hesabın var mı? giriş yap

  • starbucks'a gidip kasadaki çocuğa;

    - çayın taze mi?

    diye sorabilecek bir vizyona sahip olduğum için bana hitap eden harekettir.

    vali kebabı yerken kendimi viyana valisi gibi hissediyorum. aynı hürmeti hayatta bir fast food zincirinde göremezsiniz. mesela fast food zinciri bir dükkana giriyorum;

    - selamın aleyküm.

    dememle birlikte adam;

    - 1 tl farkla es selamın aleyküm almak ister misiniz?

    diyor resmen.

    mesela kebapçıda;

    az çorba, yarım şiş, 1,5 pide gibi farklı porsiyonlar sunulması bile müşteriye saygıdır.

    fast food zincirine girip;

    - bana az cheeseburger!

    veya

    - yarım donut alabilir miyim?

    diyebilir misiniz?

    ha derseniz kasadaki adam güntekin onay'ın suratındaki kakam var ifadesi ile mal mal yüzünüze bakar.

  • önceden düğün salonu tutulmuş, davetiyeler basılmış, herkes kendini ona göre ayarlamış.
    düğün, ancak düğün sahiplerinin bir yakını ölürse iptal edilir.o da çok yakınsa.
    doğrusunu konuşmak gerekirse böyle gelişir olaylar.
    ayrıca insanlar kısıtlı imkanlarla düğün müğün yapıyorlar.
    her ne kadar biz ekşicilerin çoğu düğün yapmayı gereksiz olarak görsek de memleketin %80'i böyle düşünmüyor.
    yani terör olayları sebebiyle düğün iptali biraz zor.
    ateş düştüğü yeri yakıyor maalesef.
    insanlar 2-3 dakika ah vah hedip sonra kendi dünyalarına dönüyorlar.
    bu yazdıklarım durum tespitidir.
    erteleyen kişiye de helal olsun derim.

  • "dance now!!!!
    move onto the dance floor!!! right now!!!!!!"

    çeşit çeşit, tür tür şarkının içindeler. bazen hiphop oluyor bu, bazen rnb, bazen elektronik. müzik farklı, tarz farklı, hatta bazen dil bile farklı, ama dans edilmesini emreden zenci aşağı yukarı aynı. böyle hafif kaba, küstah, hoyratça bir ifade tarzı var. "dükkanın önünü kapamayın hadi hadi hadi!!!" diye kışkışlayan esnaf havasında.

    apartmanının park girişinin önüne park etmişim sanki adamın, emrediyor direkt:

    "şimdi dans etçeksin!!!" diyor, "şimdi gidip oynayacaksın, sallayacaksın, kıvırtacaksın!!!! hemen şimdi!!!! şimdi diyorum!!!" (ne acelen var pezevenk???)

    hayır bir de bu sesi öyle bir seçiyorlar ki, insan aldığı komutu uygulamak zorunda hissediyor. karşımda sanki mr eko var, sanki simon adebisi var... hafif bir ürkme geliyor içimden, "peki abi dans edelim artik ne yapalim" gibi düşünüyorum. o adamın minyon olma ihtimali yok yani, tut ki zaten zenci.

    bu şarkılara ancak gündüz arabadayken radyoda filan rastlıyorum, o anda bile etkisi oluyor. demek ki bu adam karşıma barda filan çıksa, arka planda hotel california filan çalıyor bile olsa, "dans et! şimdi hemennnn!!! right nowww!!!" tarzı bir diretmeyle karşılaşsam tın tın tın başımı önüme eğip gideceğim, hoplayıp zıplayacağım.

    ...eşi dostu ne yapar bu sesin sahibinin, bir de onun merakı içindeyim. "yemek saati gelmeden evde olacaksın demedim mi eşşek herif? right nooow!!! hava karardı!!! yeaaah!!!" diye kızsa evladına, o çocuğun itiraz edebilme olasılığını aklımdan dahi geçiremiyorum.

  • nasıl ki 1970 tarihli new morning, dylan’ın ağırlaşan şöhretin de etkisiyle dış dünyaya yabancılaştığı, kendine sığındığı bir kilometre taşını temsil ediyor ise onun kariyerinde, oh mercy (1989) de tam tersi şekilde dylan’ın kendine yabancılaştığı bir dönemde ortaya çıkışı ile önem arz eden bir albüm.

    bu muhteşem albümün nasıl bir doğum sancısı içinde çıktığını anlamak için dylan’ın zihnine girmek gerek.

    dylan’ın kendi ağzından verdiği demeçlere, yazdığı anılarına ve gazete röportajlarına inanmak kimi zaman risklidir. çünkü çoğu zaman manipülatif ve kurgusaldır açıklamaları. oh mercy süreci ile ilgili de kendi ağzından oldukça bıçaksırtı bir dönemin profilini çizer dylan.

    anlattığına göre; 80’lerde gerçekleştirdiği başarısız albümlerden sonra şöhretinin dibini görmüştür. tom petty ile turneye çıkmış ve seyirci tepkilerine bakarak kendini adeta bir alt grup gibi hissetmiştir. bu sırada eski yazdığı şarkılara da yabancılaşmıştır. hiçbirini söylemek gelmez içinden, çünkü hiçbir şarkı artık içinde herhangi bir duygu uyandırmamaktadır. duygu uyandırmayan şarkıyı da nasıl söyleyeceğini bilememektedir. şarkı yazmayı neredeyse bırakmış gibidir ve artık müziğe karşı da bir motivasyonu kalmamıştır. emekli olma zamanının geldiğini düşünmektedir.

    çok detaya girmeden vereyim; bu çöküş psikolojisinin sonunda grateful dead ile yapacağı projeye yakın, aklına gelen bir turne fikrinin de etkisiyle kendini hafifçe toparlar, fakat hala bir daha albüm yapmama, şarkı yazmama ve emekli olmuş fikri baskındır.

    evet, dylan’ın kendiyle ilgili söylediği pek az şeye itibar etmeliyiz. fakat bu söylediklerinin doğru olduğuna inanmamızı sağlayacak da koskoca bir 80’ler diskografisi var sanatçının. albümlerin kalitesinin giderek düşüşüne, satış rakamların azalışına, şöhretinin törpülenişine müzik tarihi şahit. dolayısıyla dylan’ın bu ruh halinde olduğuna samimiyetle inanmak için sebeplerimiz var.

    1978’de çıkan benim çok sevdiğim, fakat eleştirmenlerden ve dinleyiciden olumsuz yorumlar alan street legal ile başlayan ve oh mercy ile biten o uzun ve karanlık dönemde yaşadığı sanatsal savruluş emekliliği akla getirmeyecek gibi değildir.

    önce tanrı ile, sonra mark knopfler ile heba ettiği yıllar ve 60’lardan itibaren sound dikte eden bir sanatçıyken, 80’lerin güncel sounduna biat eden bir isme dönüşmesi koskoca bir 10 yıl sürdü dylan’ın. sadece soundunu değil, şarkı yazma büyüsünü de yitirmişti adeta. ara sıra çıkan parlak bir fikri de, karmakarışık prodüksüyonlarda heba etmeyi başarıyordu.

    dylan gibi bir sanaytçıysanız, hayatta en tehlikeli uçurum kendinizle yabancılaşmanızdır. çünkü dylan gibi insanlar çevrelerinden değil, kendilerinden beslenirler. geriye dönüp baktığınızda, gördüğünüz insanın, çaldığınız şarkıların, yazdığınız sözlerin artık ne ifade ettiğini bile anlayamaz hale gelmek korkunç olmalı.

    o günlerde bir gece evine yemeğe gelen bono, kendisine daniel lanois adlı bir prodüktör önerir. dylan ile çok iyi anlaşacaklarını düşündüğünü söyler. dylan, lanois ile new orleans’da bir bir evde stüdyoya girer ve dylan’ın yeniden doğuşu gerçekleşir.

    dylan-lanois birlikteliğinin zirve noktası olarak 1997 yılı mahsulü olan time out of mind gösterilir. hiçbir itirazım yok. gerçkten time out of mind, oh mercy’ye kıyasla daha görkemli bir albümdür. dylan adeta siz giderken ben dönüyordum, herkes ayağa kalsın ceketini iliklesin mesajı vermiştir onunla. fakat o benim için biraz fazla gösterişli bir albümdür. oh mercy’nin içeriği, yalınlığı, sanki damıtılıp dinleyiciye sunulmuş tadı veren tadındalığı ve hepsinden öte insanı tatlı tatlı bir tuzağa çekip kendine hapseden atmosferini time out of mind’a değişmem.

    “tuzak” derken abartılı bir benzetme yapmıyorum. karşımızda kariyerinin en kriptik olmaktan uzak, en anlaşılabilir sözlerinin yer aldığı şarkılarıyla çıkar dylan. man in the long black coat belki bu konuda bir istisna ise de, onun dışında albüme giren 9 şarkıda dylan adeta bir mesajı en yalın haliyle ulaştırmaya çalışmaktadır.

    tıpkı bir kutsal kitap gibi. dinleyen herkesin kendisini anlasın ister sanki dylan. “kutsal kitap” benzetmesini de, bir önceki tuzak benzetmesi kadar dildeki anlamında kullanıyorum. çünkü bu albümün sözlerine baktığınızda dylan adeta vahiy indirmiştir. kendi içinden büyük oranda kurtulup, gördüğü dünyayı dinleyiciye ilahi bir dilde aktarmaya çalışır. kendi içine döndüğü şarkılarda ise, 60’lardaki dylan ile 80’lerdeki kendisi arasındaki iletişimsizliği dert edinir.

    albüm gerçekten de dinleyiciye tuzak kurar, çünkü ilk üç sarkı imge-yoğun olmayan sözleri ile size kucağını hiçbir dylan albümünde olmadığı kadar açarken, şarkı düzenlemelerindeki albümle sırıtmayan (görece) neşeli hava ile kendinizi çok rahat hissedersiniz. siz gevşerken dylan, political world ve everything is broken ile aklınıza girmeye, sizi hipnotize etmeye başlamıştır bile.

    oh mercy’nin dördüncü şarkısı olan ring ther bells’de bu tutumunu sürdürürken, albümün tonu ansızın giderek kararmaya başlar. işte siz ilk üç şarkı ile, içinde ölmek için can atacağınız bir bataklığa dizlerinize kadar saplandığınızı o anda fark edersiniz. son şarkıya kadar albüm giderek karanlıklaşacak ve siz isteseniz bile kendinizi bu albümün büyüsünden kurtaramayacaksınızdır. shooting star ile albüm bittiğinde etraf kapkaranlık olacaktır. ve bu harkulade albüm hatmedilmişcesine o karanlıkta aklınızda dönecek duracaktır.

    dedim ya kutsal bir şeyler vardır bu albümün sözlerinde. “peygamber” referansı sık sık verilen dylan’ın indirdiği mesajıdır belki bu.

    political world ile açılır albüm. erdemin, sevginin, merhametin, arın, barışın ne kadar arka plana itildiğini anlatan bir dünya tasviri yapar sanatçı:

    “politik bir dünya bu
    sevgi edilmiş sersefil
    garip yaşanan bu zamanlar kol geziyor suçlular
    suçun eşgali belli değil

    politik bir dünya bu
    bilgelik tıkılmış hapse
    hücrede çürüyor, yerleri gizleniyor
    izini bulamıyor hiç kimse”

    everything is broken ile tasvire devam eder dylan:

    “kırık eller kırık küreklerde
    kırık anlaşmalar kırık sözlerle
    kırık borular, kırık aygıtlar
    kırık kuralları esneten insanlar
    tazılar uluyor, kurbağalardaysa bir ıslık
    her şey kırık”

    diasease of conceit’te tasvirden insan ruhuna iner:

    “bu gece kırılmış bir dolu kalp var
    kibir hastalığı yüzünden
    bu gece sıkışmış bir dolu kalp var
    kibir hastalığı yüzünden
    odana çat kapı girer
    ruhunu kemirir
    duygularını tüketir
    kontrolünü kaybettirir
    burada yok gizli saklı
    bu kibir hastalığı”

    albüme asıl tonunu veren ring the bells’de dylan artık tasviri bırakıp hidayetin yolunu göstermeye başlar:

    “çal o zilleri aziz peter
    dört rüzgarın kesiştiği yerde
    çal o zilleri vur çanlara var gücünle
    bütün insanlar bilsinler
    paydos saati, evlerine gitsinler de
    ellerini tekerlekli sabandan çekmesinler
    bak güneş batıyor tümden
    kutsal ineğin üzerinden

    çal o zilleri hem körler hem sağırlar için
    çal o zilleri geride bırakılan bizler için
    çal o zilleri seçilmiş azınlık için
    oyun bittiğinde çoğunluğu yargılayacak olan kim
    çal o zilleri uçup giden zaman adına
    ağlayan o çocuğa
    masumiyet yok olduğunda”

    bu “erme” hadisesi aslında dylan ile yakın jenerasyonun bir sanatçısı olan leonard cohen’de de vuku bulacaktır birkaç sene sonra. the future (1992) albümünde o da kendi dünya ve birey tasvirini bu kutsal tonda kelimelere dökecektir.

    oh mercy’ye dönersek; albümün bir de 40’lı yaşlarının sonundaki dylan’ın 20’li yaşlarındaki dylan ile hesaplaştığı, özür dileği, aralarındaki iletişimsizliği vurguladığı şarkılar vardır albümde. dylan’ın stüdyoya girerkenki ruh halinin sağlamasını, bu şarkılarında iz sürerek yapar dinleyici.

    shooting star’da, geçmişteki hedeflerinin sorgulamasını yapar.

    “gördüm, bir yıldız kaydı bu gece
    ve seni düşündüm
    başka dünyalara gitmeye çalışıyordun
    bilmediğim doğru düzgün
    hep merak etmişimdir aslında
    gitmeye yetti mi gücün
    gördüm, bir yıldız kaydı bu gece
    ve seni düşündüm

    gördüm, bir yıldız kaydı bu gece
    ve kendime baktım
    aynı mıyım hala diye
    senin olmamı istediğin gibi biri hiç olamadım
    kaçırdım mı göstergeleri, aştım mı çizgiyi
    soracak başka birini bulamadım
    gördüm, bir yıldız kaydı bu gece
    ve kendime baktım.”

    what was it you wanted’de iş, gençliği ile uzak düşmenin getirdiği hayalkırıklığının tetiklediği bir hesaplaşmaya doğru evrilir:

    “neydi senin o istediğin
    kaydını tutamadığım
    sen aynı kişi misin?
    önceden hatırladığım
    önemli bir şey mi?
    belki de değildi
    neydi senin o istediğin?
    tekrar et, unuttum gitti
    her ne idiyse istediğin
    ne olabilirdi ki
    bende bulabileceğini
    sana biri mi söyledi
    insanın içinden gelen bir şey mi bu
    kolay mı söylemesi
    neden istiyorsun sen bunu
    sen kimsin, tanıt önce kendini.”

    oh mercy baştan sona kusursuz bir albüm. daniel lanois müzik dünyasına dylan’ı yeniden armağan etmiştir, onu içine düştüğü o kör kuyudan çıkarmıştır desek yeri var. dylan konsatre olmuş, harika şarkılar yazmış, lanois de o şarkıları içinde ne bir fazla, ne bir eksik enstrüman yer alacak şekilde kaydedip, şarkılara olağanüstü bir atmosfer içinde nefes üflemiştir.

    kayıtlar esnasında albüme girmeyi başaramayan iki şarkı var: series of dreams ve dignity. girememelerinin sebebi, albümün tonuna uygun bir düzenlemelerine ulaşılamamış olmasıdır.

    her iki şarkı da daha sonraki bootleg serilerinde yer almıştır farklı versiyonları ile. hatta dignity mtv unplugged konserinde de görücüye çıkmıştır. fakat benim o şarkı için tercihim, bootleglerde yer alan, dylan’ın sadece piyano eşliğinde söylediği versiyonudur.

    oh mercy günün sonunda çok büyük bir ticari başarı kazanmadı. ancak altın plak alacak kadar sattı. fakat dylan albümü çok sevdi, ilerleyen yıllarda da konserlerinde sık sık bu albümden şarkılar çaldı.

    not: şarkı sözlerinin çevirileri burcu uğuz/ bob dylan sözler/kara plak yayınları

  • canlı performanları muazzamdır, gelmiş geçmiş en iyi canlı performansları sıralı tam listesine şuradan ulaşılabilir.

    bununla birlikte yılların third man records vault üyesi olarak açılın; telefon olayına açıklık getireceğim.

    blunderbuss döneminden bu yana konserlerinde telefon istemiyor. burada istememekten kasıt; telefonunuzu performansı kaydetme amacıyla kullanmamanız. eski nesiller gibi müzikten keyif almanız. buraya kadar tamam. kendisinin de pek çok konserinde görüldüğü üzere seyirciden rica ediyor ve konser sırasında kalkıp kimse 4k yayın halinde çekmiyor zaten performansı.

    gelin görün ki bu white kişisi şimdilerde kimden akıl alıyor bilemem (muhtemelen tmr'deki ortaklarından kuzeni) ama yeni uygulamayla konserlere telefon alınmayacak. yani içeri telefonunuzla giremiyorsunuz. açıköğretim sınavı değil, evet bir jack white konserinden söz ediyoruz. bu açıklandığından beri third man records üyeleri resmen ayaklanmış durumda.

    çekim yapanlar dışarı çıkarılacaktır veya ondan sonra elinden alınır anlarım; içeri telefonsuz girmek ne demek?!!!?!?

    ayaklanan tmr vault ekibi de sonuna dek haklı. -bana göre yine bir bahane olmasa da- küçük özel bir konser olsa anlaşılabilir ama arena konserlerinde telefonsuz girilmeyi talep edemez.

    daha çok yeni pek çok saldırı gerçekleşti konserlere. seyirci daha yeni bunu üzerinden atıyor, hatta atamadı; hala bir paranoya mevcut.

    terör saldırısı ihtimalini geçtim; tüm izleyiciler özel sağlık sorunlarından veya konsere gelen 12-13 yaşındaki kitlenin başına bir şey gelmesi ihtimalini de söylüyor.

    sonuna kadar haklılar. ve sonuna kadar saçma bir uygulama.

    şu aralar tmr mesaj yağmuruna tutuluyor, bir etkisi olacak mı göreceğiz.

    not: konser biletleri bu kez çok pahalı, laztour'da kendisini canlı izleyenler bile şikayetçi. kaldı ki vault üyelerine bile çok indirim tanınmadı. nedir sorunun jack'ciğim?