• anlamsız şekilde ofiste sıkılarak tribe girip sürekli tıkladığım sağ üst köşedeki buton. neden yaptığıma dair herhangi bir fikrim yok. sabahtan beri 234324 kere tıkladım ama hayatımda hala bir şey değişmedi. aynı şeyi yaparak farklı sonuç bekleyen mallardan biriyim galiba bugün.
  • garip bir şekilde bugünlerde sardığım berksan şarkısı.
    kendi tarzında fena değil..
  • sözlerle yıpratılmış ağlarken gülen bir ben
    sessizce aldatılmış zavallı ezik birben
    benden uzakta doğmuş beni besleyen bir ben
    yokluğundan usanmış beni özleyen bir ben
    bazen başkası olmuş ölüp dirilmiş birben
    herkesi dostu bilen herkesten kopuk bir ben

    (bkz: kurban)
    kurban
  • turgut uyar'ın papirüs dergisinde çıkan, korkulu ustalık kitabında bulunan yazısı. içeriği şu şekilde ;

    '' ben hep sıkıntılıyım. yani bir adamın canı sıkılır, o benim. çünkü bana en yaraşan durumdur sıkıntılı olmak. ben silahsız bir askerim de ondan. törenler askeriyim ben. cumartesi ve pazar askeri. aslında karışık bir şey, kime ne söylenebilir ? bir sıkıntıyı ısrarla büyüterek, asıl büyük sıkıntıya ısrarla giden, tümün attığı çekirdek. pis bir köleliğe ve sonsuz çılgınlığa varacak bir oluşumu sıkıntıyla bekleyen bölünmez varlık'ın ben'i.
    ondan severim sıkıntıyı. sevincin o amansız, o aşağılayan bönlüğünden korur beni.
    ne söylenmişse ve ne söylenmemişse, ne yapılmışsa ve ne yapılmamışsa, ne düzeltilmişse ve ne düzeltilmemişse ondan sıkılan biri. o kadar. ve sıkıntılı. ve sıkıntılı.
    işte böyle başlıyordu her yerde mutsuzluk. ve mutsuzluk büyük bir umut gibi çekiyor kendinde beni. değişiyorum ve çoğalıyorum gibi. tek büyük doğrunun yarım dilimi o. kim bilebilir işe yaramanın değinmesini ? ha!.. cumartesi ve pazar günlerinde. yorgun, izinli ve silahsız bir asker.
    sonra kim döneniyor ortalarda benden başka. şiir yazdığım söyleniyor ortalarda. değil.
    ben, kutsal bir bahaneyim, belki de sığınağım kendime.

    papirüs,sayı 4, eylül 1966
  • yaygın inanca göre saydıkça artan siyah nokta.
  • çoğunun ikinci evliliği olduğu ve eşlerden en az birinin ilk eşinden çocukları olduğu asla üveylik olmayan öp öz bir aile benimkisi. hal böyleyken benden büyük veya yaşıt olduğum yeğenlerim var.
    bu yaz ikinci ablamın ikinci kızında kalırken kendi kızının benlerinden bahsetti. ablamla torununun aynı yer aynı şekilde beni varmış. ben de açıp gösterdim böyle mi diye! gülüştük baya.

    geçen gün de teyzemle görüntülü konuşurken aa dedi senin yüzünde benler var, kapatıyor muydun önceden? teyzoş ablamlarda ve babamda olan bülent ersoy beni bende üçe ayrılmış vaziyette yıllardır var aşk olsun! bu üçe ayrılma mevzusu da ilginç. yalnız kalan benim pek yok. bugünlerde sıkça gözüme çarpıyor hepsi. ve ben bunları tanıyorum başka yerden. seviyorum onları. babamdan bana yadigar çünkü.

    bir de çok sevdiğim insanların çok sevdiğim benlerinin olması... ben=ben.
  • kendisinden beklentilerim olan potansiyel olurlar kendileri.

    başarı en büyük isteği onun. bir iz bırakabilmek geriye, şimdiye ve ileriye kendi adına. ben'i var etmesi için onu var etmeliyim.
  • keşke birinci tekil şahıs zamiri olarak ben değil de yarrağım kelimesini kullansak. göz ucuyla bakıyorum sözlük arayüzünün sağ-üst kısmına, orada ben yazıyor. ben yerine yarrağım yazsa daha güzel olmaz mıydı?

    bence süper olurdu.
  • farklı olsaydı birçok şey de farklı olurdu. her şey olması gerektiği gibi oldu. çünkü ben benim. çünkü kader tecelli eder. ve dünya benim başıma gelen bir şeydir. ve içinde çokluk acı çekerim. ve ben ona yöneltilmiş bir soruyum. rüzgârın, bulutların, dağların, her bir ağacın, gelip geçen her bir hayvanın içindeyim.

    söylediklerine bakılırsa soğuk biriymişim. oysa gönlüm aydınlıktır, sabah vakti dağlar gibi. bir tapınak kitaplığında keşişlerle sohbet edip eski kabala metinlerini okurken sonsuzluğu düşünmek hiç aklıma gelmez de, duyabilirim mesela sirenlerin sessizliğini. içinde bulunduğumuz 19.yüzyılda herkes gibi iyi bir roman okuru olduğumdan mı acaba? voltaire zengin ve kindar, rousseau fakir ve evhamlıymış. buna rağmen zengin ve kindar voltaire, fakir ve evhamlı rousseau'ya saldırır, küçümser, onu iyiden iyiye bunalıma sokarmış. montaigne'in de böbrek taşı sorunu varmış.

    bu arada, kendi telos'umu gerçekleştirebilecek miyim? bunu sorar sormaz omzumdaki karabatak gülüyor, müstehzi. yılmıyor, başbaşparmağımı alnıma dokundurup ikinci bir soru daha soruyorum: peki, cüret edecek bir iradem var mı? evet diyor, tıpkı yere düşmekte olan bir taşın sahip olduğunu varsaydığı iradesi kadar. alay dolu göndermesini anlayıp susuyorum. sonuçta, dünya da bana yöneltilmiş bir soru işte. kehaneti içinde saklı.

    bu ağır sorudan kaçmak için gökyüzüne doğru süzülüp uçmaya başlıyor, yükseliyor, yükseliyorum. altımda bulutlar, bulutların altında göl kenarlarına konmuş köyler, gölde kayıklar, balıkçıllar, sonra kara şehirler, sonra mor dağlar, sonra mavi dağlar, sonra yeşil dağlar, nehirler, çavlanlar, dişi bir kaplan, sırtında bir okla koşan bir ceylan, acılar. kanıksanan.

    nice sonra yere iniyorum. karabatak, daimonum, iç sesim, yeniden omzuma konuyor. ona, "beni, olmadığında olamadığımın yanına götür," diyorum. "ama," diyor, suda gözüne kestirdiği bir şeye doğru havalanmadan önce, "biliyorsun, kendi kendinin ihlali, kendi kendinin bâtılısın. hak etmiyorsun. ve kefaretin öyle büyük ki, sade ektiklerini değil, ekmediklerini de biçeceksin."

    uçuş güzergâhı boyunca arkasından bakıp, içimden "gene hıristiyanlığı tuttu," diyorum. fakat 'güzergâh'... ne güzel kelime. neyse...

    "iyi yaptıysam, susalım / kötü yaptıysam, gülelim / hep daha da kötü yapalım / daha da kötü yapıp, daha da kötü gülelim / kara toprağa girene kadar. / dostlarım! hu! böyle olsun mu? / âmin! ve hoşçakalın!"
  • yüzde olanını beğenmediğim ama kadın vücudunda stratejik noktalarda seksi bulduğum kahverengi minik nokta.
hesabın var mı? giriş yap