• yaşamsal eylemlerin hemen hemen hepsini ezberden gerçekleştirmekle belli eder kendini bu hadise. tüm yaşananlar, stereotipik hareketler gibidir. bilinçsizce, istemsizce gerçekleşmektedirler sanki. sabahları kalkmak, işe/okula gitmek, geri dönmek, arkadaşlarla takılmak, eğlen(ir gibi görün)mek vesaire.

    hepsinde yalancılık had safhada, hepsinde rol kesimi maksimal düzeydedir. hayat aslında bir teatral performanstır bu işi hayatlarına adapte etmiş kişilerde. beklentinin ne olduğunu umursamanıza, üzerinde durmanıza bile gerek yoktur. önemli olan hayata küsmektir.

    kişi hayata uyum sağlamayı beceremez bir türlü. hep bir geç kalış, hep bir çekiniş vardır gerçeklerden. nehir misali akan hayatın karşısında kulaç atmaya çalışmaz birey. akıntının içinde, onu akıntıdan çekip alacak eli bekler sanki. kaybeder, kaybettiğini farketmez, farketse bile yalanları öyle sistematik ve kaşarlanmıştır ki, kendini bile kandırır.

    ekrana boş boş bakar, camdan dışarı boş boş bakar, televizyona boş boş bakar.
    susar bazen, ama susmayı bile sahte bir halde yapar. her şey sahtedir artık. beklentisi için yaşamaktadır, kendisi için bile değil.
  • hepimizin itinayla yaptığı bir şeydir.
    çok istiyoruz. kendimize uygun olup olmadığını düşünmeden istiyoruz.
    kendimizi tanımadan istiyoruz.
    sadece egomuzu tatmin edip, keyfimize bakmak için istiyoruz.
    herkes bizi görünce etkilensin diye, güzel kıyafetler içerisinde şık durmak istiyoruz.
    herkes bizi hatırlasın, arasın sorsun diye, kabul etmeyeceğimiz şeyleri alttan alıyoruz.
    herkes bizi başkalarına anlatsın diye, bize ait olmayan etkileyici anılar üretiyoruz.
    yalanlar ve dolanlar icat ediyoruz.

    kendimiz bakmak için değil, başkaları baksın diye fotoğraf çekiyoruz.
    sevmek için değil, sevilmek için yaşıyoruz.

    peki bunca çaba neden bizi mutlu etmiyor?

    çünkü, kendimizi sevmek koşulunu yok sayıyoruz.
    sevgiyi, başkalarının nazarında değerlendirip, kısıtlıyoruz.
    yani öldürüyoruz.

    sonra da asla sahip olamayacağımız duyguların ve tutkuların peşinde hayata küsüyoruz.

    anlamayan, ölene kadar küs kalır.
  • bi şey vardı platonik aşkı betimleyen lisenin son üniversitenin ilk yıllarında sık sık duyduğum. "insan bazan bir gülün peşlinde koşarken ayaklarının altında ezilen papatyaların farkına varmaz" gibi bir şeydi. tam olarak anlatıyor bir beklentinin bağımlısı olup hayata küsme durumunu.
  • etrafındaki diğer olanakları ve seçenekleri göremez insan, böylece bağımlılığı gittikçe artar.
  • ne kadar beklenti, o kadar hayalkırıklığı; hayat kimseye bir şey vaadetmez ki... fare dağa küsmüş dağın haberi olmamış...
  • yatakta kendi ıssına tahammül edemez insan, kurtulmak için dönüp durur sağa sola. ümit yok olmadıkça uzatacaktır işkencesini ve geçmişi ile geleceği arasında sıkşıp kalacaktır.
  • orta yaş bunalımının temelimde yatan sebeb.
    hayatı olduğu gibi kabullenmek gerekir. anı falan yaşamak hikaye. eğer saçların dökülmüş, kredi kartların dibine vurmuş, arabaya benzin alacak gücün yok, hala bekar ve bir baltaya sap olamadıysanız hiçbir şeye küsmeyin.. buna hakkınız yok! mal olduğunuzu hatta malın önde gideni olduğunuzu kabul edin ve silkinin. adam olun.
  • (bkz: sürekli gelecekteki güzel günleri beklemek) sonucunda kaçınılmaz olabilen durum.
hesabın var mı? giriş yap