• eğer geçtiği dönemde her evde bir telefon olsaydı 100, eğer herkeste cep telefonu olsaydı 400 sayfa kısalacak olan güzel eser.

    yoksa kısalmaz mıydı?

    "...kenan, son aranan numaralardan günsel'in numarasını seçip arama tuşuna endişe ile bastı. yine o ruhsuz ses günsel'e ulaşılamadığını söylüyordu. günsel'e zaten hiç ulaşamamıştı ki, o kadar ötedeydi ki. müdüriyet'te iki tokat yetmişti kendisinin bile gerisinde kalmasına. şu cansız ses bile farkındaydı günsel'e ulaşamadığının. telefonunun şarjı mı bitmişti acaba. yoksa meşgul mü? o sermet denen o... çocuğuyla. yok artık. daha bu sabah kollarımdaydı. kendi telefonunun şarjı da bitiyordu. hep böyle münasebetsiz zamanlarda biterdi bu meretin şarjı zaten. ne yapmalıydı....."
  • hababam sınıfı sınıfta kaldı 'da okulun temizlik kolu, öğretmenler odasında tek başına kitap okumakta olan taze edebiyat öğretmeni semra'yı odayı temizleme bahanesiyle dışarı çıkarır. asıl amaç elbette boş kalan odada rahat rahat sigara tüttürebilmektir. semra öğretmenin bu esnada okumakta olduğu kitap 1974'te ilk baskısı yapılan bir gün tek başına'dır...

    bağlantı

    edit: bağlantıyı yenilemem için uyaran high hopes of the sozlukve fikirsiz herif'e bin teşekkür...
  • --- spoiler ---
    1974 yılında yayınlanmıştır. eleştirmenlerin kenan karakterine sempatiyle yaklaşmaları üzerine, vedat türkali eserinin anlaşılamamasından yakınmış ve "...kenan gibi tipleri iyi tanırım; nefret de ederim. bir sürü hıyar. hatta intihar etme olayı bile, ben onu stilize ettiğim için. aslında o kenanlar yaşamak aşağılıklığına teslim olurlar." vb. ifadeleriyle romanının aslında bir "küçük burjuva" eleştirisini de içerdiğine işaret etmiştir.

    sürükleyici bir romandır. özellikle karakterlerin iç hesaplaşmaları, türkali'nin diğer romanlarında olduğu gibi bu romanda da başarıyla verilmiştir. ancak romanın rahatsız edici bir yanı da vardır ki, o da, bütün karakterler idealize edilmekten uzak bir biçimde, çelişkileriyle birlikte aktarılırken, türkali'nin, gerçek hayattaki karşılığı hikmet kıvılcımlı olan baba karakterinde bu anlatımını terk etmesidir.
    --- spoiler ---
  • vedat türkalinin ilk romanı olmakla beraber guven hakkındaki düşüncelerini ilk defa yazdığını düşündüğüm roman. bu adam nasıl bir travmatik olay yaşamıştır da "güven" konusunda bu kadar hassas olmuştur dedirten kitap. kendisine olan güvenini kaybeden, sonra çevresindekilerin de ona olan güvenini kaybetmesiyle onlara olan güvenini kaybeden kayıp adam kenan... ve gunsel*...
  • karaktersiz herifin biri nasıl bir romanın kahramanı olur? büyük harfle yazmak istiyorum: kahraman! "küçük-burjuva" diye sürekli insan davranışını kısıtlayan, insanı dar kalıplara sokan insan davranışı, her seferinde nasıl kısır bir döngüyle bir kahramanın davranışı olur? siyasi romantizm, karakterlere nasıl bu denli yapışır?

    bu kitabı okumam uzun sürdü*. bu kitaba alışmam çok zamanımı aldı. hep tüm dikkatimi vererek okumaya özen gösterdim. ablam okumuş ve çoğu suser gibi iki günde bitirmişti kitabı. ben ise okuyamıyordum, devam edemiyordum, alışamıyordum. karakterler fazlasıyla şahsiyetsiz, karaktersiz, inceliksiz, düşüncesiz, bencil, bencilliğini örtmeye çalışan, kısıtlı, vizyonsuz, ezberci ve mal geliyordu.

    daha önceleri okuduğum türkiye'nin geçmiş siyasi dönem romanlarında* **** böyle olmamıştı. "allaam noluyor, internet beni becerdi de okuma alışkanlığımı mı kaybettim?" diye düşünürken, bir süre kitaba ara vermekte karar kıldım.

    dünler geçti, haftalar geçti, otobüse biniyorum, şişli'den geçiyorum. istiklal'de yürüyorum, cağaloğlu'ndan geçiyorum... çıkmıyor aklımdan. her gün aklıma mutlaka kenan ve günsel geliyor. yolda yürürken rasim'in piçliklerini, "ne yatıyon lan loğusa develer gibi!" deyişini hatırlayıp gülüyorum. insanlar beni deli zannediyorlar.

    bir daha aldım kitabı elime. "anam" diye bastım çığlığı. noluyor lan, dedim! "bu karakterler, bildiğin karaktersiz. bildiğin kişiliksiz mahlukatlar. çikolataya bile küçük-burjuva yakıştırması yapıyorlar. salak mı lan bunlar? salak tabi, ben mi salağım? yok artık. böyle kitap mı olur? babam bile vedat türkali hastası. anam ekşide bile millet 2 günde bitirdik diyor. allah allah. yazık değil mi bu nermin'e, zeynep'e? ayıp değil mi insanlara? kararsız, karaktersiz, şerefsiz kenan! 'aloo, buyrun efendim'. aydınmış, sevsinler. bak hala.. küçük-burjuva diyor, lümpen lümpen hareketler, sekter sekter yaklaşımlar." diye düşünürkeneeee... bir daha bastım çığlığı. kitabı yaşıyordum resmen! yazar ben nasıl düşünüyorsam, onu, aynı düzen* ile yazıya dökmüştü.

    iç dünya! bu sözcük çok doğru şekilde vedat türkali'nin anlatımını ifade ediyordu. fark, zaten onun, karaktersiz karakterleri yazmasındaydı. sağlam karakterli, iyi betimlenmiş, ayrıntısı her cümlede işlenmiş karakterler birçok kitapta vardı. bu yüzeysel ve derinliği siyasi romantizmin kalıplarına sıkışmış, alışkanlıkları ve hayatları sıradan kişiler, bu romanın baş kahramanlarıydılar. hepsinin ne düşündüğünü biliyordum. ne düşünerek hareket ettiklerini biliyordum. çelişkilerini, kıskançlıklarını, basitliklerini ve karmaşıklıklarını okuyordum. hepsinin iç dünyasını biliyordum.

    bir anda kendimi tek başıma buldum. tek başıma, elimde bir gün tek başına ile. 100 civarında sayfa kaldığında, ara verdim. çok beğendiğim her kitapta yaşadığım, kitap bitimi bunalımını, bu romanda daha geç yaşamak istedim. ince memed bittiğinde iki gün kendime gelememiştim. bu sefer de onu yaşamamak için ve düşünecek zamanımın çok olabilmesi için, kitabı yolda okuyup bitirmeye karar verdim.

    dün, iskenderun-adana arası, otobüste bitirdim. şlak diye patladı suratımda. burnum yandı, genzim doldu. karaktersiz günseli parçalamak istedim.
  • ilk sayfalarından birinde "taşları sürekli dönen bir değirmendir kafa dediğin, arasına bir şey koymazsan, kendi kendini öğütür, bitirir" diye yazar. kitap bittiğinde kafanızdaki değirmenin öğüteceği bir dolu şey vardır.

    roman 1960 yılının hemen öncesi ve sonrasını anlatır. kaç göçlerle yaşanan bir aşkın fonunda geçer üniversitenin işgali, turan emeksiz'in öldürülmesi.
  • romandaki hic bir karakteri sevmeden, ozumsemeden ve hatta her bir karaktere ayrı ayrı nefretler gelistirerek fakat diger yandan "severek" okudugum tek kitaptır. hem kenan hem gunsel benim icin birer anti kahraman olmuslar, kitap boyunca da bir türlü kahramanlasamamıslardır. onları anlamak, anlamaya calısmak, hak vermek istemek beni ayrıca yormus, ve ucuncu bir kisi olarak dusunmeye sevk etmis ve hatta zorlamıstır. fakat cumanın gelisi persembeden bellidir desek de, son iki sayfa zannediyorum her bir okur kimseyi dumur etmistir. velhasıl, vedat türkali ustanın bir kez daha ellerinden opmek gerekir.
  • vedat türkali'nin, birinci baskısını 1974'te yapmış, ilk romanıdır. bu roman, sadece anlattığı dönemin (27 mayıs 1960 darbesi öncesi) siyasi atmosferini yansıtmakla kalmaz aynı zamanda yarattığı karakterler üzerinden insan psikolojisine ve davranışına dair de çözümlemeler yapar.

    bu roman, kendine olan saygısını ve güvenini yitiren, geçmişiyle sürekli kavga eden, çıkara dayalı dostluk ve aile ilişkileri içinde çürümemek için direnen mutsuz bir adamın hikayesidir.
    bu roman, geleceğe dair umutları olan ama bu umutların gerçek olması için mutlaka bir şey yapmalı kanısında olan güzel insan, devrimci günsel'in hikayesidir.

    ve bu roman kırk yaşında evli ve çocuklu bir adamla, 22 yaşındaki genç ve güzel bir kızın her şeye rağmen olan aşklarının hikayesidir. bu roman, bir gün tek başına kalırsanız, öncelikle okumakta tereddüt etmemeniz gereken kitaplardandır.

    --- spoiler ---

    "bugün de mi yirmi dört saat? neler oldu oysa? tek bir günün sırası gelsin diye yaşam boyu bekliyoruz."

    "insanlarda en ağır yasa, ölüme karşı yaşamalarıdır."

    "sevgiye de, sevgisizliğe de, istemenize karşın ara veremiyorsanız yitiren sevgi oluyor sonunda."

    "taşları sürekli dönen bir değirmendir kafa dediğin, arasına bir şey koymazsan, kendi kendini öğütür, bitirir"

    "çıraydım, tutuşturdun beni, ağulu bir solukta üfleyip söndürdün şimdi de; kara kara tütüyorum"

    "ülke sallanıyor, iktidardakiler sallanıyor. herkes bir şey bekliyor. ben günsel'i bekliyorum."

    "kendisiyleydi bütün uğraşı. çevreyi mi görüyordu, içindekileri mi? öyle tatlıydı ki karıştırmak, boşuna yorgunluktu ayırma çabası, mutsuzluktu."

    "düşündükçe utanır gibi oluyordu. yarım kalmış ilişkilerin, sürekli duyumsuzluğun yarattığı sinirlilik de doğaldı. tam bir çıkmazdayım aslında. söylemekten değil, düşünmekten bile kaçıyorum."

    "dergisi, radyosu, sineması... şeytana dayanmak zor bu çağda! tanrı gençlerin yardımcısı olsun! poligam yaratıklarız aslında. monogamlık zorlama. inanç işi... kimileri aldırmıyor. kimileri de çok önemsiyor aldatılmayı."

    --- spoiler ---

    -okuduğum bir röportajında yazarın dahi kenan'dan nefret ettiğini gördüm. sözlük yazarlarının büyük kısmı da kenan'dan hoşlanmamış. oysa ben kendimden çok şey buldum kenan'da. belki de sırf bu yüzden, ben anlayışla karşıladım kenan'ı. dedim ya bu kitabı belki de bir gün tek başına kalıp da okuyunca daha farklı hissediyorsunuz.

    kenan olsa olsa şöyle bir adam:

    içimizden biri

    bir gözü dalgın bakar
    bir omzu düşük durur
    bir yanı yaşlı yorgun
    bir yanı çocuk durur

    bir yanı kar borandır
    bir yanı evvel bahar
    bir yanı düğün bayram
    bir yanı viran durur

    bir yanı yaşlı
    bir yanı çocuk

    çiçekleri tomurcuk
    başında deli rüzgar
    sesi sokağın sesi
    yüreği bilge durur

    kavaklar gibi yalnız
    bir çınar gibi dalgın
    biraz ürkek yabancı
    bir yanı güleç durur

    bir yanı bana benzer
    tanıdık biri gibi
    bir yanı sana benzer
    güzel insanlar gibi

    öfkesi hazır durur
    sevdası hışım gibi
    nice beladan sonra
    her yanı güleç durur

    bir yanı ben
    bir yanı sen

    kaynak: bir zülfü livaneli şarkısı.
  • çok eskiden, gri istanbul günlerinde okuduğum kitap.

    lise birdeydim henüz, edebiyat hocası kitaplar okumayı şart koştu. listeyi yazdırdı ve 'sınav sorularınız bu kitaplardan çıkacak' dedi. daha o yaşlarda dik kafalı olan ben dedim ki, neden devlet ana'yı okuyoruz? neden bir gün tek başına değil de devlet ana? hoca şaşırdı önce. sonra taviz vermeyen bir edayla 'bunları okuyacaksınız' dedi. cevap vermeden yerime oturdum. verdiği kitapların tümünü okudum. huzur, şişhane'ye yağmur yağıyordu, yaban ve dahası..

    kendi seçtiğim kitapları da okudum. edebiyat hocamla hep tartıştım. okul dergisine yazmamı istedi reddettim. beni tahtaya çıkarıp 'konuş' dedi reddettim. herhangi bir şey anlatmamı istemişti sadece. hikâye yazdırdı sınıfa, isteyene okuttu. istemesem de beni kaldırıp eleştirmemi istedi. böyle böyle yıl bitti.. ikinci sınıfa geçtik, edebiyat hocası değişti. ilk edebiyat dersinde kapı çalındı, eski hoca içeri girip parmağıyla beni işaret ederek 'bu kıza dikkat et, kaybetme. onu okul dergisine yazmaya ikna et' dedi, gitti.

    ben bu inadı anlamadım. kızdım bu adama hep. aradan yıllar geçmesi gerekiyormuş anlamam için. o harika kitapları okuttuğu için müteşekkirim ona. bana kıyaslamayı, düşünmeyi öğrenmeyi, kendimi ifade etmeyi, tepki göstermeyi keşfettirdiği için..

    işte bir gün tek başına deyince edebiyat hocamı anımsarım hep. bir kitabı değil, birçok kitabı ifade eder benim için..
  • 27 mayıs 1960 öncesi dönemi gerçek bir aşk çevresinde anlatan külliyat. arka fonun siyaset olduğu, ya da aşkın siyasete arka fon olduğu, velhasıl-ı kelam bir şekilde siyasetin de katıldığı bir romanda, tüm bunların yavanlık, basitlik ve edebiyata yakışmayan bir kalitede var olma olasılığı yüksek. lakin bu roman öyle bir roman ki her şeyden önce edebiyat ürünü olarak duruyor okuyucunun elinde. buram buram edebiyat kokuyor, her sayfasında usta bir elden çıkma olduğunu tekrar ve tekrar gösteriyor.

    749 sayfalık bir külliyat. tabii ki de bir tarih kitabı gibi değerlendirmek yanlış olur çünkü zaten son derece yanlı. ama en azından bir dönemin içinde yer alan insanların iç dünyasını, gelgitlerini, acıları, kıyımları, sevgileri gösteriyor. ortalık kaynarken nasıl sever insanlar birbirini, nasıl direnirler ya da direnmeye çalışırlar? siyasetçisinden askerine, ülkenin üst düzeyindekiler nasıl kıyarlar gencecik insanlara? kanlarının deli akmasından faydalanan abiler, gençleri yem olarak köpekbalıklarının önüne atıp, hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan devam ederler mi yollarına? rutubetten çürüyen duvarlara yara berelerle kaplı, morarmış sırtını dayayıp, derler mi "yazıklar olsun ülkeye..."

    yıkım ve kıyım.

    evliliğin anlamına dair soru işaretleri. kaç yaşında olursan ol, neden evlendiğini bilmeden yaşa. yanında yatan kadın/adam, bir zaman gelip de sana bir şey ifade etmediğinde kimseyi çok sevemediğine ve kimseye gerçekten aşık olamadığına yan. ne büyük bir zavallılık.

    güzel bir kurguyla, iyi tahlil edilmiş karakterler. üstelik karakteri iyi kötü diye tanımlamamış vedat türkali. karakterini hem son derece iyi, hem de son derece kötü özellikleriyle ortaya koymuş. bir karakterin tarafını tutup, ona daha iyi sıfatlar yüklememiş. hem seviyor, hem kızıyorsunuz yeri geldi mi.

    içine oturuyor. ah ediyor insan. bu ülke niye savaşmış kendiyle kaç kere. yazık değil mi giden canlara?
hesabın var mı? giriş yap