• buraya da mutlaka yazmışımdır, yani yazmadıysam ayıp etmişim: mesleği sevmemin en büyük sebeplerinden biri - hatta belki artık tek büyük sebebi, başka türlü bilemeyeceğimiz hikayelerle karşılaşmak.

    mesela koridorda bir teyze gelip sana gelininin onu evden attığını anlatıyor, diğeri gelip oğlu için askere çağrı kağıdı geldiğini ama oğlunun yıllardır kayıp olduğundan bahsediyor, ne bileyim, biri kardeşiyle davalık diğerinin kızı tacize uğramış bu da gitmiş adamı dövmüş, oğlanın birine tecavüz etmişler ama aslında etmemişler, oğlan akli dengesi yerinde olmadığından uyduruyormuş, falan filan bir sürü olan biten. koridoru bir podyum gibi düşünecek olsak, sen o podyumda gazetecilerin ve moda editörlerinin değil işte bunların içinden geçerek yürüyorsun.

    geçenlerde adliyelerden birinde fotokopi çektiriyorum. baro odasında değil ama, koridordaki cezaevi işyurtları fotokopi noktalarında. 40'lı yaşlarının başında bir adam var. güleryüzlü biri. fotokopi makinesine kağıt sıkışınca söylendi biraz.

    - avukat hanım bunlar buraya uygun aletler değil ki, büro tipi bunlar, adliyenin yüküne dayanır mı.
    - kim karar veriyor bu makineleri almaya, adalet bakanlığı mı?
    - burası cezaevinin avukat hanım. biz hepimiz hükümlüyüz. mesela ben mali müşavirim, 7 yıl ceza aldım. şu kadarını yattım. şimdi de işte buradayım. benim hemen alt kattaki fotokopici doktor.
    - aaa... hep meslek sahibi misiniz buradakiler?
    - burada 30 kişiyiz, büyük kısmı meslek sahibi. mesela bir de jandarma özel harekatçı var. arada normal katil falan da var tabi ama azdır, 10 kişi yoktur. çoğumuz böyleyiz.

    vay arkadaş. hükümlü deyince neden hep adi suçlu anlayıp bizden uzak sanıyorsak...

    bugün de az önce yüksek eğitimli ve kendi işini yapan bir hanımla görüştük telefonda. 31 yıllık meslek hayatı var, makaleleri eğitimleri var, var yani.

    asliye cezada yargılanıp "koşullu beraat" almış. (hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı demek istedim.) tüm o süreçte kendine bir avukat bulmamış, karar çıkmış, karşı taraf buna itiraz etmiş, beni o esnada arıyor. e ama hanımefendi eğitimsiz değilsiniz dünyadan habersiz değilsiniz, sabıka kaydınıza geçebilecek bir konuda avukata danışmamak nedir? avukatı siz gerekli görmezseniz cahil vatandaş ne yapsın? diyemedim tabii ama ofise gelirse demeyi düşünüyorum.

    bakalım onun hikayesi tam olarak neymiş.

    vay arkadaş hayat ne tuhaf vapurlar filan.
  • geçenlerde bir kalemde tanık olduğum avukat ve tek kalmış memur arasındaki muhabbet şöyle:
    a: memur bey bu işi hemen halledeceksiniz, ben bekleyemem.
    m: tamam ama tek başımayım şu anda bırakın ben akşam olmadan birisini bulup gönderirim. şimdi burayı bırakmam mümkün değil.
    a: banane sizin tek çalışmanızdan bunun sorumlusu ben değilim, tabi tüm memurlar ayın 15 ine bakıyor. gidin şikayet edin arayın hakkınızı. ben anlamam..... uzayıp gider.
    m: peki madem biz boyleyizde, siz avukat olarak üstünüze düşenin ne kadarını yaptınız, anca işinizi kavga gürültü de olsa halledip adliyeden söve söve kaçma peşindesiniz. siz gidin şikayet edin ve işiniz diğer memur arkadaşlar gelince ne zaman hallolur bilemem.iyi günler

    ben ise köşede adalet sisteminin tıkanıklığı mı desem avukatların bir kısmının anlayışsız ve bol egosu mu desem bilemeden çay söyledim. demli.
  • saat sabah 8. hava sağlam yağacak belli, babet sandalet giyilmez. çizme zaten "yok artık" zira temmuzdayız. outdoor ayakkabı olmaz zira müvekkil gelecek. topuklu olmaz zira 3 duruşmam var arada koşarken ölebilirim. bağcıklı ve sporumsu bir şey giysem onunla etek olmaz. ama pantolon da hem kurumaz hem çamur olur. eeeeeh ne giyicem lan ben.

    kot olmayan ve bilek üstü bir skinny - paçaları olabildiğince koruyalım diye. ve altına o bağcıklı ayakkabı. üzerine düzgün bir bluz ve ceket. oldu bence.

    bugünkü deli yağmur, ben bu halde evden çıktıktan 2.5 dakika sonra başladı. ve gördüm ki normal babet giysem de olurmuş yani aynı hesaba gelecekmiş.

    benim bütün ayak su oldu tabi, yedek çorap almayı da düşünememiştim tam bir gerizekalı gibi, kartal -1'deki yerlerde çorap arandım yok, yani var da laylon, hiç olmaz. koridora oturup "kuru bir çorap istiyorum lütfen sadece kuru bir çorap" diye ağlayacaktım az daha. sonra efendim işte duruşma falan, bu arada 40 dk kadar geç başladı duruşmalar. heyete "heyet siz hayırdır, kuru odalarınızda elinizle çayla oturmak kolay tabi, ne demek lan 40 dakka geç başlamak!!!!" diyeceğimden çok emindim ama demedim. sanık müdafiiyim şimdi nolur nolmaz. içimden iyi söylendim ama.

    duruşmadan çıkınca doğru tuvalete, kağıt havlu bulmaya. neden - çünkü ayakkabımın içine koyacağımdan ötürü. ama bilin bakalım ne yok sdhsdhsha bilemediniz ayakkabım değil. kağıt havlu. o üfürmeli el kurutma aletlerinden var. valla bi çomarlık yapıp ayaklarımı kurutsam mı - demedim bile aa ne münasebet zira "aydın bir türk kadınıyım" hamdolsun. hıh.

    neyse ekmek bulamadık, pasta da yoktu, mecbur kruvasan. kabinin birinden tuvalet kağıdını aldığım gibi gömdüm ayakkabının tabanına. çoraplar da çantaya artık napalım. pek efektif bir koruma olmadı ama hiç olmazsa denedim. sonra gittim asliye hukuk duruşmalarını bekledim. peteklerden elbette soğuk hava geliyordu ve ben donuyordum anlıyor musun ha anlıyor musun!!!!!

    sonra döndüm ve dedim ki, avukatların çantalarını iyi ki aramıyorlar (!) çünkü içinde muhtelif dosyalarım ve bir çift de kirli çorabım var. sorarlarsa müvekkile ait delil demeyi düşünüyorum.

    ve duruşma gelmiyor...

    yağmur durdu, ne zaman tekrar başlayacağı belli değil, tam eve gitmelik zaman amaaaaa duruşma bekliyoruz ve bekliyoruz ve haaaalaaaa bekliyoruz.

    tam diyordum ki ben en iyisi atımı alıp geleyim ve duruşma salonunu basarak diyeyim ki, "yağmur tekrar başlamadan bitireceksin bu duruşmayı hakim bey!!!!"

    öyle bir şey yapmama gerek kalmadı neyse ki fakat sorarsanız "bir ayakların vardı senin noldu onlara" diye, size verecek bir cevabım = yok.

    eğer bütün bunlar olup biterken bir ergen irisi yanılıp şaşırıp "yağmur yhaa ^^" diyecek olsaydı, yok efendim yaz yağmuruymuş falan, yemin ederim yedirirdim o çorapları. gerçekten yapardım. ve dönüp arkama bakmazdım bile.

    "bugün bunu hak ettim arkadaş" diyerek kendimi taksiye attım zira hak-kikaten hak etmiştim, birazdan sebebini size de açıklayacağım. doğru eve, kuru çoraplarına koştum. allahım huzur gibi huzur. sıradaki şarkıyı kuru kıyafetlerime armağan ederek mutlu bir şekilde ofisime döndüm: "sensiz saadet neymiş, tatmadım bilemem ki <3"

    tam evden çıkarken bir telefon geldi. konuşma neticesinde "nayssss..." diyerek kendimden bi makas aldım açıkçası. öğleden sonra da bir görüşmem olacaktı, o da iyi geçti hamdolsun.

    derken günün sonunda:
    iki dava kazanmış,
    bir sanık savunmuş,
    bir icra tahsilatı yapmış,
    bir de danışmanlık hizmeti vermiş durumdayım.

    tüm bunların aynı günde toplanması bu meslekte geçen on yılımda hiç yaşanmamış olabilir. hatta bir daha yaşanmayacak da olabilir. yahu bu yaşanacak bir şey bile olmayabilir sfhgshdghshf daha ne kadar abartabiliyoruz pardon bu konuda kimden bilgi alabilirim dgfhshdghshf

    biraz sonra da eve gidip et suyuna bulgur pilavı yapıcam elinizin artığı, domatesli biberli falan, et suyunu da kendim çıkarmıştım ayrıca. neden çünkü böyle bir günü layıkıyla kutlamak gerekir ve herhangi bir güzelliğe bulgurdan daha layık ne olabilir? ahah olabilir mi öyle bir şey canım deli misiniz siz.

    yani özetle, bundan sonra bana dagny taggart değil "ıslak ayaklı kontes birey" diyeceksiniz.

    tşk.

    dghdhghdghsh teallam öpt kib bye :*
  • 7 yillik avukatim. meslegimi birakmayi düşünüyorum. ne iş yapacağımı bilmiyorum.

    ...........spoiler...........
    istemeden tercih ettiğim bu bölümü okurken sevmeye başlamıştım. okul bittiğinde herkes gibi idealist bir avukat adayi olarak basladim. sonra mi? parasiz kaldim, evsiz kaldim fakat hicbir zaman meslegimi degistirmek istemedim. dört elle sarildim. sabrettim. buro actim. idealistligimden, mesleki hedeflerimden, etik değerlerimden vazgecmedim.

    hicbir tebaaya el acmamak, boyun egmemek adina farkli meslek ya da ucuz yollu etik disi isleri tercih etmedim, iliklerime kadar sömürüldüm ama vazgecmedim.

    sabrettim, isimizin buyuk bir parcasi cunku sabretmek. calistim, gece gunduz calistim. ek gelir icin bir suru sey icat ettim kendime. aradan yıllar gecti.

    yavas yavas hedefler tukendi. umutlar, hayaller suyunu cekti. en kotusu de yavas yavas olmasi. sindire sindire.

    bunları size anlatıyorum, çünkü biliyorum ki en iyi siz anlarsınız bu kutsal meslekten vazgeçme eşiğinin ne demek olduğunu.

    bazısına tebessümleri altin tabakta sunarken hayat, bazısını bitmek bilmeyen anlamsız ve belirsiz bir mucadeleye zorluyor.
    ............spoiler...........

    kafami kitaplarimdan kaldirmak istemiyorum. ne zaman ki gercek dünyaya dönsem fark ediyorum ki bu umutsuzluk beni öldürüyor.
  • rüyamda duruşmaya girdiğim veya uykumdan "ihtaratlı kesin süreyi kaçırdım!!!!" diye zıplayarak uyandığım çok olmuştur. fakat bu kez nerd'lükte gerçekten bir çığır - daha - açtım.

    dün gece çok karmaşık şeyler gördüm. hepsi birbirinden alakasız ve kopuk olmak üzere aklımda belki 20 ayrı sahne var.

    bunlardan birinde, artık arkadaşım demediğim biriyle iş konuşuyorduk. buna bir idari dava gelmiş onunla ilgili bir şey soruyor. notlarını getiriyor bana ama konuyu o kadar anlamamış ki, neyi ne yaptığı belli değil. ben de tane tane şunu anlatmaya çalışıyorum: "iyi de bu bir asliye hukuk davası olacak idare değil ki, karşı tarafın devlet tamam da buz gibi özel hukuk bu."

    konuyu da detayları da hatırlamıyorum. zaten hemen başka bir sahneye geçiyoruz.

    bugün sabah kartal'a gittim, işlerim kolay bitti, kapıya gidiyorum... dur şu seçkin'e de bir bakayım dedim, kitap bakmayı seven bir insanım.

    hep baktığım bir iki reyon var. onlara baktım. tam çıkacakken "dur ya şu idare reyonuna da bakayım, zaten rüyamda da görmüştüm..." diyerek oraya döndüm... ki...

    yoksa benim yazmayı hayallediğim kitap mı lan o??????

    incecik bir kitap. benim gibi, sırtında ismi yazmayan kitapları bile rafından çekip üzerini okuyacak kadar meraklı biri değilseniz hayatta görmezsiniz. ki zaten muhtemelen görmemişsiniz çünkü ne etrafım ne hocalarım ne de okuduğum hiçbir şey bana bu eserden söz etmemişti. hocalarım zaten büyük ihtimalle edemezdi zira kusura bakmasınlar ama böyle bir konudan haberleri olduğunu bile sanmıyorum.

    basım yılı 2011. o arada o mevzuatta dünyalar değişti ama olsun. derhal, içeriğine bile bakmadan satın aldım.

    metroda gelirken hemen karıştırmaya başladım, önce kavram dizini, sonra kaynakça, sonra içindekiler.

    ve aynen rüyamdaki gibi konuştum: hocam haklısınız ve bütün bunların gerçekten yazılması gerekiyordu ama bir yönüyle de buz gibi özel hukuk bu, onu nasıl yapalım?

    kamu hukukuyla özel hukuk birbirinden bağımsız şeyler değil ki. özel hukuk dediğin, kamusal prensiplerin özel ilişkilere yansıtılma hali. kamulaştırma dediğin idare hukuku, miktarının tespitini yapan mahkeme asliye hukuk. kamu kurumuna açtığın davadaki karşı vekalet ücretinin nisbi ya da maktu olması bir kamusal politika. sağlık hakkı ulusalüstü bir hak, ilacın bedeli hariç reçetede yazan kutu başına devletin senden ayrıca para istemesi özel hukuk.

    o kadar teorinin, kamu hukuku kural ve ilkelerinin, ulusalüstü hak belgelerinin ve sair kanun maddelerinin "gündelik hayatımıza" etkisini neden sorgulamıyoruz?

    geçenlerde feysbuk hatırlattı, vaktiyle bir piyale madra karikatürü paylaşmışım. tek başına olan kadın 4 karede sırasıyla şunları düşünüyor:

    "n'olur allahım... artık hayatımda seyahatler, aşklar, maceralar olsun.
    güzel sürprizler olsun, şaşırıp sevinç çığlıkları atayım.
    sevinçten ağlayayım.
    çöpü kapıya koydum mu ben?"

    işte bakın kamu hukukuyla özel hukukun "sahadaki ayrımı" budur.

    kamu hukuku ideal bir genel çerçeveyken, özel hukuk sahada yaşanandır.
    ve o çerçeve nasılsa, sahaya da o yansır.

    yani neyse ki o kitap "o kitap" değilmiş tam ahah. ama çok değerli bir kaynak edinmiş oldum ve bunu bana rüyalarım söyledi, in bilinçaltım i trust <3
  • yine yarım saat esnaf pazarlığı yaptım abv bütün sinirim tepemde "avukatlar çok rerörerö" diyenin allah belamı versin kırarım boynuzunu.
  • adli tatil güzel şey. duruşma yokken daha da keyifli bir meslek bugün bunu anladım. stres unsuru iyice azalıyor. adli tatili deniz tatiline çevirmek ise daha da keyifli olur. fark ettim ki nisan referandumundan beri kullanmadığım bir kelime var. buraya cuk oturur. hayırlısı olsun.
  • fakülteye ilk girdiğimde bir yilda tüm ülke geneli 5.000 mezun verdiğimizi hatırlıyorum. simdi tek bir okul o kadar mezun veriyor dense çok şaşırmayacak meslektaşlarım olacaktır.
  • ya adhahdhahahdhahdhhd of tamam haklısınız.

    cumhuriyet tutuklusu olup duruşmada tahliyesine karar verilen avukat abilerimizden birini ben çok severim tamam mı. diğerini de elbette severim ama onunla direkt sohbetimiz yok. bu abimle ise hal hatırımız sohbetimiz vardır, aynı mahallede olduğumuz için arada karşılaşırız, buralarda rakı içerken görmüşsem masasına yanlarım falan. böyle şeyler.

    tutuklu olduğu süre boyunca, mahallede onunla karşılaşamayacak olduğumuz gerçeğiyle çok yüzleştim. çok güzel bir insandır ve bu güzel insandan saçma sapan sebeplerle mahrum kalıyorsun, yahu neden ben komşumla karşılaşamıyorum ya?

    derken tahliye oldu.

    biraz önce çarşı'da yediğim yemekten dönerken, tamamen öylesine, bir üst sokaktan yürüyeyim dedim. bir baktım ki bunlar beş kişi yemek yiyor! ay resmen karşılaştık!

    acayip sevindim tamam mı, "oha hayat normale döndü ^^" diye bir takla attım kendi kendime.

    ama bunların hepsi "içimden" oldu :/

    benim dişlerimde tel var şu sıralar. o yüzden dışarıda yediğim her yemek bir işkence oluyor. ne yesem yarısı tellerde kalıyor ve bu hem çirkin bir his, hem de kimi zaman çirkin bir görüntü. (görüntü her zaman olmuyor, siz görmüyorsunuz ama ben biliyorum.)

    ayrıca yanlışlıkla ıslak bir yere oturmuşum, eteğimin "yanak" kısmı su içinde. koşarak uzaklaşmam lazım.

    üstelik 5 kişilik masanın 3 kişisini hiç tanımıyorum.

    9.5 ay tutuklu kalmış olan ve buna çok üzüldüğüm abimle nihayet "karşılaştık" ve ben masasına gidip "abi afiyet olsun öptüm byes" deyip kaçtım ya la.

    ayıp gibi ayıp.

    geldim hemen dişlerime baktım. allahtan bir şey görünmüyormuş.

    neyse, ben gördüğümde daha çorbaya yeni başlamışlardı, yarım saate falan arayıp durumu izah edeyim.

    of.
  • bir icra dosyasından yüksek seçim kuruluna müzekkere gönderilmişti. müzekkerenin sonuna da sehven "rica olunur" yazılmış.

    yüksek seçim kurulu da cevap vermiş. "ast, üstünden rica edemez. ancak arz ve rica eder. bir daha hiyerarşiye uygun yazı yazın." diye uzun uzun cevap vermiş sayın üye.

    "siz önce normlar hiyerarşisine uygun karar verin. kanun'a aykırı karar veren insanlarsınız, hala hiyerarşi diyorsunuz." diye cevap verememek ciğerimi dağladı.
hesabın var mı? giriş yap