• kansızlık ve türlü rahatsızlık belirtisi olması dışında, tehlike durumunda beynin ilgili birimleri kalbi korumak için seferber etmesinden kaynaklanan, genellikle ellerin de üşümesiyle katmerlenen buzlanma durumu. beyin kişiye "şu anda bütün operatörlerimiz kalple meşgul; ellerin ve ayakların tamamen senin sorumluluğunda" der. elleri ve ayaklarıyla baş başa kalan kişi, yolun bundan sonraki kısmına eldiven, çorap, battaniye, termofor, vb. takviyelerle, bunlar olmadığı vakit de tir tir titreyerek, meşrebince küfrederek devam eder.
  • işkence gibidir. hava birazcık soğusun, ayaklar donmaya başlar.

    üç kat çorap var ayağımda. hala aynı. resmen acı çekiyorum. elimle ısıtayım dedim, artık elim de üşüyor.

    sevgili de yok ki, naz yapalım üşüdüm diye.

    son çare çakmakla yakıp kurtulcam artık.
  • ayakların üşümesi hastaların çok hassas olduğu bir durum. misal 40 derece ateşle febril konvulsiyon geçiren bebeğin annesinin tek derdi “çocuğumun ayakları üşümesin” oluyor, battaniyeyle örtmeye çalışıyor. “annenizi yoğun bakıma göndericez.” dediğimiz teyzenin yakınları “ama ayakları buz gibi o nolucak” diyor. ikna edemiyoruz. “bundan sonra diyalize
    ihtiyaç duyacak” dendiğinde bile bu kadar endişe olmuyor suratlarında. hatta ve hatta sadece ve sadece ayak üşümesi şikayetiyle acile başvuran yüzlerce yaşlı insan var. lan çağımızın vebası ayak üşümesi değil de ne?

    benim açımdan ise çok romantik bişi ya. düşünsene ayaklarım üşüyor, sevgilimin gri haşortmanından içeri sokup ısıtıyorum. vuhuuuuuu
  • bütün vücudu üşütebilecek kapasiteye sahip bir üşüme çeşidi.
  • karın ve bel bölgenizin yeterince sıcak olmadığının göstergesidir. hayati organların ısısını korumak tehlikeye girince vücut el ve ayaklardaki kan dolaşımını azaltır, kanı ve sıcaklığı bu bolgelere toplar. siz de "ayagimda kat kat yün çorap var, hala buz gibi" dersiniz. belinize yün sarın.
  • insanlık tarihi boyunca hala bir işkence yöntemi olarak keşfedilmemesine şaşırdığım durum.

    insan donan ayaklarını nerelere koyacağını, kaç kat çorap giyeceğini şaşırıyor.
  • kışın ikide bir banyoya koşup ayaklarımı saç kurutma makinesiyle ısıtmama neden olan hadise.
  • - nine benim ayaklarım hiç ısınmıyor.
    + bir soba almadın ki kendine oğlum.
    - ya nine kaloriferli eve soba mı alınır?
    + alınır oğlum alınır. şöyle esmer; boyu boyuna, huyu huyuna bir soba alırsan hiç üşümez ayakların. keşkeğini yemeden ölürsem, gözlerim açık giderim bak.

    ah ninem ah... senin devirlerin çok eskide kaldı. bilirim tertemiz dünyan hiç kirlenmedi. bilirim o maviş gözlerin insan dünyasının çok ötesinden baktı dünyaya. bilirim içindeki ukte, sona yaklaştıkça daha da üzüyor o yorgun kalbini. ama bir de benim açımdan bak nine. senin saflığında insanların kaldığına inanmayan benim açımdan bak dünyaya. ben de isterdim bir hayatımın olmasını. ben de isterdim bir memleketimin olmasını. "nerelisin?" diyorlar bana, cevap veresim gelmiyor bu soruya. çünkü hiçbir yeri memleketim olarak hissedemedim ben. hiçbir yerde huzurlu bir uyku tatmadım ben. zamanın çok ötesinde kalan bir tek yer dışında: senin küçük ama tertemiz dünyan... çocukluğumu gömdüğüm o güzel dünyan...

    boşluğa dalmış gözlerim kiraz ağaçlarının kırmızılığına işlenmiş yazları, ayvaların unutamadığım o mis kokularında saklanan sonbaharları, portakal bahçelerinin turunculuğunda batan kış güneşlerini görmeye başlıyor tekrar. oralıyım diyorum fısıldayarak, duyan olmuyor. yürüyerek uzaklaşıyorum. ellerimin üşüdüğünü farkediyorum ve titrediklerini, cebime sokup adımlarımı sıklaştırıyorum. sonra birden kulağıma "ellerin çok güzel ama çok cansızlar" diyor bir ses. içimi acıtıyor nedense. ellerimin de utandığını, üzüldüğünü hissediyorum ceplerimin içinde. oysa ben sevgiyle tutuyordum o elleri. sevgimi aktardığımı sanıyordum. meğer hiçbir şey ifade etmiyormuş. bir ölüyle elele yürüdüğünü düşünüyormuş belki de. canım iyice sıkılıyor. ellerimi cebimden çıkarıp bakıyorum. kotun cebinin bir eğri şeklinde bıraktığı ize rağmen bana nedense çok güzel görünüyorlar. benden güzel bir şeyler duymaya muhtaç bir kırılganlıkla bakıyorlar yüzüme. "ne anlar ki o!" deyip devam ediyorum, "neyden anladı ki güzel elden anlasın!". ellerim gülümsüyor muzipce.

    sonra eve geliyorum. ayakkabının boğucu tutsaklığından kurtulan ayaklarımın serzenişlerine kulak kesiliyorum. neden onları o kapalı ama buz gibi ortama bu kadar uzun mahkum ettiğimin hesabını soruyorlar bana. bilmiyorlar ki üşüyen kendileri. bilmiyorlar ki ne yaptıysam, ne ettiysem ısıtamadım onları. aslında gerçek dertlerini biliyorum ama bilmezden geliyorum. üşümek ya da hapsolmak değil asıl şikayetleri. benim tepkisizliğim de değil tüm bu tavırlarının sebepleri. bana olan kızgınlıkları, oyun arkadaşlarının gidişinden kaynaklanıyor. benim neden olduğumu düşünüyorlar bu ayrılığa. tamam ben de özlüyorum o sıcak vücudu. tamam eller de çok arıyor o kenetlendikleri elleri. ama bilmiyorlar işte. eller gibi bilinçli değil ayaklar. sanıyorlar ki o dokunmayı çok sevdikleri, yatakta kıkırdaştıkları arkadaşları, kendi istekleri ile değil de benim yol vermem sonucunda uzaklaşıp gittiler. bilmiyorlar ki o çok özledikleri arkadaşları, onlardan bir an önce kurtulmak için hızlı hızlı adımladı o yolları. neden kör olmaya bu kadar meraklılar bilmiyorum. durup o ayakların attıkları adımları arkalarından bakakalarak izleyen biz olmadık sanki. neymiş; onlara "koşun, gitmesine izin vermeyin" dememişim. neymiş; onlar peşlerinden koşmak için can atarken ben onları oldukları yerlere çakılı bırakmışım. anlamıyorum ki neden kabul edemiyorlar gerçekleri. şimdi de ne zaman bir yerlere sürüklesem onları, hemen başlıyorlar serzenişe.

    ayaklar böyle işte nine. ne desem boş onlara. "soba al" demek kolay da, sürekli evimde kalmak isteyecek bir soba bulmak o kadar kolay değil nine. bir daha gidenin ardından bakakalmaya ne benim, ne ellerimin ne de ayaklarımın gücü yeter. en iyisi bırak bu vefasız, düşüncesiz ayaklar donsun her daim. ne ben sana "ayaklarım hiç ısınmıyor benim" demiş olayım; ne de sen, beni kahreden "keşkeğini yemeden ölürsem gözlerim açık giderim" lafını etmiş ol, tamam mı mavişim .
  • nedeni her ne kadar kansızlık olsa da,asıl tetikleyicisi hareketsizliktir.özellikle bilgisayar başındayken ayaklarınız terlik içinde dahi olsa yakalar ve tadınızı kaçırır,çorapınızı ellediğinizde sanki ıslakmış hissine kapılırsınız.
    bilgisayar başında halletmesi gereken yığınla iş olan kişileri yakaladığında çok zora soktuğu tecrübelerle sabittir,masabaşı türü işlerdeki verimliliği bozmaması için kat kat çorap giymek bazen çözüm olsa da,en kesin çözüm bir leğene sıcak su koyup ayaklarınızı içine koymanız ve öyle çalışmanızdır .

    ihmal edilmemelidir,ayak üşürken aman üşüsün denmemelidir,önce huzurunuzu bozar,sonra neşeniz kaçar,ardından performansınız düşer,ve böbrekten tutun çeşitli bölgesel ağrılara kadar uzantısı olan bir çok hastalık sürecini başlatır .
  • öğrenci evinde, boş cola şişelerine sıcak su koyup ayaklarımızı öyle ısıtırdık. altımızda elektrikli battaniye, kafalarda bere.
    öğrenciler üşümesin, sıcak kışlar da geçirebilsinler.
hesabın var mı? giriş yap