki doğumun besleyicisi ve koruyucusunu yanında tutup korumaya sürükler.
    bundan ötürü erkeğin eşine sadakati yapaydır, kadınınki doğaldır.

    dolayısıyla da, kadının ihaneti, nesnel olarak, sonuçları bakımından olduğu kadar, öznel olarak doğaya aykırılığı bakımından da erkeğinkinden çok daha az bağışlanabilir bir ihanettir...."

    aşkın metafiziği, arthur schopenhauer

    edit: imla
  • 22 şubat 1788 yılında doğmuş, 72 yaşında hayata gözlerini yummuş karamsar ve gerçekçi bir filozof. kendisinden sonraki birçok filozofu etkilemiş, friedrich nietzschenin akıl hocası olmuş, nietzsche kendisinden övgüyle bahsetmiş ve "böyle buyurdu zerdüşt" kitabıyla kendisini anmıştır. ayrıca nietzsche, schopenhauer’ı modern felsefenin ilk samimi ateisti kabul eder. yazdığı bütün kitaplar çoğunlukla akıl doludur. hegel'den nefret etmiş bir filozoftur kendisi.
hesabın var mı? giriş yap