• izleyicinin elinden tutup, masalımsı güzellikte bir iran köyünde gezintiye çıkaran abbas kiarostami filmi.
  • yüzümüzü tırmalayarak yaralarımızı ortaya çıkaran tamamlanmamış bir öykü.. faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir gerçekliğini sadece bir diyaloğuyla hissettirmiş, aidiyetlerimizi başkalarına nasıl çabalayarak verdiğimizi ve içinde bulunduğumuz yaralı durumumuza hiçbir merhemin ilaç olmadığını bir coğrafya eşliğinde anlatmış filmdir.

    --- spoiler ---

    yıllardır annemin yüzünde iki yara var.cenazedeyken yüzünü tırmaladı.ilk yara;halamın ölümü içindi.zavallı annem, babama olan sevgisini göstermek için yaptı.ikincisi;babamın çalıştığı fabrikanın patronu içindi.uzak akrabalarından biri ölmüştü.babam işini kaybetmesin diye annem bir hayli yas tutmuştu.yüzünü tırmaladı.inanamadım.fabrikada işlerini kaybetmemek için erkekler arasında büyük bir rekabet vardı.ihtiyaç ve gereklilik, anlıyorsun değil mi?herkes aynı oyunu oynadı.üstlerinde büyük baskı vardı.hepsinin işe ihtiyacı vardı.kimsede merhamet filan olduğundan değil.herkes gösteriş yapıyor; patronu memnun etmek için ileri atılıyordu.herkes diğerlerinden daha fazla yas tuttuğunu göstermek istiyordu.patronla beraber olduklarını,ona sadık olduklarını göstermek için...

    --- spoiler ---
  • öncelikle bu filmin bir iran filmi olmasının yanısıra holivud tarzından çok uzak bir yapısı olduğunu belirtmek lazım. bu sebeple holivud tarzından hoşlananların şiddetle uzak durmasını salık vermek yerinde olur. zira film bu tarz izleyiciler için iki saatlik bir işkence halini alabilir. bu bakımdan kulunuz yazarınızın tavsiyelerine kulak verip bir başka entriye ve filme yönelmeniz sizin açınızdan en iyisi olacaktır. yazarın iyi günündesiniz bu kıyağımı da unutmayın.

    diğer taraftan holivud filmlerinden sıkılanlar ve bir filmi izlerken sorular sorup, izleyinini de içine alan ve onunla beraber çıkarımlar yapan bir sinema anlayışından hoşlanıyorsanız bu film de tam size göre. filmi izlemeyi henüz bitirdiyseniz spoiler kısmına geçebiliriz.

    --- spoiler ---

    filmin genel temasını yukarıdaki entrilerde cevabını bulacağınız iranlı genç bir kadın şairin şiiri oluşturuyor. şiir aynı zamanda filme ismini de veriyor. filmin yapısı için sembollerle dolu bir yap boz filmi demek yanlış olmaz kanaatimce. kiarostami filminde bu şiirdeki yaşam temasını bir hikayeye odaklanmak yerine bütün bir filmi kaplayan semboller ve dialoglarla yapıyor. bu bakımdan bir resmin yorumlanması gibi ya da bir fotoğrafın okunması gibi okunmalı bu filmde. filmde sizi etkileyen minik sahneler filme ait parçalar olabilir ama asıl olan bu filmin tamamının bir bütün olarak değerlendirilmesi.

    filmin açılış sahnesi geri kalan kısım hakkında fikir vermesi açısından oldukça önemli. film bir arabanın içinde yollarını bulmaya çalışan ana karakter behzad ve meslektaşlarının sohbeti ile açılıyor. filmin ilk repliği ve aynı zamanda ilk sorusu "tünel nerede o zaman?". film daha açılırken bir sembolle açılıyor. burada behzad ın meslektaşlarından birisinin sorusu film boyunca tekrarlanacak olan bi yeraltı vurgusunu taşıyor. kiarostami tünel kavramını bir süre ölmek biraz karanlığa gömülmek sonrasında yeniden daha da anlamış olarak hayata dönmek anlamında kullanıyor. filmin genelinde sıkça kullanılacak olan yeraltı ve karanlık vurgusu daha filmin ilk repliğinde kendini belli ediyor.

    behzad ve meslektaşları (ki biz onları film boyunca görmüyoruz) iran da bir köye yaşlıca ve yatalak bir kadının ölümünü beklemeye ve ölümünün ardından onun törenini görüntülemeye geliyorlar. filmde hep kendisine mühendis olarak seslenilen ana karakter behzad köylünün bu sebepten orda bulunduklarını bilmelerini istemiyor ve köylünün kendisine mühendis demesine ses çıkarmıyor. fakat beklenen gerçekleşmiyor ve kadın ölmüyor. çekilmesi beklenen törende bu sebepten çekilemiyor. bu sebepten behzad ın meslektaşları ve en sonda behzad yapımcı mrs godarzi nin işi iptal etmesiyle köyden ayrılıyor.

    filmde beklenenin bir türlü gerçekleşmediği bir yapı içerisinde, beklenenden farklı olarak birçok şeyin gerçekleştiğini görüyorsunuz. hiçbir şey olmuyor dediğiniz anda filmde bir çok şeyin değiştiğini, size çok da hissettirmeden filmin asıl ekseninin görünenden çok daha farklı olduğunu anlıyorsunuz. film, size "hiçbir şey olmuyor" dedirttikten sonra, behzad ın misafiri olduğu ev sahibinin bebeğini doğurması ve artık on çocuğu olduğunu öğrenmenizle, bunun doğru olmadığını söylüyor. filmde birçok şey oluyor fakat bu sizin beklediğiniz şey değil. işte tam bu noktada film, kendi hayatlarımızla bir paralellik kazanıyor. yani hep ölümü beklediğimiz ve "hiçbir şey değişmiyor" dediğimiz hayatlarımızda, beklenenin dışında ne kadar çok şeyin gerçekleştiğini görmemizi sağlıyor.

    yönetmen filmini, fotoğraf ya da resimdekine benzer bir kompozisyon unsuru olan, tekrar eden sembollerle doldurarak bir ritm duygusu yakalıyor. bu bağlamda yuvarlanan ve düşen bir elma, hemen sonrasında yuvarlanan bir futbol topu,eski mısırda yeniden doğuşu simgeledine inanılan ve kutsal kabul edilen bir bok böceği, behzad ın kamerayı bir ayna olarak kullanıp traş olması, yine behzad ın süt arayışı,aradığı sütü karanlık bir yeraltı bodrumundaki inekte bulması, behzad ın ters çevirdiği bir kaplumbağanın kendi kendine yeniden normale dönmesi, yeraltındaki adamın verdiği insan kemiği, iletişim kurabilmek için behzad ın hep tepeye çıkmak zorunda kalması ... gibi sembollerle film içerisinde bir doku oluşturuyor yönetmen. bu saydığım semboller tabii ki benim düşünebildiğim, gözlemleyebildiğim kadar olanlardır. elbetteki her izleyici için farklı semboller bulunabileceği gibi, sembollere farklı manalarda yüklenebilir.

    bana göre yönetmen aşağıya yuvarlan elma, futbol topu sembolleriyle bize hayatın akış yönünün ölüme ve dolayısıyla yeniden hayata karışmamıza doğru olduğunu imgeliyor. ayrı olarak behzad ın köy dışında kalan diğer dünya ile iletişim kurabilmek için tepeye çıkmak zorunda kalması da önemli bir sembol bence. burada hz. muhammet in diğer dünya iletişim kurabilmek için miraca çıkmasının sembolize edilmiş halini görüyoruz. bu arada yeri gelmişken filmde bir diğer olgu dikeylik olgusu. filmin açılış sahnesinden sonra iletişim kurabilmek için tırmanmak zorunda kalınıyor. bu anlamda behzad ın diğer dünya ile iletişim kurabilmek için defalarca tepeye çıkmasına şahit oluyoruz. fakat o kadar yüksekte de diğer dünyanın yanısıra, köy hayatının simgelediği dünya hayatı ile ilgili yine bir yeraltı karakteri ile iletişim kuruyor. ve benim hayatın manası olarak imgelediğim sütü bulmasında yine aynı yeraltı karakteri yardım ediyor. yeraltı karakterinin bir kuyuda olması ve isminin yusuf olması da kuran dan alınmış ayrı bir sembol olarak düşünülebilir.

    süt film boyunca çok önemli bir rol oynuyor. behzad ı devamlı olarak süte ulaşmaya çalışırken görüyoruz. süt annenin çocuğunu hayatta tutan, dolayısıyla anne ve bebeği arasındaki bağlantıyı sembolleyen bir imge olarak düşünebileceği gibi, hayatta kalmak için ilk bilinmesi ya da ele geçirilmesi gereken bilgi olarak da düşünülebiilir. behzad ın manayı arayışı, bir yeraltı karakterinin yardımı ile yine yeraltında yüzünü görmediğimiz başka bir karakter tarafından sağlanıyor. filmin buradan sonraki kısmında behzad önce mrs godarzi(= god) nin filmi iptal etmesi ve yusuf un kuyudaki kazasından sonra melek hanım ın ölümünü beklemekten vazgeçiyor. doktorun yusuf un hastanesine gitmek isteyen behzad a "yusuf un nasıl olduğunu mu merak ediyorsun yoksa arabanın nasıl olduğunu mu?" sorusu behzad daki değişimi işaretliyor. kaplumbağayı ters çevirse de behzad kaplumbağa yeniden yoluna devam etmeyi başarıyor. behzad da yaşadıklarının ve yaşamın gücüne karşı koyamayıp değişiyor. bütün film boyunca melek hanım ın ölümünü bekleyen behzad, iyileştirmesi için doktoru onun evine götürüyor.filmini çekerek koleksiyonuna katacağı bir ölümün yaşamasını ummaya başlıyor. sonunda da yusuf un verdiği kemiği saklamak yerine onu aşağı doğru akan, çiçeklere, bitkilere, onları yiyen canlılara can olan bir derenin, dolayısıyla hayatın içine bırakmayı yeğliyor.

    --- spoiler ---

    başta da söylediğim gibi birçok kişinin farklı bakış açılarıyla farklı şekillerde yeniden yeniden yorumlanabilecek bir film bu. yönetmende ayrıca bunu istermişcesine birçok ana karakterin yüzünü bize göstermeyerek tek bir film değilde sanki izleyiciyi de işin içine katarak, izleyicisinin yorumuna göre farklılaşan bir başyapıt ortaya çıkarmış.
  • ismiyle müsemma olan film, sizi rüzgârla birlikte sürüklüyor ama nereye? belki de film boyunca bunu sorguluyorsunuz, yönetmen bütün kapıları açık bırakıp size bırakıyor filmi. bir şiirden esinlenme olmasından kaynaklı siz ne yorumluyorsanız film o konu etrafında karşınıza çıkıyor. iran halkının yaşamı olabilir. kazdığı yerden bir türlü çıkmayan bir yusuf'un hikâyesi de olabilir, bir konuda uzman olmak yerine her konuda uzman olmayı seven tabiat aşığı olan bir doktorun hikâyesi de olabilir. o yüzden oldukça derindir sizi çok fazla görüntü ve uç diyaloglarla boğmaz, çoğu karakterin yüzünü göstermez meselâ konuşmalar ve bir bozkır görürsünüz ama gerçekten görmek isteyene o bozkırdan kesinlikle fazlasını veren filmdir.

    --- spoiler ---
    behzad: neden yalnızsın?
    yusuf:yalnızlık işleri kolaylaştırır

    behzad: sanırım ferhad da bisütun dağı'nı tek başına delmiş. ferhad'ı tanıyor musun?
    yusuf: evet hemşerim bisütun buraya beş millik bir mesafede.
    behzad: ama bisütun dağı'nı ferhad delmedi.
    yusuf: biliyorum.
    behzad: kim deldi?
    yusuf: aşk deldi şirinin aşkı.
    behzad: aferin aynı zamanda gönül ehlisin.
    yusuf: insan aşksız yapamaz
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    iran sinemalarına göre süresi daha uzun ve bu yüzden de yer yer sıkıcı olan filmdir. mühendisin yalnız olduğu sahneler gereğinden fazladır, bunun yerine köydeki insanlarla girilen diyaloglar olsa daha iyi olabilirdi. filmde öne çıkanlar ise, iranli şair furuğ'un şiirleri, köy ve doğanın güzelliğidir.
    --- spoiler ---
    (bkz: furuğ)
  • en sevdiğim filmlerden biridir. doğudaki hayatın ağır ilerleyen temposu, çok yaşlı bir kadının ölümünü bekleyen televizyoncular, bir çocuğun olgunluğu... filmdeki bütün ipuçları, bizi kiarostami'ye götürüyor. bence kiarostami'yi tanımlayan bir film...
  • bir şiirin filmi. rüzgarın sürüklediği film. zaman geçmiyor, bu yavaşlık anı fark edilir kılıyor. buğday tarlalarından geçerken rüzgarı hissediyorsunuz ve zaman duruyor.

    ''karanlığın esintisini duyuyor musun?
    ben bu mutluluğa yabancıyım
    ben umutsuzluğuma tutkunum
    ....
    rüzgar bizi alıp götürecek
    rüzgar bizi alıp götürecek''*

    behzad şiiri okurken, karanlığın esintisinde rüzgar alıp götürüyor.
  • kiyarüsteminin ilk dönem kısa filmlerini bile büyük keyifle izlemiş birisi olarak oldukça sıkıcı bulduğumu söylemem lazım. bir kaç tane sağlam sahne dışında gereksiz bir film gibi geldi bana.
  • konusunu internetten araştırma yaparak öğrenebildiğim film. muhtemelen yönetmen de konuya değil, köy yaşamına odaklanmak istemiş.
    filmin sonunda doktorun okuduğu dörtlük hakikaten güzel, yazmazsam olmaz:

    --- spoiler ---

    diyorlar ki, hurili cennet güzeldir,
    ben diyorum ki, üzüm suyu ondan daha güzeldir.
    elinde olana sarıl, boş vaatleri bırak,
    davulun bile sesi uzaktan hoş gelir.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap