hesabın var mı? giriş yap

  • üzülmeyi, işletmeyi kınamayı denedim ama olmuyor be... bir beach cluba girmek için araya tanıdık sokmak nedir ya, üstüne bir de 2500 tl para bayılarak! çok mu önemli yahu oraya girmek, anlamadım ki? ve, bu kadar para verip üzerine bir de araya adam sokmanız gerekiyorsa oraya giriş için, o işletmenin de böyle body shaming yapmasını doğal karşılamanız gerekiyor diye düşündüm, şımartan sizin gibiler...

  • 1- suriye'de artık savaş yok.
    2- türkiye kendi eğitimli/okumuş çocuklarını başka ülkelere kuryelik, kasiyerlik yapmaya gönderirken artık savaş bile olmayan bir ülkenin çocuklarını düşünmek abesle iştigalden başka bir şey değil.

  • viski firmalarından aldığımız eğitimlerde türkiye'nin viski tüketimi konusunda (özellikle chivas regal) dünyada ilk sıralarda olduğu söyleniyor. johnnie walker da artan talebi karşılayabilmek için roseisle gibi devasa tesisler açıyor.

    dünyadaki yüksek düzeyde viski tüketen diğer ülkelerden bizi ayıran çok önemli bir özelliğimiz var.

    kendi ürettiğimiz bir viski yok. hepsini ithal ediyoruz. pakistan'ın bile viski ürettiğini biliyor muydunuz? akp gelene kadar iyi kötü ankara viskisi adında single malt viskimiz de vardı.

    2004 yılında tekel'in adeta yabancı içki devlerine hibe edilmesi bu yüzden bu ülkeye atılmış en nadide kazıklardan biri. şu an rakımızı kendimiz üretebiliyorsak bunun tek sebebi içki devi diageo'nun elinde başka rakı üreten fabrika olmamasıdır. türk içki tarihi boyunca ürettiğimiz ve yurtdışına sattığımız her kaliteli içkinin üretim hakları bu dev firmalar tarafından satın alınıp üretimi durduruluyordu. ta ki akp gelip tekel'i bütün tesis, gıda depoları, fabrika ve taşınmaz malları ile 140milyon dolar gibi bir fiyatla satıp ülkenin alkol tüketimini tamamen ithal ürünlere bağlayana kadar.

    konu ile ilgili daha detaylı bilgi edinmek isteyenler tekel'in son genel müdürü olan kerim yanık'ın tekel'in nesi kaldı - damaklarda tadı kaldı kitabına göz atabilirler.

    edit: uyarı geldi özelleştirme değerinin 140 değil 290 milyon dolar olduğuna dair. düzeltme yapalım. şunu da eklemekte fayda var. önerdiğim kitapta yazılan bilgilere göre tekel satılmadan önce tüm üst düzey müdürleri satın alacak firma ile anlaşmışlar ve tekel'in tüm eski tesislerini son teknoloji ürünler ile donatmışlar, depolarına 10milyonlarca dolarlık gıda stoku yaptırmışlar ve işten ayrılacak tüm personelin tazminatlarını da devlet bütçesinden ödemişler ve şirketin kasasındaki 70milyon dolar ile yeni sahiplerine devredilmiş. böylelikle tekel için ödenen meblağın büyük kısmı geri alınmış ve yine ortalama benim verdiğim fiyata denk gelmiştir. tekel birkaç yıl sonra 2.1 milyar dolara diageo'ya devrediliyor. vurgunu yapılan para inanılmaz boyutlarda.

  • lisede 3 sene boyunca lakabı öküz olan arkadaşa, 4. senenin başında okula tayinle gelen hocanın, daha ilk derste "sen niye gülüyorsun, öküz müsün sen" diye bağırmasıdır.

  • --- `tam spoiler olmasa da "spoiler yapar mıyım" kaygısı güdülmeden yazılmıştır` ---

    zaman yolculuğunu en muhteşem kullanan, üstelik kurgusundaki zaman anlayışından dolayı da neredeyse her zaman yolculuğu içeren filmin düştüğü sebep-sonuç ilişkileri kaosuna düşmemiş film.

    elbette ki zaman yolculuğu işlenmesi zor bir temadır.. yirmi sene öncesine gidip bir adama ters ters bakmak, kelebek etkisi sonucu üçüncü dünya savaşına yol açıp yirmi sene sonrasını insanların neslinin tükendiği bir çöl haline getirebilir. ama yirmi sene sonrası bir çölse oradan birisinin geçmişe gelip ters ters bakması mümkün değildir, bu durumda savaş da çıkmaz ve herşey eskisi gibi olmalıdır.. bu durumda yirmi sene sonrasından birisinin gelmesi tekrar mümkün hale gelmiştir, bu böyle uzar gider.. bu paradokslar batağında zaman yolculuğu konusu işlemeye kalkışmak bile cesaret isteyen bir iştir. (geçmişte asansörü bulan adam ölünce gelecekte asansörlerin yokolduğu ancak asansör boşluklarının aynen kaldığı komik filmleri hatırlayınız)

    bu film ise zaman yolculuğunu bambaşka bir yaklaşımla ele alır. şöyle ki bu filmde a olayının b'nin sebebi olması için b'den önce gerçekleşmiş olması gerekmemektedir. çocuk james cole ve yetişkin james cole aynı tarihte aynı yerde bulunabilirler. bunun sebebi olayın gerçekleştiği tarihten yıllar sonra james cole'un geri gönderilmesidir. ancak geleneksel bilim kurgu mantığının aksine, havaalanındaki olaylar bir kere olmuş, zaman geçmiş, cole büyümüş ve tekrar gönderilip ikinci seferde olaya dahil olmuş değildir. james cole'un yetişkin hali, olay ilk gerçekleşirken de oradadır. bu klasik zaman anlayışını sarsan bir mantık olsa da bütün filmdeki olaylar sadece bir kere ve filmde gösterildiği haliyle gerçekleşmiştir.

    iki boyutlu canlılar düşünelim, sadece x-y düzleminde yaşayan.. çok güzel bir örnek olmasa da bütün ömrünü bir masanın üstünde geçiren bir solucan bizim modelimiz olabilir. bu solucan sabit bir hızda, üçüncü boyut olan z yönünde masayla beraber hareket etmek zorunda bırakılsın. asla üçüncü boyutu anlayamayacak bu canlılar, örneğin masaya tepeden bir kitap koyduğumuzda bu cismin nereden geldiğini asla idrak edemeyecektir. bu solucan yalnızca kendisiyle aynı hızda z yönünde hareket eden cisimlere akıl erdirebilir. aynı şekilde n boyutta işlem yapabildiği halde 3 boyuta sıkışmış ve zaman içinde zorla yol alan insanoğlu da, dördüncü boyut olarak değerlendirilebilecek "zaman" kavramındaki alışık olmadığı bağlantıları algılayamamakta çok haklıdır, ama bu durum bu bağlantıların olamayacağı anlamına gelmez.

    bu filmde de bu olgu sonuna kadar zorlanmıştır. filmdeki zaman anlayışına göre herşey herşeyin hem sebebi hem sonucudur. "ama şu değişik olsaydı" demek anlamsızdır, çünkü başından sonuna kadar tüm "zaman" zaten olmuş bitmiş bir video kasedi gibidir. geçmişe giden birisi geçmişi değiştiremez çünkü olaylar zaten o geçmişe gittiği için bu şekilde gelişmiştir.

    bu özelliği sayesinde bu film bence bir sci-fi başyapıtı ve modern kader anlayışının temelidir.

    railly: peki sen bizi kurtarmaya mı geldin yani?
    cole: sizi nasıl kurtarabilirim ki? bunlar zaten oldu bitti..

  • "...bi de uçlarına taramalı tüfek takarız kimse bize saldıramaz...cuv cuv cuv!" diye devam eden umut sarıkaya karikatürü.

  • ultrason odasında uzanmışsın. eşin ayağının dibinde. heyecan içinde ekrana bakıyorsunuz. doktor da çok umutlu. yüzü gülüyor. ve aleti karnına koyuyor. ekrana bakıyor. gözleriyle kısa bir arayış. birden yüzünde garip bir ifade. gözlerini kısarak bir kısa arayış daha. ve yutkunuyor. o yutkunmayı sen sanki ağır çekim izliyorsun. adem elması yavaşça aşağı iniyor, ardından daha da yavaş bir şekilde yukarı çıkıyor.

    eşinin yüzüne bakıyorsun. daha geçen hafta yine bu odada, yine şu an durduğu yerde, yine bu ekrana bakarken, gözleri dolmuştu mutluluktan. daha önce hiç ağlarken görmemiştin onu. "işte bu o anlardan biri" demiştin. "hafızana kazı bu anı, bu yüzü. en ince ayrıntısına kadar anlatacaksın yıllar sonra. sakın unutma bu yüzü."

    ama şimdi sadece endişe var gözlerinde. odada da bir ölüm sessizliği. kimse soru sormaya cesaret edemiyor. makinenin uğultusu. karanlık. sadece ekrandan doktorun ve eşinin yüzüne yansıyan ışık. hadi konuşun! biri bir şey söylesin! ya da hayır. susun. hiçbir şey söylemeyin. sessizlik devam etsin. makinenin uğultusu olsun sadece. kimse konuşmasa, zaman dursa burada. bu şekilde kalsak. biz sadece umutla ekrana baksak, kimse bir şey söylemese.

    ama doktor ölüm sessizliğini bozuyor. "maalesef yine kürtaj."

    ben o yüzü hala unutmadım. bir de doktorun yutkunduğu o anı. vücudumu yavaşça saran korku dalgasını. kollarımda ve bacaklarımda ılık ılık ilerleyişini. parmaklarımın buz kesişini. doktorun konuşmasını. o konuştukça benim boğulacak gibi olmamı. ve aklımdan geçenleri.

    "bir sussa. bir sussa. tamam. her şeye tamam lanet olsun. ne yapacaksan yap. ama sus şimdi. bir çıksak şurdan. şu kapıya bir ulaşsak. aynı acı tekrar içimde inanamıyorum. ben aynı şeyleri mi yaşıcam şimdi tekrar? yarım saat öncesine dönebilsem. umut dolu. elim karnımda. konuştum ben onunla. defalarca. bu sefer farklıydı çünkü. çok hissettim bu sefer. haksızlık. bu nasıl bir tokat? yarım saat önce bu kadar mutluyken, şimdi.. korkuyorum demiştim bir arkadaşıma. kendimi çok kaptırmak istemiyorum. ama dayanamıyorum da. bu sefer farklı çünkü. çok hissediyorum bu sefer. sıranızı savdınız siz demişti. boş ver. keyfini çıkar bu güzel anların. bu güzel anlar. tarih oldu bir saniye içinde. yıllar sonra anlatılacak bir anı oldular. nasıl olur? daha yarım saat önce yaşıyordum ben bunu. bir çıksak şu odadan. bir sussa. nasıl haber vericez millete? ne kadar aptalım. dayanamadım herkese söyledim. aptal! şimdi telefonlar. aynısı ayşeye, fatmaya da oldu şimdi üç çocukları varlar.. aptal! dayanamadın! tutamadın çeneni! ama bu sefer farklıydı. çok hissediyordum bu sefer. bir çıksak şurdan. bir sussa. yer ayaklarımın altından kaydı dedikleri bu muymuş?"

    edit: yeri ayaklarının altından kaydıran o günler tarih olur, bir de bakmışsın kucağında gülümsemene gülümseyerek karşılık veren minik bir yavru var. o zaman umut var, inadına umut var.