hesabın var mı? giriş yap

  • kalıp olarak bakarsanız kötü karakterlere hikaye yazmak, iyi karakterlere yazmaktan daha kolaydır. çünkü iyi karakterlerin sınırları vardır ve iyi bir karaktere gri bir şey yaptıracaksanız bunun için uzun bir süre zemin hazırlamanız gerekir. ancak kötü karakterlerde böyle kısıtlar yoktur. eğer hikaye kötü karakterin birini öldürmesini gerektiriyorsa tek yapmanız gereken mekanı ve öldürme yöntemini seçmektir. daha sonra izleyiciye ya da okuyucuya çok da açıklama yapmadan istediğinizi yapabilirsiniz.

    ancak saf kötü bir karakteri hikayenin merkezine oturtamazsınız. gerçek hayatta çok iyi olmayan bir insan bile kötü bir adamın fakir bir çiftçiyi dövmesini izlemek istemez. çünkü anlatılan şeyler genelde olabildiğince geniş kitleye ulaşsın istenir ve bunun için hikayenin en ortalama ahlak anlayışına sahip olması gerekir. ana akım tüm filmlerde merkezdeki kahramanın iyi olmasının sebebi de budur.

    yine de diyelim ki ana karakterin baştan iyi olması size klişe geliyor ve kötü bir karakteri işlemek istiyorsunuz. bu alanda batıdaki dizilere ve filmlere bakarsanız kötü karakterin gelişiminin en az iyi karakterler kadar klişe olduğunu görürsünüz. çünkü senaristler sizi kötü karakterin kötü olmasının bir sebebi olduğuna ikna etmek için o kadar çok uğraşır ki filmde karakterin gerçekten kötü bir şey yapmasına zaman kalmaz.

    ancak animeler böyle değildir. çünkü çoğu anime 20-30 bölüm arası tasarlandığından başarıyı yakalamak için kısa zamanda çok çarpıcı olayların olması gerekir. mesela hollywood’da yapılan bir dizide ana karakterlerden biri kötü görünüyorsa ve cinayet işleyecekse önce karakterin aslında o kadar da kötü olmadığı anlatılır. sonra geçmişine dönülüp nasıl bu yola girdiği gösterilir. daha sonra öldüreceği kişinin nasıl büyük bir şerefsiz olduğu uzunca tarif edilir. ana karakter cinayeti işlemeden önce bir iç hesaplaşma yaşar. tetiği çektiğinde ise zaten sezon finaline ulaşmışsınızdır. animelerde ise daha birinci bölümün dördüncü dakikasında ana karakterlerin sorgusuz sualsiz adam öldürdüğünü izletebilirler.

    peki ana karakterler bu kadar kötüyse izleyiciye onları nasıl sevdireceksiniz? çünkü karakterlerin iyiliğinden ya da kötülüğünden bağımsız olarak eğer ana karakteriniz ile izleyici arasında bir bağ kuramazsanız filminizin başarılı olma ihtimali çok düşüktür. burada devreye karakter inşası giriyor. çünkü ana karakterinizi izleyiciye ancak bir temel kurarak ulaştırabilirsiniz. bu çalışma da senaristler için tuzaklarla doludur. mesela yazarken karakterin kötü olması fazla hoşunuza giderse karaktere farkında olmadan zorlama bir cool’luk ekleyebilirsiniz. ya da izleyiciden çekindiğiniz için o kadar çok neden eklersiniz ki sonunda karakteriniz kötüleri cezalandıran iyi bir karaktere dönüşür.

    bu karakter yazımının nasıl olduğunu anlatmak için ben de müthiş anime black lagoon’u örnek göstermeye karar verdim. çünkü bu animedeki herkes kötü. ancak o kadar detaylı çalışmışlar ki temelde modern korsan olan bu insanların hikayesini bile izleyebiliyorsunuz. şimdi animedeki üç karakter üzerinden bu çalışma nasıl yapılıyor ve kötü bir karakter nasıl yazılır bir inceleyelim.

    --- spoiler ---

    ilk önce animenin en öne çıkan karakteri revy’den başlayalım. revy aslında izleyiciyi itecek bir karakter değil. birincisi izleyicinin “ben istediğimi yaparım ve dünya umurumda değil.” mantığına sahip bir karakteri beğenmeme ihtimali yok. ikincisi de dizideki tüm aksiyon kadın karakterler üzerinden dönüyor ve revy “two hand” lakabıyla düşmanlarını bir bir indiriyor. tüm bunlar varken karakter rahatlıkla izleyiciye ulaşacaktır.

    ancak karakteri burada bırakırsanız, nur topu gibi bir aşırı yüzeysel karakteriniz olur. çünkü bunlar hep karakterin “cool” görünen özellikleri ancak karakter yaratmak bir denge meselesidir. eğer karakterin sadece izleyiciyi çekecek özelliklerine yüklenirseniz o terazi devrilir. burada ise karakterin yıkılmasına neden olacak birçok neden var. mesela bütün estetik dövüş sahnelerini revy’e yazmaları, ayrıca denizaltı bölümünde revy’nin nihilizmi, kontrol edilmezse felakete yol açabilecek alanlar.

    bu yüzden mangaka rei hiroe ve animenin senaristi sunao katabuchi revy’nin tüm “cool” özelliklerinin altına derin travmalar eklemişler. mesela revy denizaltı bölümünde dünyada önemli olan tek şeyin maddi değer olduğunu söylüyor çünkü kendisi fakir bir aileden geliyor. sürekli gücünün doruğunda ama bunun nedeni güçsüz olduğu çocukluğunda başına gelenler. insanları hedef tahtası olarak görüyor ve soğukkanlı bir şekilde cinayet işleyebiliyor. hatta animede sürekli görebileceğiniz üzere bundan keyif de alıyor. ancak yaptığından keyif almaktan başka çaresi yok. çünkü ona böyle bir şans verilmemiş daha önce. bu yüzden rock ile birlikte japonya’ya gittiği ve biraz olsun normal hayatı gördüğü kısımlar anlatım olarak dövüş sahnelerinden bile akılda kalıcı oluyor.

    rock da revy ile benzer şekilde yazarken klişe denizinde yelkensiz kalabileceğiniz bir karakter. çünkü beyaz yakalı hayatından kaçış binlerce defa tekrar edilmiş bir hikaye artık. genelde izleyicinize ya da okuyucunuza umut satmak istiyorsanız istifayı basan karakterinizi arjantin’e falan gönderir orada bir restoran sahibi olmasını sağlarsınız. yok ben biraz daha şiddet içerikli bir şeyler üreteyim derseniz de karakterinizi modern yaşamdan koparıp suç dünyasına gönderir bir iki sezonda da bu yeni dünyanın lideri haline getirirsiniz.

    bunlar normalde kullanılan ve genelde tutan yöntemler. ancak rock’un hikayesi bu ikisinden de farklı. çünkü diğer hikayelerde doğrusal bir akış vardır. karakter hikayeye klişe olarak başlar belirli kalıpları izler ve finale dönüşüm geçirmiş başka bir klişe olarak ulaşır. rock ise bir klişe olarak başlıyor ancak hem dönüşüm geçirirken bilindik yolu izlemiyor hem de finalde bir klişe yerine kompleks bir etik anlayışına sahip özel bir karakter haline geliyor.

    bunun da nedeni rock’un geçmiş hayatını silip atmaması. mesela revy sürekli rock’a aldığı bahama gömleği giymesi için ısrar ediyor. klişe bir hikayede rock o gömleği giyer kısa zamanda da roanapur’un en azılı korsanlarından biri haline gelirdi. ancak black lagoon klişe yöntemleri izlemediği için rock empati yeteneğini asla kaybetmiyor ve mental olarak en kötü durumda olan karakterlerle bile iletişim kurabiliyor. bu da onu konumundan ve yeteneğinden bağımsız şekilde özel bir karakter yapıyor. çünkü uçuşan el bombalarının, ağır makineli tüfeklerin, yüksek kalibreli tabancaların olduğu ortamda bir lise öğrencisini normal hayatına döndürmeye çalışacak karakter sayısı azdır.

    ancak rock tamamen eski hayatına takılı kalsaydı bu hikaye de ilerlemezdi. onun yerine rock bir şekilde roanapur ile kendine özgü bir şekilde bütünleşiyor. mesela cüzdanı çalındığında çok rahat çünkü revy’nin cüzdanı bulup geri getireceğini biliyor. emrinde bir parmak şıklatmasıyla mermi yağdırmaya başlayacak onlarca insan olan mafya liderlerine bile laf anlatabiliyor. kirlenmeyecek kadar dışarıda ancak işleyişi yadırgamayacak kadar da içeride duruyor.

    tabi bu bütünleşme birden bire olmuyor. çünkü hikayenin merkezinde yer alan roanapur çok ekstrem bir yer. o yüzden rock başlarda birilerini kurtarmaya çalışsa da bir çok insanın öldüğünü görüyor. ancak rock adım adım ilerliyor ve 24 bölümde değil ama 5 bölümlük ova’da çin mafyasını, hotel moscow’u, dutch’ı ve daha birçok grubu kandırarak istediğini elde ediyor. burada roanapur’a tam olarak adapte olduğunu görüyoruz çünkü artık revy’e benzer psikopat bir gülüşü var. ancak elde ettiği şey diğerleri gibi para ya da başka maddi bir şey değil. yine eski rock’un isteyeceği şekilde birkaç insanı kurtarmak. bu yüzden etik bir sonuç alabilmek için kötü birine dönüşüyor. bu da onu kompleks ve izlemesi keyifli bir karakter haline getiriyor.

    inceleyeceğimiz son karakter de benim animedeki favorilerimden olan balalaika. kendisi dizide karşımıza rus mafyasının roanapur'daki lideri olarak çıkıyor. bu da yine yazan kişi için bir tuzak. çünkü izleyicilerin zihninde hazır bir rus mafyası imajı var zaten. stok fotoğraf gibi buradan kullanarak çok çaba harcamadan bu karakteri finale kadar taşırsınız ancak seri bittikten sonra karakterinizi kimse hatırlar mı orası meçhul.

    balalaika ise klişelerden hayli uzak. ancak seyircinin algısını bozmamak için önce klişelerden başlamışlar. mesela balalaika karşısında durmak isteyeceğiniz bir insan değil. eski çalışanmış, aman iyilik yapmış falan demeden birilerini arabanın kaputuna çarpabilir, havuz başında puro içerken kan kaybından ölen bir kişiyi izleyebilir. ancak operasyon dışında görürseniz kendisi çok sempatik biridir. ayrıca mafyasındaki üyelere diğer herkesten farklı davranır. çünkü emrindeki adamlar para için etrafına toplanan kişiler değil, beraber bot bağladığı askerlerdir.

    bu nokta balalaika’nın yazımı için en önemli kısım. çünkü scorsese ve coppola’dan öğrendiğimiz kadarıyla italyan mafyasında aile içi çatışma eksik olmaz ve sorunlar genelde birilerinin tahtalı köye gönderilmesiyle çözülür. hotel moscow'da ise durum böyle değil. çünkü bu insanlar afganistan’da beraber savaşmış ve uğruna ölümü göze aldıkları şey artık yok. yani koca dünyada güvenebilecekleri başka kimseleri kalmamış. o yüzden mafyanın ötesinde bir bağlılık söz konusu.

    balalaika da bu bağlılığı her adımda gösteriyor. eğer bir adamını tehdit ederseniz revy gibi bağırarak üzerinize koşmaz ama planlar, bekler ve olabilecek en acımasız şekilde cezanızı verir. çünkü maddi kazanç falan umurunda değil aslında. kendisini çoktan ölmüş olarak görüyor ve yaşıyor bildiği tek şey kendi adamları. o yüzden bu bağlılığın doğası onun standart yazılmış bir rus mafyası liderinden fersah fersah ileride olmasını sağlıyor.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak kötü bir karakter yazmak kolay görünebilir ancak başarılı bir kötü karakter yazmak işler bir iyi karakter yazmaktan bile zor aslında. çünkü izleyici faktörü ister istemez sizi etkiler. eğer dikkat etmezseniz entry’e başlarken dediğim gibi ya cool görünsün diye uğraşırken zorlama bir karakter çıkarırsınız ortaya ya da kötü karaktere kötü olması için o kadar çok neden yazarsınız ki karakterin pek bir kötülüğü kalmaz.

    bu nedenle aşırı hassas bir denge var burada. mesela rock, animenin en iyi karakteri gibi görünüyor ama kısa kısa gösterilen anlarda silah kaçakçılığı falan yapıyor adam. ya da revy psikopat gibi insan öldürüyor ama animede öyle bir hikaye akışı belirlemişler ki revy’i bir kere bile kendisinden daha kötü birini öldürürken görmüyorsunuz. bu da ancak çok dikkatli bir çalışma ile başarılabilir.

  • beş dakika önce;

    -abi bana biraz avans ateşlesene.
    +geç kaldın birader, dağıttım bütün parayı.
    (sesini değiştirerek)
    -kısa kuyruk bu avdan da evine aç dönüyor.

    belgesel tadında şirket amk.

  • patiswiss piyasayı sürklase mi ediyormuş? allah belamı versin ilk kez duydum ismini. ayrıca başlık sahibinin yazdığı şeyin "tayyip iyi ama ah o dış mihraklar" laflarından hiçbir farkı yok.

    ulan kadında öyle bir kibir ve kendine inanmışlık var ki öss'de 45'te 45 türkçe yaptığını yazarken bile imla hatalarıyla göz kanatıyor.

    neyse, çikolata zaten pek sevmem, küflüsünü hiç yemem.

  • neden yapmak zorunda olduğu bir işi yapmaya birini ikna etmek için bahşiş vermek zorundayız? bu düpedüz soygun. o zaman fırına gidip ekmek isteyelim ama adam vermesin, açsın avucunu bahşiş beklesin. çünkü o ekmeği satınca para kazanmıyor di mi?

    geçen gün bu gerizekalılıkları yüzünden yemeksepeti'ni silmiştim. bi taksi zaten bende yüklü değil ama getir'i silmek de o kadar zor olmayacaktır. yavaş yavaş kendinizi bitiriyorsunuz. böyle devam.

  • dinin bug'ını buldum, artık çok rahatım;

    geçen gün tüm işlerimi bitirmiş evde boş boş otururken, yine acayip kötülük yapıp, delicesine günah işleyesim geldi. içimden bir ses "git tapu dairesine, görevli memura rüşvet ver" derken, başka bir ses de "konu komşunun kızına iftira at" diyordu. bu sorunlu içgüdüme sebep olan unsuru sorgulamak için mahalleden oldukça feyizli bir abimizin yanına gittim ve sohbete başladık.

    + feyizli abi, ben niye böyleyim, niye devamlı kötülük yapmak istiyorum?
    - bak canım kardeşim, şeytanla allah arasında asırlardır süregelen bir tatsızlık olduğunu biliyorsun di mi?
    + evet abi, biliyorum.
    - bu tatsızlık sebebiyle şeytan kendi gücünü gösterebilmek amacıyla insanları dinden, imandan çıkarmak için devamlı mücadele eder, imanlarını zayıflatmak için uğraşır. unutma ki şeytan devamlı seni kötülük yapman için kışkırtacaktır. bundan dolayı iradeni her daim güçlü tutmalısın.
    + peki şeytan neden benim kötülük yapmamı istiyor?
    - dinden çıkaramadıklarına en azından günah işleterek, cehennemin nüfusunu arttırmak istiyor.
    + peki ya dinden çıkanlar?
    - onlar sonsuza kadar cehennemde yanacaklar zaten.
    + bu durumda ateistler sonsuza kadar cehennemde yanacaklarsa, şeytanın ateistleri kötülük yapmaları için kışkırtmasına gerek kalmıyor.
    - evet lan!
    + bu durumda ben de ateist olursam şeytan yanıma bir daha uğramaz ve ben de asla kötülük yapmam.

    evrenin sırrını bulmuşçasına sevinçten birbirimiz sarıldık ve dakikalarca halay çektik. akabinde ikimiz de derhal ateist olduk. ne bir rüşvet verme isteği, ne de kafa kesme arzusu kaldı içimizde. planımızın son aşamasında, ölmeye yakın kelime-i şahadet getirerek, günah işlememiş müslümanlar olarak direkt cennete girmeyi garantilemiş olacağız. allah ne kadar süper bir şey lan.

  • uzun seneler boyunca sigarayı bırakmam konusundaki ısrarlarının* ardından nihayet bunu başardığımda geçen şu diyalog:

    + anne nihayet bıraktım ben..
    - neyi, o adını bile anmak istemediğim pis şeyi mi
    +evet
    - allahımmmmmm (çeşitli dualar ve sevinç gösterileri takip eder) dile benden ne dilersen kızım
    +heheh saol anneciğim ama biraz sinir yaptı bende
    - olsun kızım. beni döv. gel beni döv yavrum.

  • amerika'da yasayan bir cocugun istedigi bir oyuncagi alabilmesi icin 100 dolara ihtiyaci olur. bu 100 dolara sahip olabilmek için günlerce, gecelerce dua eder. sonunda, sahip olamayinca da tanriya mektup yazmaya karar verir. amerikan posta idaresi, üstünde yazili adres olarak sadece "tanri, abd" olan mektubu baskana vermeye karar verir.

    baskan mektubu alinca cok hoslanir, cok duygulanir fakat 100 dolarin kücük bir cocuk icin fazla oldugunu düsündügü için; 100 dolar yerine 5 dolar koyar. cocuk gercekten de 5 dolara sahip olmakla tatmin olur ve tanrıya tesekkür mektubu yazmaya koyulur:

    - sevgili tanrim, parayi yolladigin için tesekkürler. ama mektubu beyaz saray üzerinden yollamissin ve tabii her zamanki gibi oradaki ibne de 95 dolarini kesip silah almis olmali. bana 5 dolar ulasti. yine de tesekkürler.

  • hakkında bazı gerçekler;

    - kendi de dahil tam 4 nesil tiyatroyla uğraşmış bir ailenin üyesi. büyük babası ve büyük annesi, büyük büyük babası tiyatrocu. anne ve babası tiyatroda kostüm tasarımcılığı ve dekorasyonla uğraşmış. evlerinde sabah akşam tiyatro konuşulmasından o kadar çok sıkılmış ki asla tiyatrocu olmak istememiş.

    - büyük annesi ve büyük babası avusturya'daki büyük devlet tiyatrosunda çalışmışlar; naziler 1938'de avusturya'ya geldiğinde ve 1939'da savaş başladığında tiyatroya devam ederek klasik eserleri oynamışlar. 1942'de tiyatro kapanmış.

    - oyunculuk eğitimi sırasında, drama okulunu devam ettirirken bir yandan da müziğe ilgi duyduğu için şan eğitimi almış ve iki taraftan da bir seçim yapması istenmiş. sesi, opera için viyana'daki akademinin seçmelerine katılacak seviyede olmasına rağmen hayatını bir opera sanatçısı olarak sürdürme konusunda çok emin olamadığı için en sonunda oyunculuğu tercih etmiş.

    - gençken amerikan sinemasından çok etkilenmiş ve sinemada yer almak istemiş. bunun üzerine new york'ta drama okuluna giderek senaryo yorumu eğitimi almış. bu eğitimi sırasında bir sözü hayatı boyunca hiç unutmamış ve benimsemiş; "don't love yourself in art, love the art within you" (sanatta kendinizi değil, içinizdeki sanatı sevin).

    - reservoir dogs'tan başlayarak, death proof da dahil olmak üzere bütün tarantino filmlerini ilk çıktığı anda izlemiş.

    - django unchained'in senaryosunu ilk gören, printer'dan çıktığı haliyle okuyan ilk kişi. dolayısıyla flmin yazımının tamamına tanık olmuş ilk ve tek kişi. ayrıca tarantino'nun, yazdığı film senaryosunu herkesten önce paylaştığı ikinci aktör. (diğeri kill bill'in senaryosunu paylaştığı uma thurman)

    - django unchained'in çekimlerinden 2 ay önce ata binme antremanları sırasında attan inerken kötü şekilde düşmüş ve leğen kemiğini kırmış. ameliyat olmuş. 3 ay ata binememiş. tarantino hastanede waltz'u ziyarete gittiğinde waltz, "3 ay ata binemeyeceğim, ne yapacağımı bilemiyorum" dediğinde tarantino bir çözüm bulacağını söylemiş. böylece tepesinde kocaman bir dişin sallandığı dr. king schultz'un at arabası bu şekilde ortaya çıkmış.

    - reflections in a golden eye, the philadelphia story ve martin scorsese filmleri en etkilendiği filmlerden bazıları.

    - dublajlı filmlerden nefret ediyor. "dublajlı filmlerden daha çok nefret ettiğim bir şey varsa o da dublajlı filmlerdir.", diyor. fakat filmlerinde almanca dublajlarını, başka türlüsü saçma olacağı için ve başka birinin yapmasını istemediği için sevmese de kendi yapıyor.

    - klasik müzik tutkunu. ayrıca müzikalleri çok seviyor.

    - en hayran olduğu oyuncu ve rol modeli robert de niro. robert de niro'nun en hayran olduğu özelliği, kendini zorlamaya ihtiyaç duymadan, doğal bir şekilde oynadığı karakterleri görünür kılması ve izleyicinin bakış açısını zenginleştirmesi.

    kaynak: izlediğim röportajları ve katıldığı bir radyo programında anlattıklarıdır.

  • benim baba tarafim sizlerin "beyaz turk" diyebileceginiz bir aile ve annemin ailesi ise biraz "anadolu comari" ile iliskilendirilebilecek bir aile. kucukken ben annemin babasi olan dedemin namaz kildigini gorurdum ve ozamanlar icki ictigini gordugum babamin babasi olan dedemden daha ahlakli ve dindar oldugunu dusunuyordum. buyudugumde ise dayim ve hergun namaz kilan dedem dolandiriciliktan hapisteydi.

    obur "beyaz turk" dedem ise mahallenin bildigi en guvenilir insandi. insanlar tatile gittiklerinde evlerinin arabalarinin anahtarlarini dedeme emanet edip giderlerdi. hicbir zaman yalanla dolanla isi olmaz, kandirilsada kandirmazdi. kendisi vefat ettiginde ise babaannemin evine onlarca mektup gelmisti. hepsinde adini bilmedigimiz insanlar dedemin onlara burs verip okuttugunu soyluyordu. onun vesilesi ile onlarca insan hayallerine kavusmus ve okumus ama o bunu hickimseye (babaanneme dahil) bahsetmemisti. ben bu insanin ahlakini istiyorum, "anadolu comarlari"ninkini degil.