• ne söylerseniz söyleyin ya da neye benzetmek isterseniz isteyin ama, aşkın tanımı; herkeste farklı anlamlar taşımasıdır... tek bir tanımı yoktur. çünkü; herkes aşkını farklı yaşar, kimi delice, kimi kırıp dökerek, kimi sessizce, kimi de acıtarak yaşar "aşkını"....
  • w. h. auden'in "o tell me the truth about love" şiirini türkçeye çeviren* can yücel en güzel tanımlamalarını yapmıştır "alla’sen söyle nedir aşkın aslı astarı?" diye sorarak.

    kimine göre ufak bir çocuktur aşk,
    kimine göre bir kuş,
    kimi der, kalp kuruş;
    ama komşuya sordum, nedense yüzüme
    mânâlı mânâlı baktı,
    karısı bir kızdı bir kızdı, sormayın,
    aşkedecekti tokadı.

    şıpıtık terliğe mi benzer yoksa
    yoksa kandil çiçeğine mi,
    hacıyağına mı benzer dersin kokusu
    yoksa leylâk çiçeğine mi?
    çalı gibi dikenli mi, batar mı eline,
    andırır mı yoksa pufla yastıkları,
    keskin mi kenarı yoksa yatar mı eline?
    alla’sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

    tarih kitapları dokundurur geçer
    köşesinde kenarında,
    hele bir lafı açılmaya görsün
    şirket vapurlarında;
    eksik olmaz gazetelerin, bilhassa
    intihar haberlerinde,
    mâniler düzmüşler gördüm üstüne
    telefon rehberlerinde

    aç kurtlar gibi ulur mu dersin
    bando gibi gümbürder mi yoksa,
    taklit edebilir misin istesen kemençede,
    ne dersen piyanoda çalınsa;
    çiftetelli gibi coşturur mu herkesi
    yoksa ağıraksak bir hava mı?
    istediğin zaman kesilir mi sesi?
    alla’sen söyle nedir aşkın aslı astarı!

    bir hâl oldum çardakların altında
    onu araya araya,
    küçüksu’ya baktım orada da yok,
    boşuna çıktım çamlıca’ya;
    anlamadım gitti bülbülün şarkısını,
    bir acayip gülün lisanı da;
    benim bildiğim o kümeste değildi.
    ne de yatağın altında.

    aklına esince çıkarabilir mi dilini,
    başı döner mi asma salıncakta,
    at yarışlarında mı geçirir hafta tatilini,
    usta mı düğüm atmakta,
    millet der peygamber demez mi?
    alla’sen söyle nedir aşkın aslı astarı.

    ona rasladığı zaman duyduğu şeyleri
    kabil değil unutamazmış insan,
    yolunu gözlerim bacak kadardan beri
    ama o geçmedi bile yanımdan;
    merdiven dayadım otuz beşime,
    öğrenemedim gitti bir türlü,
    ne mene mahlûktur bu düşerler peşine

    bunca insan geceli gündüzlü?
    gelsin ya, nasıl, pat diye gelir mi dersin
    burnumu karıştırırken tatlı tatlı,
    ya tutar yatakta bastırırsa sabahleyin?
    talih bu ya, otobüste nasırıma basmalı!
    gelişi yoksa havalardan anlaşılır mı,
    selâmı efendice mi yoksa gider mi aşırı,
    değiştirir mi dersin bir kalemle hayatımı?
    alla’sen söyle nedir aşkın aslı astarı!
  • an itibariyle aşk başlığı altında 1256 entry ile anlatılmak istenendir.
  • binbir farklı tanım yapılsa da neredeyse en güzelleri fadıl öztürk tarafından yapılandır.

    --- spoiler ---

    aşk, suda ıslanmaz.
    kutuplarda eksi altmış derecede bile yakar insanı.
    babadan oğula devredilecek bir mülkiyet
    ve iktidar da değildir aşk.

    dini, dili, rengi,
    sınır ve bayrağı,
    nöbetçi kuleleri yoktur,
    ama genellikle biri sonunda yaralanır.
    acil servislerde de kaydına rastlanmaz.
    erken tanısı yapılamayan,
    yüreğimizi yurt edinmiş
    ve asla düze inmeyen
    dağlı bir kabiledir aşk.....

    --- spoiler ---
  • arada birileri çıkacak ve nasıl oluyorsa ruhunuza değecek.

    ama yalnızca değecek.

    siz onun yalnızca değmekle kalmayıp sarılması için ellerine ruhunuzu tutuşturacaksınız ve o tutuşturduğunuz kısmı kopartıp gidecek.

    ve bu çok acıyacak.. kabul..

    ama doğru her zaman en son duraktır ve sizin için doğru insan da size gelen yolda aynı savaşları, imtihanları verip, aynı acıları çekiyor..

    her şey birbirinizin değerini asla unutmayacak şekilde öğrenmeniz için.
    yaralanmaktan da fazla korkmayın; onlar ders notlarınız..

    zaten birbirinizi en çok da yaralarınızdan tanıyacaksınız..

    ne kadar yorulmuş, kırılmış ve tükenmiş olursanız olun pes edemezsiniz.

    onun size varmadan pes etmesini ister miydiniz?

    (bkz: sarp genco gencarslan)
  • flaubert tarafından şöyle tanımlandığı rivayet edilen:

    “merak. birine karşı, ansızın, merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir. aşka en uzak cümle, senden nefret ediyorum değil, bilmek istemiyorumdur.”

    yani mesela biri var… dün yoktu bugün var biri… mesela şimdi ne yapıyordur, kahvesini nasıl içiyordur, oğuz atay seviyor mudur, o da merak ediyor mudur, neye kızıyordur ya da neleri umursamazlığıyla yeniyordur, mutfakta ya da herhangi bir yerde herhangi bir şeyle uğraşırken minik bir şarkı mırıldanıyor mudur, ağladığı var mıdır, neye kahkalarla gülüyordur, bir şeyi tamir ederken, yerine takarken dikkat kesiliyor mudur vb vb vb binlece vb…. gibi bir şey mi? öyleyse geçmiş ola…
  • herkes icin farklidir cunku herkes baska baska yasar aski. birisi icin ask yolunda olmekken digeri icin beni mutlu etsine indirgenir. kimse de kimseninkini begenmez. herkesin dusuncesinin baska olmasi gibi duygularinin da baska olmasidir. ortak bulusulabilecek payda ise muhtemelen sevgidir.
    bana gore ise ask, sevginin tutkulu halidir. eger askin tabaninda sevgi yoksa o zaten ask degil, hoslanma gibi yuzeysel birseydir.
    ve ask her zaman cok guzeldir...
  • umumi olmayan sır cazibesiyle; bilemediğimiz, açıklayamadığımız sırra; duyamadığımız ancak duyduğumuzu iddia etmek zorunda kaldığımız için 'duygu' dediğimiz - hayır dedikleri- 'şey' e 'aşk' da diyoruz. aşkı tanımlayabilememe zorunluluğunu da bu açıklanamayan, duyulamayan 'şey'e; 'duygu'ya sıkıştırıyoruz.
    bilimle söylenen, meşhur; teşhis olmayan teşhis sözü 'kalp krizi' çaresizliğinin ifadesi olmalı. aşk dedikleri 'şey', tarif edilemeyen, duyulamayan 'şey' olmalı. yani azizim; tarif edilemeyene, duyulamayana uydurulan bir kılıf olmalıdır 'aşk'.
    hasta yakınlarının gazabından çekinen doktor gibi vereceği ismin aksiyle isimlenecek olan 'aşık', vicdanının aklandırıcılığından kurtulmak isteyen doktor ile tarif edemediğinin, duyamadığının ve itiraf edemediğinin savunmacısı ve aklandırmacısı olan vicdanının yardımsızlığıyla 'aşık', açıklama yapabilme baskısını gördüklerinde, zor gelince giden aklın tarif edemediği 'şey'e çaresizlikle 'aşk', aşkın kalbi terk etmesine de kalp krizi derler.
    aşık 'şey'in 'ş'sini, yani kendisinden başka bir şeyde olmayan şeyi söyler, 'şey' demezde 'aşk' der. 'ş'yi 'a'kıl ile 'k'alp arasına alır ve varlığını duyduğunu sanmadan, düşerken tutunamadığı zan, aşığı 'şey'e 'aşk' demeye sürükler.
    burada düşünmediğini, aşığın aşkı düşünmediğini düşünüyorum.
    düşünüyorsam varım diyenin nazarında düşünmek var olmaksa, düşünmemek yokluk anlamına düşmeli. ancak düşünmediğimi düşünüyorsam ve dolayısıyla 'varımsa' mutlak yokluğa varmak imkansızlık olmalı. yokluk, kendisinden başka bir şeye benzemeyen bir şeyse ve sadece yokluk, kendisinin var olduğunu düşünüyorsa, yokluk dediğimiz anda yokluğu var edebiliyorsak -ki an itibari ile var oldu- aşkı, akıl ve kalp arasına aldığımız bir 'şey', bir yokluk olarak tarif edebilmeliyiz.
    tarif edemediğimiz 'şey'i bir takım olamamış gibi gözüken bir takım şeyleri kullanarak tarif edebildik gibi. artık bilmediğimize değil yükümlülük sebebi olan bildiğimize tutunup sürüklene bilmeliyiz. -nede olsa artık biliyoruz- aklımızı ve kalbimizi bir mutabakata vardırabildiğimiz için artık gittiği gibi olmayan ve uğurladığı gibi karşılamayan ikilinin izniyle aklımızı şey ile kalbimize bağlayıp 'aşk'ı kabul edebiliriz...

    afiyet olsun...
  • ıt’s to do with knowing and being known. ı remember how it stopped seeming odd that in biblical greek, knowing was used for making love. whosit knew so-and-so. carnal knowledge. ıt’s what lovers trust each other with. knowledge of each other, not of the flesh but through the flesh, knowledge of self, the real him, the real her, in extremis, the mask slipped from the face. every other version of oneself is on offer to the public. we share our vivacity, grief, sulks, anger, joy… we hand it out to anybody who happens to be standing around, to friends and family with a momentary sense of indecency perhaps, to strangers without hesitation. our lovers share us with the passing trade. but in pairs we insist that we give ourselves to each other. what selves? what’s left? what else is there that hasn’t been dealt out like a deck of cards? carnal knowledge. personal, final, uncompromised. knowing, being known. ı revere that. having that is being rich, you can be generous about what’s shared — she walks, she talks, she laughs, she lends a sympathetic ear, she kicks off her shoes and dances on the tables, she’s everybody’s and it don’t mean a thing, let them eat cake; knowledge is something else, the undealt card, and while it’s held it makes you free-and-easy and nice to know, and when it’s gone everything is pain. every single thing. every object that meets the eye, a pencil, a tangerine, a travel poster. as if the physical world has been wired up to pass a current back to the part of your brain where imagination glows like a filament in a lobe no bigger than a torch bulb. pain.

    (bkz: tom stoppard)
  • " aşk söz konusu olduğunda, dil belirsiz kalır. aynı kelimeyle aşk, geçici bir ilgi, ılımlı bir bağlılık, sevgi dolu bir coşku, bir duygu, bir tutku,- burada öncelikle ilgilendiğim-duygusal bir hareket olarak tanımlanır.
    tutkulu aşk, bulanıklaşana kadar tüm ilgileri aynı kişiye odaklamakla karakterize edilen gerçek bir çılgınlıktır.

    karşı koyulamaz çekim, kuşkusuz dürtü, başka zamanlarda zorlama, her durumda karanlık güç. aşk-tutku, kırılan bir dalga gibi gelir. o zaman ben olmaktan çıkan beni, sonsuza kadar şişen egoyu benimser; ikisini de ele geçirir, onlara katılır ve kafalarını karıştırana kadar orada kalır. demek istediğim, irade o zaman medusa'nın gücü altında kalır.

    âşık, o anda kendisine yabancı, kendisine dışsal olarak algıladığı hangi gizli gücün onu sürüklediğini bilmez. "
hesabın var mı? giriş yap